Vigdis Hjorth romanı Miras üzerine

Vigdis Hjorth’un Norveç’te büyük ses getiren, çok satan ve çokça tartışılan romanı Miras; bir aile portresinin arka planını resmederken gerçeklere dayalı bir travma hikâyesi anlatıyor. 2021’de Siren Yayınları tarafından, Dilek Başak çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştı.

Ne hakkında? Hikâye ne?

Bir babanın ölümü ile açılan ilk perde, bir ailenin savsaklığının bitmeyen kakofonisi ile iç içe geçiyor. 50’li yaşlarda olan, tiyatro eleştirmenliği yapan Bergljot; partneri, çocukları, torunları, dostları ile örülü dünyasında yaşama gücü bulmaya çalışırken bir miras meselesiyle canlanan geçmişi, aile içi istismar gerçeğini açığa çıkarır. Yıllar içinde ailesinin bir kısmıyla yüzleşme cesareti bulsa da varlığıyla, hikâyesiyle yok sayılmasının ardından onları ardında bıraktığını düşünüyor. Aile ilişkilerinde travmanın izleklerine odaklanan bu hikâyede, görünürlük ve inandırıcılık savaşının tam ortasında duruyoruz.

Zaman dilimi ve mekân

Nordik kıyılarından, genelde göz alıcı fiyortları ile nefes kesmesine alışkın olduğumuz bir yerleşim yerinde; Norveç’teyiz. Karakterin son birkaç ayı merkezde olsa da makaranın ucu geçmişe uzanıyor, kişisel tarihte başrol -bir kez daha- çocukluğa veriliyor.

Okumadan önce bilmemiz gerekenler

Hjorth’un Norveç’te 20’den fazla üretimi olsa da Miras, yazarın Türkçe’ye çevrilen tek kitabı. Romanın anlatıcısı Bergljot; Hjorth’un kendi otobiyografisinin pek çok unsurunu paylaştığı ve kitap doğrudan birinci tekil şahıs ağzından yazıldığı için, Norveç’te “virkelighetslitteratur” denilen “gerçeklik kurgusu” türünü kullanmayı tercih ediyor. Ancak bu  kavram, aile tarihi ayrıntılarını kurmaca eserlerde kullanma etiği üzerine birçok tartışmayı ateşlemiş durumda. Hjorth’un kitaptaki gibi insan hakları avukatı olan kız kardeşi Helga, “narsist bir kardeşin ‘dürüst olmayan’ otobiyografik öyküsünün yansımalarına” Fri Vilje (Özgür İrade) adlı bir roman yazarak cevap veriyor. Anneleri Inger ise, kitabın uyarlamasını sahneleyen bir tiyatroya karşı yasal işlem başlatarak, hikâyeden etkilenen her bir aile üyesi için tazminat talep ediyor. 

Hjorth, The Guardian’a verdiği demeçte bir gün doğrudan ailesi hakkında yazacak olursa, gerçek isimlerini kullanacağını söyleyerek konuya açıklık getiriyor. Yazma sürecine yanıtlamak istediği acil bir soru ile başladığını ve bu seferkinin çıkış noktasının “Kimsenin dinlemek istemediği önemli bir hikâyesi varsa, o kişinin sesi nasıldır?” olduğunu ekliyor.

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

“Neden?”, kitabın içinde en sık göze çarpan soru kelimesi ama işin aslı Bergljot neden bu travmatik olayın onun başına geldiğini, hiç kendine acıyan/suçlayan bir yerden sormuyor. Mağdurların kendine dönük yıkıcılığı akılda tutulsa da özdeşimin bu kanaldan yapılması istenmiyor. Görev psikanaliz divanlarına teslim ediliyor. Aralara giren Freud ve Jung alıntıları bu nedenle kolayca yerine yerleşiyor; karakterin rüyaları, gerçekliği nasıl algıladığına dair ifade alanını genişletiyor. Öte yandan Miras, yönünü istismar eden ile mağdur olanın hesaplaşmasına değil; suça izin verene, mağdurun hikâyesini dinlemeyene, kabul etmeyene döndürüyor. Ana karakteri üzerinden suç karşısında bir şey yapmamayı, bu bilinçli tercihi alenen eleştiriyor.  

En az neyi sevdin?

Özellikle iki kardeşin inkârına ve annenin görünmezliğine açıklık getiren kimi motivasyonların ve sınır kavramının bağlamının, fazla doğrusal kurulduğunu düşündüğüm yerler oldu. 

Yazıma dair neler söyleyebilirsin? 

Bazı sayfalarda tek bir cümle ya da sadece alıntılar varken, bazı sayfalar hızlı bir zihin akışı formunda ilerliyor. Kitabın belli bölümlere ayrıldığı ve geçmiş/şimdi/gelecek biçiminde lineer bir akış izlediği söylenemez. Bu yüzden en başında hangi ânın içinde, tartışmaların neresinde olduğunuzun tarihini tutmak zorlaşabilir. Ama bu his kısa sürede geçiyor, kitabın sonunda günlük bir konuşma ile şimdiye, labirentin çıkışına ulaşılıyor. 

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

Yaklaşık iki günde biten süresini göz önüne alırsam sürüklenerek. İçerilerde dolanan yılanların tarif ettiği yoldan ilerlersem sürünerek. 

Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu? 

Bir süre için hayır, kitabı sindirmenin gerekli olduğunu düşündüm. Yine de kitapta etkilendiği sayfaları hiç acımadan kıvıran bir okuyucu olarak, bolca kat oluşturup bitirdiğimi söyleyebilirim. Özellikle orta blokta yer alan, insanın iki ruh hâli içinde birden bulunabileceği; son derece mutsuz, huzursuz, derinden sarsılmış olsa bile yine de bir mutluluk ânı yaşayabileceği, hatta son derece mutsuz olduğundan bunu çok yoğun deneyimleyebileceği inancı yüzüme fena çarptı.

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu?

Norveç dilini hatırlamak ve Norveççe isimlerin okunuşunu öğrenmek için Google’a düştüm. 

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Miras, hem kuşaklararası hem kültürel anlamı içine katan, partiyarkada babanın gücünü hatırlatan, ezici bir isim. Başta fazla sade gelmiş olabilir, yeniden düşünün. 

Bu kitabı seven şunu da sever

Knut Hamson’dan Açlık ve Per Petterson’dan At Çalmaya Gidiyoruz, İskandinav edebiyatına iyi bir referans. Bunun yanında Margarett Atwood’un Kör Suikatçi’si bir ailenin çöküşü, odağına aldığı kız kardeş ilişkisi, kendine özgü anlatım tekniği gibi kimi mefhumları ile pişman etmeyen bir tercih olacaktır.

Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?

Gezegenin yok olmasına, yeryüzünden hikâyelerimizin silinmesine bir gün kalsa sizinle nerede karşılaşırız? 

Formu dolduran: Esin Çalışkan