Uygar Şirin ile hangi film?

Uzun yıllardır devam eden sinema yazarlığı kariyerinde özellikle Sinema dergisinde yayımlanan “Seyir Defteri” köşesiyle kendine ait bir okuyucu kitlesi edinen Uygar Şirin; aynı zamanda farklı disiplinlerdeki üretimlerinden de aşina olduğumuz bir isim. Karışık Kaset, Annemin Yarası, Ses, Karışık Pizza gibi filmler ve Poyraz Karayel, Vatanım Sensin, Anne gibi dizilerin yanı sıra Anne Tut Elimi, Büyük Deniz Yükseliyor ve Karışık Kaset romanları da Uygar Şirin’in kaleminden çıkanlar arasında.

Hangi film? köşemizin konuğu Uygar Şirin yanıtlıyor: İzlerken diyaloglarına eşlik edebildiğin film? Hakkı verilmemiş / yeterince anlaşılmamış olduğunu düşündüğün film? Şu sıralar en çok merak ettiğin film? 


İzlerken diyaloglarına eşlik edebildiğin film?

Bu cevabı vereceğimi beklemezdim ama The Matrix (1999). Şu anda bile filmi kafamda hızla oynatınca pek çok repliği hatırladığımı fark ediyorum… Hakkari’de Bir Mevsim’de (1983) Zazi’nin, oğluyla birlikte öğretmenin evine gittiği ve üstüne kuma getirmeye hazırlanan kocasına engel olması için yardım istediği bir sahne vardır. Zazi söyleyeceklerini oğlunun kulağına fısıldar, oğlu öğretmene tercüme eder. “Sen söyleyeceksin, anam öyle diyor. Babama bir de… bir de senin söylemeni istiyor” diye başlayan bu monoloğu ara ara ezberler, sonra unutur, sonra tekrar ezberlerim.


Bugüne dek aklında en çok yer işgal eden film?

Peter Weir’in Fearless’ı (1993). “Hayatımın filmi” diye diye sahiden hayatımda yer etmesini sağladım galiba. Hemen ardından gelenler, Angelopoulos’un Topio stin omichli / Landscape in the Mist’i (1988) -sinema seyirciliği hikâyemde kilit bir yerde durduğundan-, Tarkovsky’nin Stalker’ı (1979), Zemeckis’in Cast Away’i (2000) -bu ikisinin finallerinin zihnimde beliriverme sıklığına ben de şaşıyorum- ve Coenlerin Barton Fink’i (1991). Memleket sağ olsun, Atıf Yılmaz’ın Değirmen’ini (1986) bir süredir çok sık anıyor, anımsıyorum. Fellini filmografisi de tamamı tek bir filmmişcesine kafamda dolanır durur.


“İzlemekte geç kaldım.” dediğin bir film?

Ermanno Olmi’nin Il Posto’su (1961). Filmi hayranlıkla izlerken bir yandan da kendime kızmakla meşguldüm.


“Hiç sevmedim, seveni de sorguladım.” dediğin film?

Son birkaç yılda çok var, hiç saymaya kalkmayayım. O kadar çok var ki sonunda kendimi sorgulamaya başladım.


Müziğine tutulduğun bir film?

Tek tek filmlerden örnek vermek zor, herkesin bildiği örnekleri yinelemek de anlamsız geliyor doğrusu. Ennio Morricone, Atilla Özdemiroğlu ve Trent Reznor / Atticus Ross gibi birkaç isim sayıp “Bunların imzasının olduğu müziklerin çoğu” deyip geçebilirim. Fakat klasiklerden Allonsanfàn’ı (1974), pek dikkat çekmemiş olanlar kategorisinden Michael Clayton’ı (2007), bizden Canım Kardeşim’i (1973), aksiyon âleminden ise The Bourne Ultimatum (2007) ve Mission: Impossible – Fallout’u (2018) söylemezsem müzik dinleme istatistiklerime ayıp etmiş olurum.


Dizisi olmalı dediğin bir film?

Tam “Zodiacın (2007) dizisi olmalı” diyeceğim, Zodiac’ın dizisinin olduğunu, adına Mindhunter dendiğini ve David Fincher’ın onun 3. sezonu yerine The Killer’ı çektiğini hatırlayıp üzülüyorum. 


Önden kendini hazırlamayı gerektiren bir film?

Bu konuda kafam karışık. “Kendini hazırlamayı gerektiren film mi olurmuş” ile “İnsan her filme kendini hazırlamalı” gibi iki uç arasında gidip geliyorum. Genelde filme hazırlıksız yakalanmayı, sonrasında ister veya ihtiyaç hissedersem hazırlanıp tekrar seyretmeyi tercih ediyorum. Önden hazırlanmaktansa sonradan demlemek daha doğru sanki. Film insanı sonrasına hazırlamalı.


Hakkı verilmemiş / yeterince anlaşılmamış olduğunu düşündüğün film? 

Belki yıllara yayılan belalı çekim, kurgu ve gösterim sürecinin de etkisiyle az konuşulup az sevilen Margaret (2011, Kenneth Lonergan), “büyüme çağı filmi” denen ve son on yılda iyiden iyiye suyu çıkan bir türe nefis taklalar attıra attıra sonunda o türe ait olmaktan çıkan, dahice ama (maalesef?) bunu belli etmeyecek kadar iddiasız duran, uzaylı eli değmiş, tuhaf bir film.


“Bu bir film değil, bu bir deneyim” dediğin film?  

Eskilere gitmeyip son 10-15 seneye ufak bir torpil yaparsam, Todos vós sodes capitáns / You All Are Captains (2010, Oliver Laxe), Cameraperson (2016, Kirsten Johnson) ve A metamorfose dos pássaros / The Metamorphosis of Birds (2020, Catarina Vasconcelos), izlerken yavaş yavaş yerden yükseliyormuş gibi hissettiğim üç film.


Şu sıralar en çok merak ettiğin film? 

Megalopolis (2024, Francis Ford Coppola). Ya başyapıt ya felaket olacak herhalde. Umarım ilkidir.