15 kısa film, 17 yönetmen: Yılmaz Özdil yanıtlıyor

Bant Mag. No:75 için kısa metraj çalışmalarıyla son bir sene içinde ses getirmiş kimi sinemacılara ulaştık, yanıt aldığımız 17’sine kısa film denen formata dair düşünüp konuşmak istediklerimizi bir bir sorduk: Son filmlerinin üretim süreci nasıl gelişti? Ne gibi tecrübeler edindiler? Onları harekete geçiren, hikâyelerini anlatmaya iten motivasyonlar neler? Kısa filmin Türkiye sinemasındaki konumunu nasıl yorumluyorlar? Festivaller ve ödül sistemi hakkında ne düşünüyorlar? Kısa film çekmek isteyip de fikir aşamasında kalanlara ne tavsiye ediyorlar? Kısa filmin geleceğiyle ilgili ne gibi öngörüleri var?

Barê Giran

Yönetmen: Yılmaz Özdil

Avdel, ailesini, Mardin Belediyesi bünyesinde çalıştırılan yaşlı eşeği Bozo’nun maaşı sayesinde geçindirmektedir. Belediye meclisi Bozo’yu “emekli edince”, Avdel genç bir eşek aramaya koyulur. Bu arada, savaştan kaçıp ona sığınan yeğeni Salih, dayısına yardımcı olmak için, Suriye’de bıraktığı genç eşeğini aramaya koyulur. Belgesel alanında üretimler yapmış akademisyen ve sinemacı Yılmaz Özdil’in ilk kurmaca projesi.

Yılmaz Özdil yanıtlıyor

“Günümüz sinema endüstrisinin karar verici mercilerinin, türüne bakmaksızın, bir filmin başarısını değerlendirirken kullandığı kriterlerin azımsanmayacak bir kısmının sosyo politik, ideolojik ve hatta şahsi olduğunu söyleyebilirim.”

Barê Giran’in hikâyesinin etrafında örüldüğü ‘Mardin’in çöpçü eşekleri’ teması, kısmen gerçekliği olan bir mesele. Bilindiği gibi Mardin Artuklu Belediyesi, motorlu araçların giremediği sit alanı olan Eski Mardin’in çevre temizliğinde tamamı belediyeye ait olan eşeklerden yararlanıyor. Hatta çalışamayacak kadar yaşlanmış olan bu eşeklerden üçünün ‘emeklilik törenini’ gösteren, Belediye Çevre Temizlik Müdürü’nün de katıldığı, 2017 yılında çekilmiş bir video bile mevcut. Ben de gerçeklik payı az olan ama daha çok Mardin’in turistik tanıtımını yapmak amacı ile çekilmiş olan bu videodan esinlenerek Barê Giran’in senaryosunu yazdım. Barê Giran’i bu videodan yola çıkarak sorduğum basit bir soruya verdiğim şahsi ve mütevazı bir cevap olarak nitelendirebilirim. Sorduğum soru şuydu; bir kentin veya kişinin medyatik imajının örtmeye çalıştığı veya örttüğü bir gerçeklik yine bu imaj üzerinden görünür kılınabilir mi? Sormamın sebebi ise, Mardin’in çöpçü eşekler üzerinden turistik tanıtımının yapıldığı o dönemde yaşandığına bizzat şahit olduğum bazı sorunların, özellikle de Suriyeli göçmenlerin yaşadıklarının, çok azının tekil olarak medyada konuşulmasıydı. Böylece, tarihi ve turistik bir kent olan Mardin’in medyatik imajının oryantalist bir bileşenine dönüştüğünü düşündüğüm ‘çöpçü eşekler’ meselesini, daha ağır ve gerçek bir mesele olan savaşa dayalı yoksulluk ve sınır mefhumunu anlatan bir hikâye etrafında yeniden işlemeye çalıştım.”

“Senaryosunu 2017 yılında yazdığım Barê Giran’in çekimlerine ancak 2018’in sonunda başlayabildim ve 2019 yılının başında bitirdim. Aslında para ve ekipman aradığım bu süre zarfında senaryo da peyderpey değişti, özellikle de sonu. Bu filmin yapımında Öğretim Üyesi olarak çalıştığım Mardin Artuklu Üniversitesi’nin desteği tetikleyici oldu. Çünkü senaryoyu yazdıktan sonra Artuklu Üniversitesi’nin Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü’nden toplam bütçemizin üçte birine denk gelen bir parasal destek aldım. Fakat bu destek sadece teknik ekibin ve ekipmanın bir kısmı için yaptığım masrafları karşıladığından çekim aşamasında zorluklar çektim. Eş-dost ve arkadaşların da yardımı ile normalde sekiz günde çekmeyi öngördüğümüz filmi beş günde çekerek bitirdik. Bu dönem boyunca yaşadığımız en büyük zorluğun, belediyeden çöpçü eşekleri birkaç saatliğine temin etmek olduğunu söyleyebilirim. Ama yine de filmin dağıtım sürecinin organizasyonu ve finansmanı konularının en zor ve sancılı evre olduğunu söyleyebilirim.”

“Estetik anlamda hikâye ve öyküye benzeyen kısa filmin, teknik anlamda deyim ve atasözlerine daha yakın olduğunu düşünüyorum. Zira kısa filmin anlatı yapısının da bu iki sözlü anlatım tarzının kullandığı anlatı stratejisinin bileşenleri olduğunu düşünüyorum. Gündelik dili kullanma, yoğun ve vurucu olma, az sözle çok şey anlatma ve kendi konusuna ilişkin söylediği şeyin meşruluğunu tamamen insani ve öznel deneyimler üzerinden sağlamaya çalışma gibi ilkeler üzerine kurulduğunu varsayabiliriz. Elbette bunların yanında, konusunun orjinalitesi, işlediği konu ile kurduğu ilişkinin inandırıcılığı ve hayata ilişkin nasıl bir geçmişe dayanarak hangi gelecek vizyonunu önerdiği gibi bazı noktalar da bir kısa filmin başarısını etkileyebilen unsurlardır. Tabii bunların hepsi filme içkin tarafsız bir değerlendirme yapılabilirse bir kritere dönüşebilir. Fakat günümüz sinema endüstrisinin karar verici mercilerinin, türüne bakmaksızın, bir filmin başarısını değerlendirirken kullandığı kriterlerin azımsanmayacak bir kısmının sosyo politik, ideolojik ve hatta şahsi olduğunu söyleyebilirim.”

“Türkiye’de kısa film çeken bir yönetmen için en büyük meydan okumanın ‘muhalif olmayı’ bir PR stratejisi olarak kullanan ama gerçekte sinema sektörünün köşe başlarını tutmuş ve her açıdan kendi çıkar ilişkilerini kurumsallaştırmış olan bir avuç sanatçı eliti aşma iddiası olduğunu düşünüyorum. Bir yandan, yeri geldiğinde kültürü ideolojik bir çatışma alanı olarak kullanırken, öte yandan kültürel üretimin sübvansiyonu konusundaki devlet politikalarının genç yönetmenler veya ‘kısa filmciler’ gibi korumasız azınlık gruplarının da lehine olacak şekilde açıkça düzenlenmemesinden keyiflerince yararlanarak kendilerinin defacto olarak yönettikleri düzeni daim kılmaya çalışıyorlar. Bu yüzden de kısa film veya ilk filmini çekecek olan yönetmenlerin kaderleri daha baştan problemli olan, rastlantısal olmayan özel ilişkilere dayalı haksız bir rekabet ortamının insafına bırakılmış durumda. Bunun önüne geçilebilmesi için, öncelikle Kültür Bakanlığı ve TRT gibi devlet kurumlarının, sinema destek fonlarının dağıtım süreçlerine dâhil ettikleri kişilerin aldıkları kararların şeffaflığını etik ve hukuki açıdan garanti altına alacak bazı düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bir projenin reddine veya kabulüne karar veren ilgili komisyonun kendi kararını gerekçelendirmesi ve bunu proje sahibi ile paylaşması bile çok önemli bir adım olacaktır. Yine her dönem kamusal yardım alan projelerin sahiplerinin o yardımları karara bağlayan komisyon üyeleri ile her türlü ilişkileri araştırılmalı ve periyodik olarak her komisyonun desteklemeye karar verdiği filmlerin ulusal ve uluslararası düzeyde ekonomik ve kültürel getirilerine ilişkin istatistiksel bilgiler kamuoyu ile paylaşılmalı.”

“Türkiye’de ne bağımsız sinemanın ne de ana akım sinemanın içinde veya himayesinde kısa film sektörü diyebileceğimiz bir sektör oluşmadığı için, kısa film de zorunlu olarak, uzun metraj film çekebilmenin, yani demin bahsini ettiğim defacto sisteme eklemlenmenin bir aracına dönüşmüştür. Ne yazık ki kısa filmcilere başka da bir yol bırakılmamıştır.”

“Uzun metraj filmler ile karşılaştırıldığında, kısa filmlerin genel itibari ile uluslararası film festivallerinde göreli olarak ‘daha objektif’ kriterlere göre seçildiklerini ve ödüllendirdiklerini iddia edebiliriz. Bu nispeten, kısa filmlerin genel itibari ile kendini dayatacak kadar isim yapmış uluslararası film şirketleri ve prodüktörlerin işin içinde olmadığı bir rekabet ortamına sahip olmalarından, nispeten de piyasa kuralları dışında kalmasında sakınca görülmeyen ‘marjinal’ bir sanatsal ifade alanına ait olmalarından kaynaklanıyor. Ancak bu söylediklerim, hiçbir şekilde kısa filmlerin bütün uluslararası film festivallerinde tamamen hakkaniyete dayanan, başka bir deyişle sadece filmin estetik ve naratif kalitesine göre belirlenmiş kriterlere göre seçilip ödüllendirildikleri anlamına gelmiyor. Sadece Barê Giran nezdinde bile değerlendirdiğimde özellikle de ulusal bazda, filmimizin hiç de sanatsal olarak değerlendiremeyeceğimiz nedenlerle birkaç festivale seçilmediğine, birkaçına da seçilmesine rağmen ödüllendirilmediğine dair duyumlar aldık. Tabii bunun tersi bir durumla karşılaştığımız festivaller de oldu. Özellikle bir iki yurtdışı festivalinde filmimizin sanatsal yönünden ziyade, işlediği konudan dolayı ilgi çektiğine şahit olduk.”

“Türkiye’de kısa filmcilerin profesyonel anlamda sadece bu işi yapıp geçimlerini sağlayabilecekleri kadar yeterli ekonomik getiri ve manevi doyum elde edebilecekleri oturmuş bir kısa film sektörünün varlığından bahsetmek zor. Kısa filmi görece bağımsızlaştıran internet faktörünün yanında, son dönemlerde kısa film festivallerinin çoğalması ve bazı dijital platformların kısa filmlere daha fazla yer vermeye başlaması ile kısa filmlerin daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştığını söyleyebiliriz. Ben bütün bunlara ek olarak, dünyanın birçok ülkesinde yapıldığı gibi, kısa filmin özellikle ortaöğretim ve lise düzeyinde eğitim sisteminin bir parçası hâline gelmesi gerektiğini düşünüyorum.  Bu uzun vadede kısa filme dair algıyı değiştireceği gibi, kısa film izleyicilerinin ve ilgililerinin çoğalmasına da yardım edecektir.”

“Kısa film bağımsız bir tür olarak görülmek yerine, ana akım sinemaya veya en az ana akım sinema kadar, belki de ondan daha fazla elitleşmiş olan bağımsız/sanat sinemasına eklemlenmek için zorunlu olarak tatbik edilmesi gereken bir çeşit stajyerlik düzeyi aktivitesi olarak görülüyor. Bu durumu sadece usta çırak ilişkisi veya mesleki yetkinlik ile açıklamak zor. Zira neredeyse her festivalde jüri üyesi olan ve resmi fonların dağıtılmasında doğrudan veya dolaylı olarak söz sahibi olan birçok yönetmenin ve yapımcının en iyi filmlerinin uluslararası festivallerden aldığı ödülleri ikiye üçe katlayan kısa filmler de olduğunu biliyoruz. Üstelik de bu ödülleri dünyanın saygın film festivallerinden almış olmalarına rağmen, bu kısa filmleri yapan yönetmenlerin birçoğu, ya ilk uzun metraj filmini bile yapamadan sinema kariyerini bitiriyor ya da ilk filmini finanse etmek için yıllarca beklemek zorunda kalıyor. Bunun önüne geçebilmenin en etkin yolu kültür politikalarının eşitlikçi ve liyakata dayanan evrensel esaslara göre belirlenmesidir.”

“Tabii kısa film yönetmenlerinin örgütlenmesi gibi başka araçlar da devreye sokulabilir. Ama bu örgütlenme kısa filmin sektörleşmesi amacını taşımıyorsa, mesela bir çeşit dar kapsamlı clientelist bir işbirliği olacaksa veya ideolojik amaçları mesleki gerekliliklerin önüne geçiren sendikal bir hareket gibi işleyecekse, kısa filmcilerin örgütlenmelerinin çok da yararlı olacağını düşünüyorum. Eğer kısa film yapmanın kültürel ve sanatsal bir olay olduğunu kabul edersek, kültürel alanda herkesin eşit temsiliyetini sağlamanın da bu alandan beslenen bilindik aktörlerin keyfi tasarruflarına teslim edilemeyecek kadar ciddi bir iş olduğunu da kabul etmemiz lazım.”

“Kısa film yapmak isteyen herkesin bir yolunu bulup istediği filmi yapmasını öneririm. Kısa filmi bu dijital çağın şahsi hatıra defterleri gibi görmeliyiz. Şimdi kimse ilgilenmezse bile birileri bir gün mutlaka açıp okuyacaktır ve o filmi yapana ve filmin yapıldığı döneme ve yere dair çok şey bulacaktır.”

“‘Bu dijital çağın şahsi hatıra defterleri’: 15 kısa film, 17 yönetmen” dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:75’e ulaşabilirsiniz.