Yazarların değil, eserlerin temsilciliği: Levent Kazak, Senaryo Stüdyosu’nu anlatıyor

Senaryo Stüdyosu, “Sadece bir okul değil, yazarlar için üretim hedefli bir proje geliştirme platformu” olarak tanımlandı ve 2004’te kurulmuştu. Şimdi ise uzun yılların ardından kapsama alanını genişleterek yeniden faaliyete geçti. Özgün yaratıcı fikirlerin geliştirilip izleyicisi, dinleyicisi veya okuyucusu ile buluşmasını hedefleyen platform dört kategoriye ayrılıyor ve alanında uzmanların rehberliğinde, canlı video konferans üzerinden gerçekleştiriliyor.

Senaryo Stüdyosu’nun kurucularından Levent Kazak oluşumun motivasyonlarından, amaçlarından ve faaliyetlerinden bahsederken; senarist kimliğiyle kişisel yolculuğunun nasıl başladığına ve yeni medya türleri hakkındaki fikirlerine de parantez açtı.

Röportaj: J. Hakan Dedeoğlu

Senaryo Stüdyosu’nun çıkış noktası neydi? Sence nasıl bir açığı dolduruyor?

Senaryo Stüdyosu içerik üretim odaklı bir platform olarak kuruldu ve hikâye ile yola çıkılabilecek her türlü ürünü hedefliyor; tiyatro oyunu, film/dizi senaryosu, podcast, roman gibi alanlarda üretim danışmanlığı servisi ve Senaryo Stüdyosu’nda geliştirilen hikâyelere temsilcilik hizmeti veriyoruz. Kalemine güvenen ve bu hizmetler için bütçe ayırmayan/ayıramayanlar için de sponsor buluyor, projelerini yapımcılarla buluşturuyor, sponsorlu atölyelerde profesyonelliğe geçişlerini sağlıyoruz. Sektöre yeni yetenekler kazandırmak, yollarını açmak gibi bir amacımız var. 

Hayali ne olanlar Senaryo Stüdyosu’na gelmeli?

Yazarlığı, hayal kurmayı meslek olarak seçen herkese katabileceğimiz bir şeylerin olduğu inancındayız. 

Senaryo Stüdyosu olarak gerekli bağlantıları olmayan birçok kişiye senaryosunu, fikrini kanallara, mecralara ulaştırma imkânı sağlıyorsunuz. Elbette her senaryonun nihayete ermesi gibi bir şans söz konusu olmasa da bence bu çok heyecan verici bir misyon üstleniyorsunuz. Oradaki süreci biraz anlatabilir misin?  

Teknik olarak şöyle; katılımcıların öncelikle ellerinde geliştirmek istedikleri bir hikâyeleri ve bu hikâyenin onlara ait olduklarını belirten bir belgeleri olmalı. Bu noterden ya da bir meslek birliğinden alınacak tasdik, ya da online alınabilecek bir zaman damgasına kadar farklı formatlarda olabilir. Hikâyeleri böylelikle yazarla birlikte geliştirmeye başlayıp; hikâye, tretman ya da ilk draftı, çeşitli aşamalarda yapımcılara sunuyoruz. Burada yazarların değil, eserlerin temsilciliğini yapıyoruz.

Senin senaryo yazımına merakın nasıl başladı? İlk denemelerin nasıldı? 

Tuhaf bir hikâyesi var. Ben 80’lerde başlayan korsan video döneminde hem okula gidiyor, hem de İngilizce’den film çevirileri yapıyordum. “Elma Video” diye bir yer vardı Şişli’de, butik gibi bir şeydi aslında ama üst katta cihazlar betamax kasetlere film dolduruluyordu. Patron bir gün bana Hintçe filmler verip bunları çevir deyince ona Hintçe bilmediğimi söyledim, o da çeviri başı 3’se 5 ödüyoruz dedi. Ben de kabul ettim ve sallaya sallaya yazmaya başladım tabii. Yazdığım ilk senaryolar bunlar, 20-30 tane kafama göre yazdığım Hint filmi. Çok ayıp tabii ama yapacak bir şey yok.  

Türkiye’deki kanal ve yeni platformların daha yenilikçi, alışılmışın dışına çıkan senaryo fikirlerine açık olduğunu düşünüyor musun? Peki seyirci?

Bilmiyorum, göreceğiz. Seyirci tabii ki hazır, dünyayı takip ediyorlar, çıta çok yüksek. Ama bir yandan da sansür var. Sinsi bir sansür bu, kuralları yok. Sadece siyaset değil, gündelik hayat alışkanlıklarından ilişki biçimlerine kadar her şeye karışıyor. Zor bir durum. Yeni medyalar peşindeyim. Podcast’in, kurmaca podcast’in oldukça özgür bir alan olduğunu düşünüyorum mesela. Yazılan her şey birbirine dönüşebilir, özü hikâye çünkü. Kitap podcast’e, podcast diziye, dizi filme, her şey geçirgen. Film olmayan, çok “meraklısı için” kaçan senaryolar podcast’e çevrilebilir, hatta öncesinde bile yapılabilir bu, pilot gibi.  

Bu anlamda son dönemde beğendiğin, takip ettiğin yerli senaryolar var mı?

Pandemi döneminde ne olacak? Berkun’un (Oya) işi var aklıma gelen. Onun kalemini, diyaloglarını seviyorum.