Yüzyüzeyken Konuşuruz’un New York macerasını konu eden mini belgeselin yaratıcısı Jay Sansone hattın diğer ucunda
Solist Kaan Boşnak ve ekibinin uzundur beklenen yeni teklisi “Kazılı Kuyum”, Sony Music etiketiyle 10 Ocak’ta yayınlanmıştı. Red Bull Müzik Stüdyoları, New York’ta kaydedilen “Kazılı Kuyum”, Yüzyüzeyken Konuşuruz diskografisinin ilk analog kaydı olma özelliği taşıyor.
Fotoğraflar: Kevin Pineda
Müzisyenleri iş üstündeyken izlemek (genellikle) merak uyandırıcı ve ilham verici olmuştur. İşte Red Bull Stüdyoları’ndaki kayıt için New York’un yolunu tutan Yüzyüzeyken Konuşuruz’un bu macerası da dinleyiciye mini belgesel formatında sunulmak üzere incelikle takip edildi. Red Bull Sunar: New York’ta Bir Analog isimli Jay Sansone imzası taşıyan bu mini belgesel redbull.com.tr’de artık yayında! Grubun “Kazılı Kuyum”u kaydetme sürecinin arka planını ve çeşitli New York mekânlarında takılmalarını gösteren filmi buraya tıklayarak hemen izleyebilirsiniz.
Yönetmen Jay Sansone ile gerçekleştirdiğimiz ve bizi paylaştığı detaylar ve fotoğraflarıyla New York’ta Bir Analog’un kamera arkasına ışınlayan röportajımız ise aşağıda sizleri bekliyor.
10 yılı aşkın süredir New York’ta iş üreten yönetmen ve fotoğrafçı Jay Sansone, kurucularından olduğu Human Being Media ile aralarında People, Rolling Stone, CNN, NPR, The Bonnaroo Music and Arts Festival gibi mecra ve organizasyonların yer aldığı kabarık bir müşteri listesinin altına imzasını atıyor. Aynı zamanda yazarlık da yapan Jay Sansone, Yüzyüzeyken Konuşuruz ile New York’ta geçirdiği zamana dair detayları, kameralarına yön veren unsurları ve kariyerine dair merak ettiklerimizi paylaşıyor.
Müzik videosu alanındaki kariyerin nasıl başladı?
Bu alanda çalışan birçok yönetmen gibi ben de ufak adımlarla, New Yorklu gruplara klip çekerek başladım. Klip çekmek isteyen bir grupla karşılaştığımda, eğer ayırabilecek ufacık da olsa bir bütçeleri varsa hemen durumu fırsat biliyordum. Klip çekecek grup ve müzisyen bulmak için craigslist ve gazete ilanlarını bile takip ediyordum. Çoğu iyi çıkmasa da birkaç tane sıkı grupla tanıştım. Bir grup daha büyük bir gruba, o grup daha da büyük bir gruba ve nihayetinde bir plak şirketine beni yönlendirdi.
Ama Tennessee’deki Bonnaroo Music and Arts Festival’a gizlice kamera soktuğum güne kadar klip yönetmeni olarak pek de sükse yapmış değildim. Bu festivalde kendi deneyimim üzerine bir kısa film hazırladım ve bu film viral oldu. Kısa bir sonra neredeyse Amerika’daki tüm festivaller için videolar hazırlıyordum. Böylece devamı gelmeye başladı.
Artık MTV yok. Ne yazık ki müzik klipleri de 20 yıl önce olduğu kadar popüler değiller. Ama onları daima sevmeye devam edecek ve yapmak için çabalayacağım. Deneysel film yapımı adına en doğru mecralardan biri müzik klipleri.
Yüzyüzeyken Konuşuruz’un Red Bull Müzik Stüdyoları, New York’taki kayıt süreci için hazırladığın videonun çekim sürecinden biraz bahsedebilir misin? Çekimler aşağı yukarı ne kadar sürdü? Tüm kayıt süreci birlikte mi takıldınız? Stüdyo dışı çekimleri nasıl planladın?
Bir grubu çekmeden önce onlarla birlikte vakit geçirmeyi çok önemsiyorum. Böylece çekim başlamadan önce birbirimize karşı rahat hissetmeye, birbirimize güvenmeye başlayabiliyoruz. Kamera karşısında kendini rahat hissetmeyen birini çekmek felaketle sonuçlanabiliyor ve benim için bunun önüne geçmek çok önemliydi. Ne yazık ki grupla yakınlaşmak için çok uzun vaktim olmadı. İstanbul’dan geldikten kısa sonra kayda gireceklerdi. Dolayısıyla buraya ilk vardıklarında bir şeyler içip caz dinlemek onlara kendimi tanıtmak ve kameraya alıştırmak için hazırladığım planın önemli bir parçasıydı. Bir hikâye anlatıcısı olarak onların güvenini kazanmak benim için en önemli mesele. Asla onları sömürmek ya da onlar üzerlerinden para kazanmak gibi bir niyetim olduğumdan değil. Sadece bu deneyimlerin anlatmak için harika hikâyelere dönüşeceğine inanıyorum ve bunu tüm dünyayla paylaşmak istiyorum.
Üç kameraman, sesçi, prodüktörler ve asistanlardan oluşan ekibimle stüdyoya vardığımızda kaydın her ânını çekmek için hazırdık. Elbette ben Türkçe konuşmayı bilmiyordum. Grup da İngilizce konuşsa bile kendi aralarında konuşurken haliyle ana diline geri dönüyordu. Aslında yönetmen olarak kayıt stüdyosunda olan her şeye hâkim olmaya ihtiyaç duyuyorum. Böylece kameraları nereye çevirebileceğimi kestirebiliyorum. Bunu başarabilmek için sesi dinleyen ve benim kulağımdaki gizli kulaklığa konuşmaları tercüme eden bir çevirmenim vardı. Anlayacağınız konuşulanları sadece üç saniyelik bir gecikmeyle takip edebiliyordum.
Nihayetinde kayıt odasındaki enerjiyi aktarmaya çalıştık. Ne kadar rahat olursanız olun, yaratıcı bir iş yaparken size dönük üç kameranın olması biraz sinir bozucu olabiliyor. Dolayısıyla bunu da göz önünde bulundurarak doğru bir akış yakalamaya çalıştım.
Yüzyüzeyken Konuşuruz’a dair en özel unsur, grubun her bir üyesinin kendi alanında çok çok iyi olması. O yüzden tek yapmamız gereken “duvardaki sinek olabilmek” ve sürece uyum sağlayabilmekti. Çekim yaparken odadaki enerjinin ne zaman sönümlendiğini ve ne zaman yükseldiğini hissedebiliyoruz. Yaratıcı bir sürecin ortasındayken bu enerji dalgalanmasını takip etmek büyük önem taşıyor. Onun tamamını kameralarla yakaladığınızdan emin olmanız gerekiyor.
Dış etmenlerden bahsedecek olursak videoya eşlik edecek müziğin yarı-canlı, yarı-emprovize bir histe olmasını istediğimize karar vermiştik. Bu nedenle grubu güzel bir lokasyonda enstrümanlarıyla takılırken çekmek bunu oluşturmak için çok aklımıza yattı. Böylece onları stüdyo dışında bir arada görme fırsatını da yaratabilecektik. Grubun şiirsel liriklerini göz önünde bulundurduğumuzda çekim mekânı olarak Washing Square Park’ın harika bir seçim olacağını düşündük. Washington Square Park, New Yorkluların en şiirsel mekânı.
İlave olarak grubu Brooklyn’deki gitar dükkânına götürdüm. Burası son birkaç yıldır sık sık uğradığım bir vintage ve klasik gitar dükkânı. Takılmaları için güzel bir mekân olacağını ve oradaki enstrümanların ilgilerini çekeceğini düşündüm. Haklı çıktım.
Biraz bundan bahsettin ama bu mini belgeselin yönetmeni olarak süreçte sana en büyük yol gösterici ne oldu?
Benim için en önemli unsur, kameranın müzik yaratım sürecinin önüne geçmemesiydi. Bizim görevimiz bu muazzam yetenekli müzisyenlere işinin başındayken tanıklık etmekti.
Bir diğer çok önemli unsur da grubun her üyesinin süreçteki hallerini ayrı ayrı yakalayabilmekti. Grubu öncesinde beraber takılmaları, deneyler yapmaları ve müzikal olarak rahat olmaları konusunda teşvik ettik. Bastıkları her nota filme dahil olma potansiyeli taşıyordu.
Human Being Media’da bugünlerde nelerle meşgulsün? Paylaşmak isteyeceğin duyuruların var mı?
Şu an The Revivalists grubunun Muscle Shoals, Alabama’da bulunan ünlü FAME Studios’daki kayıt sürecini de konu eden bir belgesel üzerine çalışıyoruz. Aretha Franklin, bu stüdyoda kayıt yapmıştı. Saygılarımla!