Londra Occupy çadırlarının “insansız” belgeleri: Ben Roberts

Occupy protestocuları, toplumsal eşitlik talebi ile New York’taki Zuccotti Park’ını işgal ettiğinden beri beş sene geçti. Daha sonra onlarca ülkeye sıçrayan eylemlerin İngiltere ayağındaki işgal noktalarından biri Londra’daki St. Paul Katedrali’nin bahçesiydi. Ben Roberts, eylemler esnasında protestocuların çadırlarının içine girip insansız olarak fotoğraflayarak “Occupied Spaces” isimli bir seriye imza atmıştı. Sanatçı ile Occupy hareketinin dünü bugünü ve eylem fotoğrafçılığına yaklaşımına dair söyleştik.

Röp: Yiğit Atılgan – Çeviri: İhsan Tarık

Occupy protestocularının Londra’daki St. Paul Katedrali önünde bir toplu direniş kampı kurmasının üzerinden beş yıl geçti. Protestocuların bu direnişi başlatmalarındaki amaç ve hedeflerini hatırlatabilir misiniz?

15 Ekim 2011’de başlayan Londra direnişi, aynı sene 17 Eylül tarihinde başlayan Wall Street direnişine destek olarak ortaya çıktı. Dünya genelindeki “hakiki demokrasi” yetersizliğine ve sosyal eşitsizliğe karşı başlatılan küresel direniş hareketinin öncelikli amacı, sosyal ve ekonomik adaleti sağlamak ve yeni bir demokrasi anlayışı ortaya koymaktı. Kampta, İngiltere’deki Uncut ve İspanya’daki 15M hareketinin Londra kolunun da içinde olduğu farklı protesto grupları bir araya geldi. Grubun asıl amacı Londra Borsası önünde geçici bir protesto kampı kurmaktı ancak bu eylem önceden alınmış tedbirler nedeniyle engellendiği için kamp daha görünür ve dikkat çeken bir yer olan St. Paul Katedrali önünde ve çevresinde konuşlandı.

16 Ekim’de 500 kişilik protestocu grubunun ortak görüşünden yola çıkılarak ilk bildiri yayınlandı:

  1. Antidemokratik ve adaletsiz olan mevcut sistem hiçbir şekilde sürdürülemez. Alternatiflere ihtiyaç duyuyoruz ve burada bunları oluşturmak için çalışacağız.
  2. Her tür etnik kimlik, köken, toplumsal cinsiyet, nesil, beceri, engel ve inançtanız. Dünya genelindeki direnişlerle omuz omuza duruyoruz.
  3. Bankaların içerisinde bulundukları ekonomik krizin maliyetini üstlenmeyi reddediyoruz.
  4. Kemer sıkma politikalarının elzem ya da kaçınılmaz olduğunu kabul etmiyoruz. Küresel vergi adaletsizliğine ve demokrasinin halk yerine şirketleri temsil etmesine bir son verilmesini talep ediyoruz.
  5. İşleyişlerini düzenledikleri kuruluşlardan gerçek anlamda bağımsız olan regülatörler istiyoruz.
  6. 30 Kasım grevini ve 9 Kasım öğrenci hareketini; sağlık ve eğitim hizmeti alma, istihdam edilme haklarımızı koruyan, savaş ve silah tüccarlığı karşıtı tüm girişim ve eylemleri destekliyoruz.
  7. Gerçek küresel eşitlik yönünde yapısal değişikliklerin yapılmasını istiyoruz. Mevcut kaynaklar ordu, şirket kârları veya zenginler için değil; insanları ve gezegeni korumak için kullanılmalıdır.
  8. Toprağı, denizi ve havayı kirleten mevcut ekonomik sistem, doğal türlerin kitlesel kaybına yol açmakta ve insanlığı geri dönüşü olmayan bir iklim değişikliği felaketine doğru sürüklemektedir. Bu yüzden, şimdiki ve gelecek nesillere yararı dokunacak pozitif ve sürdürülebilir bir iktisadi sistem için çağrıda bulunuyoruz.
  9. Küresel çapta ezilenler ile dayanışıyor ve hükümeti zararlı ve baskıcı eylemlerine son vermeye davet ediyoruz.

“MEDYA, DİRENİŞ KAMPINDAKİ ÇADIRLARI BOŞ GÖSTERMEK İÇİN TERMAL KAMERALARLA ÇADIRLARI İÇİNDE UYUYAN İNSANLAR OLMADAN FOTOĞRAFLIYORDU AMA ORTADA FOTOĞRAFLARIN GERÇEK OLUP OLMADIĞINA VEYA NE ZAMAN ÇEKİLDİĞİNE İLİŞKİN HERHANGİ BİR BİLİMSEL KANIT YOKTU.”

Kampı fotoğraflama kararını işgal eylemi medya tarafından küçümsendikten sonra karar verdiniz. Sizi harekete geçiren tam olarak neydi?

Bisikletimle gezinirken birkaç kez Londra’daki direniş kampının önünden geçmiştim ve buranın faal bir direniş merkezi olduğunu fark etmiştim. Sağ görüşlü bazı gazeteler (The Telegraph ve Daily Mail) çadırların gece yarısı boş olduğunu iddia eden haberler yayınlıyorlardı. Bu durumun pek akla yatkın olmadığını düşünüyordum. Medya, direniş kampındaki çadırları boş göstermek için termal kameralarla çadırları içlerinde uyuyan insanlar olmadan fotoğraflıyordu ama ortada fotoğrafların gerçek olup olmadığına veya ne zaman çekildiğine ilişkin herhangi bir bilimsel kanıt yoktu. Kamp yapmayı ve uzun tatiller boyunca çadırda kalmayı sevdiğim için çadırların içindekilere baktığımda orada birilerinin düzenli bir şekilde kalıp kalmadığını da anlamamın zor olmayacağını düşündüm. Çadır içlerinin basit mimari fotoğraflarının medyanın kullandığı suçlayıcı imgelerle mücadele etmek için etkili bir yöntem olabileceğini fark ettim. Fotoğraflardaki insaniyet izleri tayin edici bir kanıt teşkil edecekti.

İnsanların çadırların içerisindeki özel alanlarına girerken hiç sorun yaşadınız mı? Protestoculara nasıl yaklaştınız?

Medyanın “direniş karşıtı” tutumu, fotoğrafçı ve gazeteciler ile karşılıklı güven duygusunun oluşmasını zorlaştırıyordu. Bu yüzden, proje fikrimi önce kamptaki medya ve iletişim temsilcileri ile paylaştım. Daha dengeli yayınlar olarak görülen The Guardian ve Financial Times gazetelerine freelance bir şekilde katkıda bulunuyor olmam muhtemelen güvenlerini kazanmamı sağladı. Projeyi oluşturan bütün fotoğrafları 31 Ekim 2011 gününün akşamında çektim. Müşterek alanlara ulaşmak nispeten kolaydı, yapmam gereken tek şey insanlarla açıkça konuşmak ve fotoğraf çekerken çadırlarını sadece 30-40 saniye kadar boşaltmalarını rica etmekti. Çok hızlı hareket ettim; tripodum yoktu ve çadırların içini aydınlatmak için sadece bir el flaşı kullanıyordum. Asıl sorunu insanların uyumak için kullandıkları daha hususi çadırlara girme konusunda yaşadım. Projemin ne olduğunu ve neden onların fotoğraflarını çekmek istediğimi anlatmak zor değildi ancak bazı protestocuların geçici ev olarak kullandıkları bu çadırlarda fotoğraf çekmeme dair çekimser olmaları anlaşılırdı. İnsanlara karşı oldukça saygılı davranmaya çalıştım; çadırlarının fotoğrafını çekmemi istemediklerinde onları zorlamadan teşekkür ederek şansımı denemek için diğer çadırlara yöneldim. Neyse ki konuştuğum pek çok insan projemin içeriğini anladı ve çadırlarının içini fotoğraflamama izin verdi. Varlığıyla yaptığım işin meşruluk kazanmasına yardımcı olan Londra Direnişi medya ekibinden Naomi Colvin’in bana eşlik etmesi işimi kolaylaştırdı. Naomi, daha sonraki dönemde de Occupied Spaces kitabımda yayınlanan bir deneme kaleme aldı.

“PROTESTOCULARI ÇADIRLARI İÇERİSİNDE FOTOĞRAFLAMAK ÇOK KOLAY OLABİLİRDİ ANCAK OCCUPY HAREKETİNİN BASMAKALIP YORUMLANIŞLARINDAN KAÇMAYA KARARLIYDIM.”

Bu tür protestoların politik ruhunu yakalarken insan faktörü her zaman ön plana çıkıyor. Siz ise insan faktörüne insanların olmadığı karelerle dikkat çekmeye karar verdiniz. Bu kararı nasıl aldınız?

Yaptığım işlerin çoğunda bir şekilde portre yöntemi kullanıyorum ancak “Occupied Spaces” projesinin öncesindeki dönemde İspanya’daki ekonomik krizin ülke genelindeki yansımalarını ortaya koyan uzun vadeli bir proje üzerinde çalışıyordum. Vaktimin çoğunu İspanyol şehirlerini çevreleyen banliyölerde yürüyüş yaparak ve inşaat sektöründeki yükseliş ile ardından gelen çöküşün yarattığı insan müdahalesi şeklindeki yaraların izlerini tarayarak geçiriyordum. O dönemde çektiğim fotoğrafların çoğunda insanlar değil; o uç diyarlarda yaşayan insanların izlerini taşıyan kalıntılar vardı. Londra Direniş çadırlarının içleri o kaotik uç diyarlarından daha derli toplu olmasına rağmen daha başlamadan fotoğrafların benzer bir şekilde işleyeceği benim için aşikardı.

Protestocuları çadırları içerisinde fotoğraflamak çok kolay olabilirdi ancak Occupy hareketinin basmakalıp yorumlanışlarından kaçmaya kararlıydım. Bu esnada direnişçilerine dair çeşitli portre seriler dolaşıma girmişti (özellikle New York’taki Occupy Wall Street kampından) ve ben bu yaklaşımı takip etmenin tartışmaya en azından görsel açıdan bir katkıda bulunmayacağını hissettim.

Çadırların içinde karşılaşmayı umduğunuz herhangi özel bir şey var mıydı yoksa kameranın gördüğüne müdahale etmemeyi mi tercih ettiniz? Kameranız ummadığınız hangi kareyi ya da hangi olayı yakaladı?

Fotoğrafını çektiğim tüm alanlar müdahale edilmeden, bulunduğu gibi görüntülendi. Bu kuralın dışında kalan tek yer Barış Çadırı’ydı; bu çadırın sahibi fotoğraf çekiminden önce uyudukları alanı toparlamayı tercih etmişti. Buna karşı gelmenin pek makul bir davranış olmayacağını düşündüm. Bu projede temel amacım direniş çadırlarından oluşan kamp alanını kendi içsel düzensizliğiyle yakalamaktı. Elinizde insanların uyudukları, kıyafetlerini değiştirdikleri ve özel eşyalarını sakladıkları sınırlı bir alan mevcut. Zaman geçtikçe protestocuların çoğu kişisel alanlarını düzenlemekte daha rahat davranmaya başlarlar. Tekil nesneler kendi yerlerine sahip olsa da, tertemiz ve dağınık olmayan bir çadıra nadiren rastlarsınız.

Bazı fotoğraflara daha yakından bakınca göze çarpan ek öğeleri seviyorum. Toplu kullanım alanları, birbiri ardına oraya yerleşen sakinlerin geride bıraktıkları veya unuttukları eşyalardan ve atıklardan oluşan yapay ve karmaşık bir ekosistemi de bünyesinde barındırıyor. Bu ekosistemi oluşturan şeyler arasında çiçek demetleri, sigara izmaritleri, kişisel gelişim kitapları vardı. Ya da çadırlarda bulduğum “Fotoğraf Yasak” anlamına gelen bir işaret, “Polisle ve diğer saldırganlarla nasıl başa çıkılır?” başlıklı bir döviz, üzerinde “Beni Ye” yazan bir gülen surat ve buna cevap olarak altına el yazısıyla kargacık burgacık yazılmış “Memnuniyetle, ne zaman geri dönersin?” gibi şeyler.

Bu seriye fotoğraf tekniği ve kompozisyon açılarından nasıl yaklaştınız?

Proje ile uğraşırken West London Üniversitesi’nde tam zamanlı fotoğraf teknisyenliği yapıyordum ve aynı zamanda Londra maratonu için hazırlanıyordum. Oldukça yoğun bir dönemdi ve kişisel projelerime ayıracak çok fazla vaktim olmadığı için çekimi tek bir günün akşamına sığdırmaya çalıştım. Sabah 9 ve akşam 5 arasında çalıştığımdan dolayı kampı sadece akşam saatinde fotoğraflayabilecektim, o yüzden karanlıkta çalışmam gerekiyordu. O nedenle basit bir yöntem izlemeyi tercih ettim, sol elimde fotoğraf makinesinin harici flaşını, sağ elimde ise fotoğraf makinesini taşıyordum. Makinenin görüntülere odaklanabilmesi için çadırların içini küçük bir el lambasıyla aydınlattım.

Flaş ışığı çadırların ana renklerini ortaya çıkaracaktı ve daha da önemlisi ışık sayesinde detayları daha kolay yakalayabilecektim. Kompozisyonların sade ve doğrudan olmasına çaba gösterdim, fotoğrafları çadırın kapısından girecek bir insanın göz hizasından çektim. Küçük çadırlarda dizlerimin üzerinde fotoğraf çekmek zorundayken daha büyük toplu çadırlarda ayakta durarak fotoğraf çekebiliyordum. Renkler ve içerik fotoğraflar arasında farklılık göstermesine rağmen projede bir bütünsellik de mevcut. Bu bilinçli bir tercih, zira tüm fotoğrafları birbirine bağlayacak bir tipografi öğesinin de var olmasını arzu ediyordum.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.