Yeni filminin ayak sesleri duyulurken: Tolga Karaçelik ve “bambaşka bir dünyada” üretmek
Röportaj: Merdan Çaba Geçer
Tolga Karaçelik sinemasının anahtar kelimelerinden biri, “ritim”. Diyalog yazımı, set akışı, oyunculuk performansları ve kurgu gibi farklı kollarda ritmi korumanın hassasiyetini taşısa da ara sıra hepimizin ihtiyaç duyduğu durup soluklanma hakkını, “üretmenin beşiği” olarak tanımlıyor yazar – yönetmen.
Kelebekler (2018) sonrası verdiği arayı, prömiyerini Tribeca Film Festivali’nde yapan The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write about a Serial Killer ile kapatan Karaçelik’ten; çekimlerini geçtiğimiz yaz New York’ta, görkemli bir oyuncu kadrosuyla gerçekleştirdiği filmine dair kimi ipuçları kaptık.
*Bu röportaj ilk kez Bant Mag.’ın Go Ons ortaklığında hazırladığı Ocak 2024 tarihli özel sayıda yayımlandı.

ABD’de sinema eğitimi almış ve artık orada sete de girmiş bir sinemacı olarak; okyanus ötesinde işlerin yürüyüş şekli üzerine ne gibi tespitlerin oldu? Buradaki tecrübelerinle hangi noktalarda farklılaşıyorlar?
İlk etapta filmi yapmanın ne kadar zor olduğunu anlatamam. Tamamen finansman bulmak üzerine… Finans için oyuncu ile anlaşmalısınız. Oyuncular ile anlaşmak için finansın ilerlemiş olması lazım. Özgür kalmak istiyorsanız her gelen finansman ile ilerleyemiyorsunuz. Sadece bununla da bitmiyor; oyuncular ve kariyerleri de var. Sizi birinin temsil etmesi ve anlatması gerekiyor. Bu ajansınız, cast direktörünüz ve hatta avukatınız olabilir; mümkünse aynı anda.
Çekim aşaması ise bambaşka. Bir yönetmen yardımcısı diktası… Bir sahne için çekim planınız belliyken zamanlama sebebiyle, “Bu sahnede beş değil, üç plan alabilirsin.” gibi bir cümle ile karşılaşabiliyorsunuz. Yine beş planı deneyebilirsiniz ama muhtemelen çekmek istediğiniz bir sahneyi çekemeyeceksiniz, bu sebeple film ortada kalabilir. Farklı birçok şey var. Sendikalar, ait olduğunuz finansal dilim vs… Çok farklı bir dünya.
Onun dışında set bildiğim bir yer, aynı hisler ile çektim. Set amiri, sanat departmanı aynı; kostüm vs… Ekipler birebir birbirinin kopyası gibi. Tabii üretimin daha bir fazla, konuşulan meblağların da daha yüksek olması sebebiyle genel kalite ve bilgi biraz daha yukarıda diyebilirim. Ekibimle ilişkim ise Türkiye’de çalıştığım ekipler ile aynıydı. Ekibini seven ve genellikle ekibi tarafından kollanan bir yönetmenimdir, orada da aynı keyifle çalıştım. Fakat set öncesi ve set sırasındaki zaman sorunu çok ama çok sertti. Sürekli çeken ve sıcak bir yönetmen olmasaydım, farklı disiplinlerde çalışmış olmasaydım, büyük ihtimalle bu setin altından kalkamazdım.
Filmografindeki duraklar birbirlerinden birçok nokta da ayrışsa da risk almayı seviyor oluşunun emareleri, bir ortak küme olarak mevcut. Bu proje özelindeki meydan okumaları nasıl tanımlarsın?
Her şeyden önce dil… Diyalog yazmayı seven bir yönetmenim. Ana dilim olmayan bir dilde diyalog yazmak… Sonrasında rahat olduğun, üretirken bildiğin güvenli alanından çıkmak… Janr olarak da yine karışık ve çok da alışık olmadığım bir janrda üretmek… Ait olmadığın bir çalışma adabı içerisinde, oyuncularınla iletişim kurmaya çalışmak… Bambaşka bir dünyada ben olarak üretmek…
Sürekli ilk filmimi çeker gibiyim. Henüz 42 yaşındayım, saygı duyduğum bir çok yönetmen ilk filmini 30’larında çekmeye başladı. Bu benim dördüncü filmim. Her filmimde kendimi hep rahat etmediğim bir yere koymayı seviyorum. Beni canlı tutuyor ve öğreniyorum. Bazen henüz film çekmeye başlamadım gibi hissediyorum. Bu tedirginlik hissi her filmi bitirdikten sonra bayılmama sebep olsa da bir şekilde iyi geliyor. Her seferinde, “Bir daha asla!” diyorum; sonra unutuyorum süreci, yeniden başlıyorum. Sürecin sonuna doğru, “Yapamayacağım, devam edemeyeceğim.” diye söylemeye başladığımda, etrafımdakiler bir önceki filmde de aynı şeyleri yaşadığımı hatırlatıyorlar. Şu anda tam da o noktadayım. Esasında bu cümleleri yazarken, dün akşam Kıvanç Sezer ile olan diyalogumu aktarıyorum.
Her filminin çıkış noktası bir şiir oluyordu genelde. Yine bir şiirden söz edebiliyorsak, bu seferki şiirin nasıl bir duygu dünyası vardı? Buradan hareketle, filme dair beklentilerimizi nasıl şekillendirelim?
Bu film şiir ile başlamadı, 2015 yılında not almaya başladığım bir öyküden çıktı. Eğlenmek istediğim, ilişkileri ve evliliğimi düşünerek yazdığım bir senaryo oldu. Hiçbir şey beklemeyin derim, daha keyifli olur. Değişik bir ritim denediğim bir film oldu bu. Şu an hâlâ kurguda olup; bazı günler filminden nefret eden, bazı günler seven bir yönetmen olarak ne desem bilmiyorum.
“(Steve Buscemi) ile çok ama çok zevkliydi her an. Her zaman yönetmenci bir oyuncu ve tam bir yoldaş… Çok sevdiğim bir arkadaş kazandım diyebilirim.”

Filmin tek solukta söylemesi pek mümkün olmayan ismine dair ne söyleyebilirsin? Akla Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb gibi benzer örnekler de düşüyor bir yandan.
Özetle, konunun ne olduğu hakkında bir fikir veriyordur diye düşünüyorum. Sinema salonlarında filmin tam ismini gördüğüm zaman keyifleneceğim bir de.
Hâlihazırdaki merakımızı daha da kaşıyan bir oyuncu kadrosu kurmuşsun. Past Lives ile çok konuşulan John Magaro, Severance ile yeteneklerine mazhar olduğumuz Britt Lower, daha önce de çalışmış olduğun Nadir Sarıbacak, Tuğçe Altuğ… Fakat bir isim var ki ona ayrı bir parantez açmak elzem: Steve Buscemi.
Oyuncuların hepsiyle çalışmaktan çok keyif aldım. John’u filmi yazarken de düşünüyordum. Britt’in rolü için çok isim geldi, geçti ama Suzie’yi ona emanet ettiğim için çok mutluyum. Artık ailemden biri diyebilirim. Steve, projeye ilk dahil olan kişiydi. Onunla çok ama çok zevkliydi her an. Çok güldüm, çok eğlendim ve çalışma etiğine, biçimine âşık oldum. Her zaman yönetmenci bir oyuncu ve tam bir yoldaş… Çok sevdiğim bir arkadaş kazandım diyebilirim.
Her üçüyle de beraber daha çok üretmek istiyoruz. Umarım şartlar oluşur ve yeniden üretiriz. Üçüyle de ve diğer tüm oyuncularla da çalıştığım için çok mutluyum. Çok güzel performansların olduğunu düşünüyorum bu filmde.
Çalıştığın oyuncuları, yazdığın diyaloglardaki ritmi yakalamaları ve hayalindeki biçimde aktarmaları konusunda terletmeyi sevdiğini biliyoruz. İngilizcede de bu pratik işledi mi peki?
Bu filmde çok fazla prova zamanımız olamadı. Ben daha çok okuma yapmayı ve setten önce kilitlememeyi seven bir yönetmenim. Ritim benim için önemli; o yüzden diyalogların ritminde yine hassas olduğum yerler de oldu, kelimeleri ve cümle yapısını değiştirdiğimiz yerler de. Çok farklı olduğunu söyleyemeyeceğim ama set öncesi okumalarda bu filmde, “Şunu şöyle mi söylesem?” diye değiştirdiğimiz replikler, hâliyle diğer filmlerime oranla daha fazla oldu.

Film setleri oldukça kaotik ortamlar. Tazelenip devam etmek için yavaşlamaya, durmaya ve küçük bir anın tadını çıkarmaya dair dürtü uyanıyor mu zaman zaman?
Ne yazık ki bu filmi de 21 günde çekmek zorunda kaldım. Öyle küçük anların keyfini çıkarmalı, ritüellerde arınmalı bir anım sette olamıyor ne yazık ki. Ben sette farklı bir nabızda, biraz yüksek oluyorum. Durduğum anda düşerim gibi, hep yüksek ve fazlayım. Neşem, konsantrasyonum, enerjim, çalışma ritmim hep yüksektir genelde.
Gişe Memuru’nda tartışma programı sunucusu, Kelebekler’de dinleme yetisi bulunmayan aymaz bir eski sevgili, Bartu Ben’de ise bizzat kendin olarak çıkmıştın karşımıza. Oyunculuk denemelerini devam ettirme fikriyle aran nasıl?
Baktım bu sefer John bana çok benziyor, gerek duymadım. Bu filmde yine meteor sigarası, Afar ve bir sürü şey var diğer filmlerimden. Rol diyemesem de bir yerde gözüküyorum, o da sürpriz kalsın.