İşleri karıştırmaktan korkmamak lazım: Trentemøller 

Röportaj: Utkan Çınar

2000’lerin ikinci yarısında The Last Resort ve Into the Great Wide Yonder isimli iki şahane albüm ve “Moan”, “Sycamore Feeling”, Shades of Marble gibi harika şarkılarla tanıştığımız, Danimarkalı müzisyen, prodüktör ve besteci Anders Trentemøller yaklaşık 20 yıldır kulaklarımızı electronica, ambient, shoegaze füzyonu güzel nağmelerle dolduruyor. 

13 Ekim’de grubuyla İstanbul’da, Babylon’da sahne alacak Trentemøller ile konser öncesi  Zoom’da buluştuk; hem hazırlıklarına başladığı yeni albümü hem de Babylon konserine dair iştahlandıran ipuçları aldık. Konser için de biletler burada.

Kasedi biraz geri saralım. Trentemøller ile İstanbul’daki ilk buluşmamız, 2008’deki Electronica Festival. Akustik davullar, gitarlarla oldukça yüksek enerjili bir konserdi. Bugünden o zamana baktığında, canlı performanslara yaklaşımının nasıl değiştiğini görüyorsun?

Çok da değişmedi aslında. Şu anda da beş kişiyiz sahnede. Basçımız, vokalistimiz, davul ve gitarlar var. Ama tabii müziğim de artık -hâlâ biraz etkisi olsa da- çok daha az elektronik. Belki biraz daha indie tarzında diyebiliriz, müziği tarif etmek çok kolay olmasa da. Grupla çalmayı seviyorum çünkü zaten albüm kayıtlarında tüm enstrümanları ben çalıyorum. Bunu canlı olarak yapamam! Grup dinamiğini kullanmak, albümdeki sounddan farklı tınlamamızı da sağlıyor. Grupla bolca prova yapıyoruz, onların fikirlerini de alıyorum. Aslında kafamda net bir fikir var nasıl duyulmamız gerektiği hakkında ama başkalarının fikirleriyle güzel sürprizler de çıkabiliyor ortaya. Grubumu çok seviyorum, gayet iyi de arkadaşız. 

2022’de yayımladığın son albümün Memoria’yı pandemide kaydettiğini sanıyorum. Evde kalmalı ve turnesiz dönemde nasıl bir tecrübe oldu bu?

İşin komik yanı, aslında eski albümlerle birebir aynıydı. Her zaman izole ve tek başına bir süreç oluyordu zaten benim için. Ama bunu iyi anlamda söylüyorum. Yaratım sürecinde kendimi kırılgan hissederim ve güçlü bir şekilde odaklanmaya ihtiyacım olur. Şarkılar tamamlanmadan da oldukça çekingenimdir etrafla paylaşma konusunda. Bu kez farklı olan tüm sözleri kendi yazmış olmam. Bu benim için yeni bir durum. Yıllardır yapmak istediğim ama o cesareti bulamadığım bir şeydi. Bu albümde zamanın doğru olduğunu hissettim. Şimdi yeni albümüm üzerinde çalışıyorum, onda da sözleri kendim yazacağım. Memoria bu sayede benim için oldukça kişisel bir albüm oldu. Evet, öncekilerde de tüm müzikleri ben besteliyordum ama sözleri de yazmak biraz korkutucuydu benim için. Ama konfor alanınızdan da çıkmanız lazım. 

Albümlerde uzun süredir farklı vokalistlerle çalışıyorsun. Tercihin neye göre şekilleniyor?

Memoria için Lisbet (Fritze) ile çalışmak kolaydı. Çünkü beraber yaşıyoruz ve bir oğlumuz var. O aslında bir mimar ama gitar çalıyor ve kendi grubu da var. Glas; hatta prodüksiyonunu benim üstlendiğim ilk 45’liklerini de yayımlayacaklar yakında. Memoria’da ise kontrol fazlaca bendeydi, kısaca ondan fazla soru sormadan benim fikirlerimi mikrofona söylemesini istedim. O da buna teşneydi çünkü müziğimi oldukça yakından biliyor. Tabii bu kadar yakın olunca çalışmak biraz zorlaşabiliyor. Eleştiriler normalden daha fazla incitici olabiliyor. Belki bir dahaki sefere başka biriyle çalışmalıyım, diye düşündüm. Hatta canlı vokalistim -ki İstanbul’da da olacak- İzlandalı DíSA yeni albümde var. Harika bir sese sahip. Ayrıca albümdeki sesin konserlerde de yer alması iyi olacak. Lisbet, oğlumuz henüz 3 yaşında olduğu ve kendi işleriyle ilgilenmesi gerektiği için bizle turneye çıkamadı. 

Memoria

Külliyatının neredeyse tamamında rastlamak mümkün ama son iki işin Obverse ve Memoria’nın müzikal karakterindeki 80’ler, new wave etkisi daha vurgulu sanki. Slowdive, New Order gibi grupları da çağrıştırıyor. Senin için o dönemi çekici kılan unsurlar nedir?

Sadece o dönemleri değil; o soundları kullanan yeni grupları da seviyorum. Çok da nostaljik olma hatasına da düşmemek lazım diye düşünüyorum. Ben 80’lerde büyüdüm, lisedeyken çıkan Ride, Slowdive gibi grupların müzikleri DNA’ma işledi sonuçta. Ama bu sound’u başka yerlere de götürüp kendime ait hâle getirmeye çalışıyorum. The Cure veya Joy Division kopyası olmamaları için! Ama tabii kesinlikle o türlerden etkilendiğim doğru. Kendimleyken en çok dinlediğim müzikler bunlar. Bu sayede gittikçe daha çok o taraflara kaymaya başladım sanırım. Açıkçası bunu çok da bilinçli yaptığımı söyleyemem. Bu yeni albüm de sanırım shoegaze esintili olacak ama içine başka türler de katmaya çalışıyorum. Tek bir türe takılıp kalırsanız bu sıkıcı olabilir. İşleri karıştırmaktan korkmamak lazım. 

Yeni Slowdive albümünü dinleyebildin mi?

Evet dinledim. Belki daha çok dinlemem lazım, bana çok dokunmadı. Üç-dört yıl önceki albüm kadar içine giremedim. Ama çok seviyorum genel olarak soundlarını. Rachel Gosswell ile bir önceki albümümde çalışmıştık. Dürüst olmak gerekirse daha yakından bakmam lazım sanırım albüme.

Harbour Boat Trips (2009 ve 2018) adında iki nefis toplama yayımlamıştın geçmişte. Şimdi hemen bir üçüncüsünü kotarman istense, yenilerden kimler olurdu bu seçkide?

Birçok isim var ama isimleri hatırlamakta her zaman iyi değilim! Softcult var beğendiğim. Midwife adında genç bir müzisyen var, harika müzikler yapıyor. Birkaç ay önce dinleyip çok sevdiğim Japanese Heart Software adında bir grup var. O dream pop, shoegaze tadına ve aynı zamanda gayet güzel melodilere sahip. New Mexico çıkışlı hayranı olduğum bir grup var; Tan Cologne. Vokalsiz ambient parçalar yapıyorlar. Son iki albümleri harikaydı. Bana yeni albümüm için de ilham verdiklerini söylemeliyim. Çok iyi grup, bir bakmalısınız. 

Ayrıca oldukça üretken bir remiks sanatçısısın. Reworked/Remixed derlemen, favorilerimden. Başkalarının şarkılarına nasıl yaklaşıyorsun? Onlarla nasıl ilişki kuruyorsun?

Aslında birkaç yıl önce remiksleri biraz azaltmaya karar verdim. Çünkü çok fazla zaman harcıyordum onlara. Şimdi, her yıl en fazla iki veya üç tane yapıyorum. Genelde sadece vokalleri kullanıp onların etrafında neredeyse yeni bir şarkı oluşturmaya çalışıyorum. Yeni akor dizileri kurgulayıp, hatta vokallerin de oktavlarıyla oynayarak onlara uydurmaya çalışıyorum. Remiksten çok rework aslında benim yaptığım. Orijinalinden çok daha farklı bir noktaya götürmek istiyorum. Orijinaline benzer bir hâlin çok da anlamlı olmadığını düşünüyorum. Tabii şarkının da ilham verici olması, sevdiğim müzisyenler olması da önemli. Çok da öğretici olabiliyor. Mesela bir Depeche Mode remiks’i yaparken bazı geri vokallerin detone olduğunu fark etmiştim! Bunun gibi normalde yakalayamayacağınız enteresan ayrıntıları duyabiliyorsunuz. Remiks yaparak, bir şarkı oluşturma konusunda çok şey öğrendim. 

Son olarak 13 Ekim’deki Trentemøller konserinde neler beklemeliyiz? Sürprizler olacak mı?

Kısa bir Avrupa turnesi yaptık yeni. Her akşam aynı şarkıları çalmak istemiyoruz o yüzden eski albümlerden de şarkıları katarak seçim yapabilecek geniş bir listeye sahip olmak istedik. Hatta konser sırasında bile seyircinin tepkilerine göre şarkı listemizi değiştirebiliyoruz. Şu an çaldığım grupla iki senedir beraberim ve hiç bu kadar iyi bir grubum olmadığını söyleyebilirim. Tüm elemanları kendi işlerini bakarak tek tek seçtim. Gitaristimizin Brian’ın Sleep Party People adında harika bir projesi var mesela. Vokalistimiz DíSA da zira öyle. Tüm grup üyelerinin kendi solo işlerinin de hayranıyım. Bu benim “rüya takım”ım, all star’arım! İyi çalışmış bir grup göreceğinizi düşünüyorum. 

Ayrıca gayet havalı görsellerimiz de olacak. Nine Inch Nails, Beyoncé, Depeche Mode gibi isimlerle çalışmış Los Angeles’lı deli bir insan olan LeRoy Bennett tarafından hazırlandılar. Hatta Prince’in de konserlerinde çalışmış, 60 yaşında biri. Bir gün Instagram’dan müziğimin hayranım olduğunu yazdı. Ben de onu Google’da aratınca Super Bowl’un sahne tasarımını da üstlendiğini gördüm. Gerçekten çılgınca. Neden benimle çalışmak istediğini sordum. Param yok, Beyoncé’ye göre sahne kurulumumuz küçük! Benim hayranım olduğunu söyledi, onu Kopenhag’a getirip bir hafta boyunca birlikte çalıştık. Benimle bir şeyler yapmak istediği için müteşekkirim ona. İstanbul’a da getireceğiz bu şovu.