Christopher Lowell ve Tom Ainsley ile How I Met Your Father üzerine

Yıllar yıllar süren spekülasyonların ardından söylentiler gerçeklik kazandı ve How I Met Your Mother’ın bıraktığı yerden tam sekiz sene sonra, uzantısı niteliğindeki How I Met Your Father ekran macerasına resmen başladı. Konsept, isimden de anlaşıldığı üzere gayet tanıdık… Farklı yaşları Hilary Duff ve Kim Cattrall tarafından canlandırılan Sophie karakterinin, çocuğuna, izleyici olarak henüz kimliğini bilmediğimiz “baba” ile nasıl tanıştığını anlatışını izliyoruz; bu esnada o dönemki arkadaş grubunun dinamiklerine, hayattan beklentilerine, dating uygulamaları çağındaki aşk arayışlarına, kendilerini tanıma süreçlerine ortak oluyoruz.

Yakın geçmişin en sevilen sit-comlarından birinin mirasını devralıp, seyircinin kalbini çalabilmek pek kolay bir iş değil elbet. Yeni ekip de bunun farkında olacak ki sık sık nostalji damarından beslenen, barındırdığı referanslarla orijinal dizinin hayranlarına da göz kırpmayı ihmal etmeyen bir 10 bölüm tasarlamışlar. How I Met Your Father’a dair merak ettiklerimizi, baş karakterlerden Jesse’yi oynayan Christopher Lowell ve Charlie’ye hayat veren Tom Ainsley’ye sorduk; dizinin arkasına aldığı bu nostalji rüzgârı, öncülüyle olan göbek bağları ve beklentilerin yarattığı sorumluluklar üzerine konuştuk.

How I Met Your Father’ın ilk sezonuna, Disney+ Türkiye üzerinden erişmek mümkün.

“Dizinin yaratıcılarının, orijinalin birçok yanını nasıl kullanacakları ve aynı zamanda kendilerini onunla kısıtlamayacakları konusunda çok keskin fikirleri vardı.” – Christopher Lowell
Christopher Lowell ve Hilary Duff

How I Met Your Father, televizyon tarihinin en popüler komedi dizilerinden biri olan How I Met Your Mother‘ın uzantısı olan bir proje. Öncül dizinin sıkı bir takipçisi miydiniz?

Christopher Lowell: Orijinal diziyi hiç izlememiştim. Özellikle izlememezlik etmiyordum tabii ama bir şekilde radarımdan kaçmış. Popüler kültür kara deliği gibi biriyim. Neyse ki dizi hakkında çok fazla şeye hâkimdim çünkü birçok arkadaşım bayılıyordu ve sürekli alıntı yapıyorlardı. Yani bir şekilde kültürel olarak hakkında çok şey biliyor gibiydim. Fakat oyuncu kadrosuna alınana dek şahsen izlememiştim. Sonra pilot bölümü seyrettim ve orada bıraktım çünkü devam edersem diğer karakterleri taklit etmeye başlayacağımdan korktum. Bunun kötü bir fikir olacağını biliyordum. Ben de cehaletin erdem olduğuna karar verdim.

Tom Ainsley: Biraz bakmıştım. Parçalar izlemiştim, diziye aşinaydım, formatı biliyordum. Ama sonra bu proje çıkınca geri dönüp hepsini baştan sona izledim ve iyi ki izlemişim çünkü diziye gerçekten âşık oldum. How I Met Your Mother’ın gerçekten komik, zekice yazılmış ve oldukça romantik bir dizi olduğunu düşünüyorum. Bu türdeki diziler romantizme meyletse de hiçbiri, insanı How I Met Your Mother gibi harekete geçirmiyor. Yani evet, diziye aşinaydım ve sanırım bu durum, ruhani devam projesinde rol almamı biraz zorlaştırdı çünkü orijinali çok sevdim.

Karakterleriniz Jesse ve Charlie size teklif edildiğinde ne hissettiniz? Fenomen mertebesinde bir serinin hayranlarını memnun etmenin sorumluluğu gözünüzü korkuttu mu?

C.L.: Kesinlikle! Sanırım orijinal diziyi baştan yaratmaya çalışsalardı, “Sen yeni Barney olacaksın, bu kişi yeni Robin olacak ve bu da Ted Mosby olacak.” deselerdi rolü kabul etmezdim çünkü bence bu bir felaket olurdu. Neil Patrick Harris dışında kimse Barney olamaz. Cobie Smulders dışında kimse Robin olamaz. Bunun bilincindeydim ama dizinin yaratıcıları Isaac (Aptaker) ve Elizabeth (Berger) ile tanıştığımda, onların, orijinalin birçok yanını nasıl kullanacakları ve aynı zamanda kendilerini onunla kısıtlamayacakları konusunda çok keskin fikirleri vardı. Dizinin kendi kimliği, kendi kişiliği ve kendi ritmi olacaktı. Sonra Hilary (Duff) ile tanıştım ve çok iyi anlaştık. Burası her gün işe gelmek için muhteşem bir yer gibi göründü ve gerçekten de öyle oldu.

T.A.: Tuhaf olan şu ki dizi yayımlanana kadar böyle bir baskıyı hiç hissetmedim. Bilemiyorum, belki de diziyi yaratmakla meşguldüm. Her gün işe gidiyor, elimizden geleni yapıyor ve eve dönüyorduk; hepsi buydu. Tabii ki bir devam projesi olduğunu biliyordum ama dizi yayımlanıp bizimle röportaj yapan insanlar “Bu konuda gergin misiniz?” diye sorana kadar farkında değildim. En sonunda ben de “Aman Tanrım, belki de gerginimdir!” dedim kendi kendime. Bunu çekimler sırasında düşünmediğim için memnunum çünkü o zaman muhtemelen işimi yapamayacak kadar stresli olurdum.

“…karakterleri bizim için, bizim onları oynayış biçimimize göre yazmaya başladılar.” – Tom Ainsley
Tom Ainsley ve Hilary Duff

Hikâye How I Met Your Mother ile aynı evrende geçtiği için, bölümler ilerledikçe tebessüme sebep bazı sürprizlerle karşılaşıyoruz. Sid ve Jesse’nin kiraladıkları apartman dairesinin sürpriz eski sahipleri gibi… Daha fazlasını göreceğimizi düşünüyor musunuz?

C.L.: Ah evet, ilk sezon boyunca çok güzel sürprizler var gerçekten. Orijinalin hayranları için onları heyecanlandıracak sürprizlerle dolu bir sezon… Ve orijinal diziyi izlemediyseniz bile sizi dışlanmış hissettirmeyecek şeyler bunlar… Seyretmemiş olmama rağmen ben bile olacak şeyleri okuyunca heyecanlandım. Yani evet, How I Met Your Mother hayranlarının hoşuna gidebilecek, eğlenceli şeyler kesinlikle olacak.

T.A.: Sezon boyunca kesinlikle böyle şeyler oluyor. Daha fazlasını anlatmayacağım çünkü işimden olurum. Ama evet birçok sır var; sezona yayılmış başka sürprizler ve büyük anlar var. Bazıları öyle büyük ki senaryo nüshalarından çıkardılar. Yapımcılar ile yazarlar bana güvenmediler ve haklılardı. Çünkü biliyorlar ki bana güvenilmez, herkese rahatça anlatırım. Sırları bilseydim herkese söylerdim. Bilinçli olarak değil, sadece ağzımdan kaçıveriyor. Kesinlikle birçok sürpriz var ve takipte kalmalısınız.

Jesse, anlatıdaki altı baş karakterin biri olarak karşımıza çıkıyor. Karakterinin ilk bölümden sezon finaline kadar olan yolculuğunu nasıl yorumluyorsun?

C.L.: Televizyonun ilginç yanı, birçok bölümün önceden çekilebilmesi. Yani bazı kararları senaryodan bile önce verebiliyorsunuz. Bana kalırsa sezonun başında tanıştığımızda daha kötümser, daha defansif ve ilişkiler hakkında pek de büyük düşünceleri olmayan bir karakter Jesse. İlk sezon boyunca gardını indirişini izliyoruz ve bence kurduğu arkadaşlık ilişkileri, hayata daha neşeli bakmasını sağlıyor. İlk tanıştığımız hâline göre daha savunmasız biri oluveriyor sezon finalinde.

Charlie ise İngiltere’deki ayrıcalıklı, muhafazakâr, aristokrat bir ailenin oğluyken ve aşina olduğu ortamından hiç çıkmamışken bambaşka bir hayata adım atıyor. 

T.A.: Doğru. Charlie gibi bir karakter bir anda yaratılmadı. Oyuncular senaryoyu alıyor ve sezon boyunca karakterlere kendi yorumlarını katmaya başlıyor. Senaristlerimiz açısından çok şanslıydık çünkü çok iyi yazarlar olmalarının yanı sıra her provamızı veya her kaydımızı izlediler. Böylece kısa sürede karakterleri bizim için, bizim onları oynayış biçimimize göre yazmaya başladılar. Charlie’nin nasıl çıktığını bilmiyorum; tanıdığım birkaç kişiden de kendimden de günlük hayatta sergileyecek kadar cesur olmadığımız kimi yönlerin birleşimi. Ama yüzde yüz ilginç biri ve bölümler ilerledikçe bazı davranışlarının nedenlerini anlamaya başlayacağız. Kesinlikle içine kapanık biri değil, gündelik hayatında biraz aşırı bir tip ve bence bu eğlenceli olacak. 2. sezonda bu karakterleri şekillendiren elementleri daha da yakından inceleyeceğiz.

“Bence nostaljiyi önemli kılan şey, arkadaşlıkları veya ilişkileri yürütmenin zor olduğu zamanlarda, telefonu açıp birini aramak gibi sahip olduğumuz ayrıcalıkların değerini anımsatması…” – Christopher Lowell
Christopher Lowell, Hilary Duff, Francia Raisa, Tom Ainsley, Suraj Sharma ve Tien Tran

How I Met Your Father, hem hikâyeyi Sophie’nin geçmişine dönüşlerle takip edişimiz hem de orijinal diziyle olan göbek bağı nedeniyle nostaljiden fazlasıyla beslenen bir yapım. Sizin kişisel yaşamınızda nostaljiyle ilişkiniz nasıl?

T.A.: Bana 90’lardan kalma herhangi bir şey verin, kesin bayılırım. Sadece 90’lardan nostaljik şeyler paylaşan bir sürü Instagram sayfası buldum. Hani eskilere bakıp “Aman Tanrım, gerçekten bu pantolonları mı giyiyorduk? Moda gerçekten o kadar kötü müydü?” deriz ya. Bence nostalji harika bir şey. 

C.L.: Son derece nostaljik biriyim ben. Dikkatli olmam gerek. Bilirsiniz, nostalji çok güçlü bir şey. Bence nostaljiyi önemli kılan şey, arkadaşlıkları veya ilişkileri yürütmenin zor olduğu zamanlarda, telefonu açıp birini aramak gibi sahip olduğumuz ayrıcalıkların değerini anımsatması… Çabuk iletişime geçebilmenin veya uçağa atlayıp bir düğüne, kutlamaya, cenazeye gidebilmenin önemini anımsatıyor. Bence harika bir hatırlatıcı. Ama aynı zamanda son derece zorlayıcı olabilir çünkü bazen ileriye bakmanız gerekirken geçmişe takılmanıza sebep oluyor. Bu da bir sorun olabiliyor, özellikle benim için. Aynı zamanda bir fotoğrafçıyım ve işlerimin çoğu hafıza ve nostalji üzerine, bir şeyleri kabullenmek ve bırakabilmek üzerine. Çünkü nostaljik bir dünyada yaşamak, bir nevi geçmişte yaşamak ve bence bu iyi bir fikir değil.

Diziye geri dönersek… How I Met Your Father’a orijinal seriden bir karakter katılacak olsaydı, kim olmasını isterdiniz? Ve neden?

C.L.: Muhtemelen Cobie Smulders (Robin) çünkü süper biri! Gerçekten iyi bir insan, onunla birkaç kez görüştüm ve bence çok eğlenceli. Onu isterdim diye düşünüyorum. Hadi, onu geri getirelim.

T.A.: Tanrım, adını unuttum! Taksi şoförü (Ranjit Singh)… Muhteşem bir karakterdi. Arada bir hikâyeye dâhil oluyordu. Bence onu dâhil etmek orijinal diziye belli belirsiz bir gönderme işlevi görür ve çok güzel olurdu. Bir de bunu gerçekleşmesi umuduyla söyleyip duruyorum, Britney. Britney Spears geri gelsin lütfen.

“…biliyorum birçok hayran babanın kim olduğu konusuna odaklanmış durumda ama onlara ‘Yolculuğun tadını çıkarın.’ diyorum.” – Tom Ainsley
Christopher Lowell, Suraj Sharma ve Tien Tran

Bahsi geçen babanın kim olduğunu şu aşamada biliyor musunuz yoksa sizin için de sır perdesi henüz aralanmadı mı?

C.L.: Hiçbir fikrim yok. Ve sormuyorum bile çünkü söylerlerse bu sırrı saklayamam, soran herkese söylerim. İfadesiz olmayı başaramıyorum, sır tutamam. Adaylardan biri olduğum için müteşekkirim ama baba ben mi çıkacağım yoksa tamamen başka biri mi, fikrim yok. Baba Jesse’ymiş gibi rol yapıp, karakteri öyle canlandırsam da benim tarafımda da her şey belirsiz. Önümüzde uzun bir yol var. Bence oyunculardan kimse bilmiyor, Hilary Duff bile bilmiyor.

T.A.: Ben de babanın kim olduğunu bilmiyorum çünkü dediğim gibi bana güvenmiyorlar. Charlie olabilir mi? Elbette olabilir. Herkes olabilir. 

Öte yandan dizi, babanın kimliği ve bunun yarattığı gizem hakkında değil zaten pek.

T.A.: Evet, bütün olay babayla tanışma hikâyesi gibi duruyor ama dizi babanın kim olduğuyla ilgili değil tuhaf bir şekilde. Dizi, o âna kadarki yolculukla ilgili. Ve biliyorum birçok hayran babanın kim olduğu konusuna odaklanmış durumda ama onlara “Yolculuğun tadını çıkarın.” diyorum. Bu dizinin amacı, varacağı nokta değil.

C.L.: Bence de her şeyden çok arkadaşlıklar ve bir arada olabilmenin önemiyle ilgili bir dizi. Büyüdüğümüzde ve dünya çılgın bir yere dönüştüğünde, etrafımızdaki insanlar zor zamanlarımızda bizlere yol gösterir. Böyle insan ilişkilerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var artık. Rolü kabul etmemde büyük bir etkendi bu. New York’ta yaşıyorum ve pozitif, iyimser bir mesajı olan; New York’u pozitif bir şekilde aktaran bir iş yapmak istedim çünkü şehir son dönemlerde gerçekten kötü günler geçirdi.

Yeni sezon onayı gelmişken hislerinizi merak ediyorum son olarak. 2. sezonda bizleri neler bekliyor?

T.A.: Çok mutluyum, kolektif olarak ortaya konmuş bir emeğin takdir gördüğünü hissettim. Tanıtımlarda yalnızca altı suratı, baş karakterleri görüyorsunuz ama kamera arkasında onlarca, hatta yüzlerce kişi var ve bu hikâyenin devam etmesini hak ediyorlar. Özellikle onlar adına sevinçliyim. 20 bölümümüz olacak ki bu harika bir şey, böylece bence gerçek bir sit-com olabileceğiz. Hikâyeyi ilerletmese bile bize çok güzel küçük anlar bırakacak, akılda kalıcı bölümlerimiz olabilecek. Ve umuyorum ki serüvenimiz boyunca daha çok gülebilecek, daha çok saçmalayabileceğiz. Geri dönmek için sabırsızlanıyorum.

C.L.: Harika hissediyorum. Biraz gözüm korkuyor çünkü ikinci sezon 10 değil, 20 bölümden oluşacak. Yani sanırım bağlı olma durumu hepimizin gözünü biraz korkutuyor çünkü iki katı iş olacak. Kendi adıma Suraj (Sharma) ile daha fazla sahnem olmasını umuyorum çünkü onunla çalışmaktan çok keyif aldım. Bir de kız kardeşimle, Tien (Tran) ile, çünkü onu çok seviyorum ve beni en çok güldüren kişi o. Leighton ile aramızda neler olacak, Hilary ile aramızda neler olacak görmek için sabırsızlanıyorum. Genel olarak hiçbir fikrim yok. 2. sezonda gülebildiğim kadar gülmeye bakıyorum. Sadece bolca gülmek istiyorum.

Röportaj: Merdan Çaba Geçer

Giriş görseli: Tuğçe Bildik