2020 çıkışlı 10 albümle yeni değil “yepyeni caz”

Şimdi bahsini geçireceğimiz 10 albümün pandemi dönemiyle sınırlı olarak sadece vakit geçirmek üzere seçilmediğini belirtelim. Çünkü burada zamana yenilmesi pek de muhtemel olmayan kayıtlar var. Çoğu genç müzisyenlerin elinden çıkma, tamamı caz müziğe kazandırılmış yeni perspektifleri sergileyen kayıtlar bunlar. Dört albümle davulcuların domine ettiği bu derlemede, yolu ufuk açıcı plak şirketi International Anthem’le kesişmiş birçok isim var, o sebeple etiketin adını girizgâhta da anmadan olmaz. Albümler, cazın farklı disiplinlerine dair izler taşıyor, ancak birçoğunu belirli bir kategoriye sokmak imkânsız. Yeni sıfatı ile eşleşen “nu-jazz” ve “future jazz” kalıplarına da sığmayan işler bunlar. O sebeple Ruşen Çakır’ın Medyascope’ta sık sık kullandığı “yeni değil, yepyeni Türkiye” tabirinden devşirerek bu listedeki albümlere “yepyeni caz” etiketi yapıştırmak daha doğru oldu.

Yazı: Berk Sayan

*Her albümden iki şarkıyla hazırlanan yazıya eşlikçi çalma listesi:

Gil Scott-Heron – We’re New Again / Reimagining by Makaya McCraven 

Gil Scott-Heron modern Amerikan müzik tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri. Bir kere funk ve soul ahengi üzerine spoken-word okuduğu şiirleriyle rap’in mucitlerinden biri sayılıyor. “Revolution Will Not Be Televised” anonim bir ifade gibi milyonların zihninde yer etse de bizzat onun kurduğu bir cümle. Gil Scott-Heron’ın ölmeden kısa bir süre önce (Şubat 2010) yayınladığı son albümü I’m New Again, XL Recordings kurucusu Richard Russell’ın ustaya saygı niteliğinde hayata geçirdiği bir projeydi. Bu albüm onu ve şiirlerini eklektik bir bütünlükte modernize ediyordu. Ardından Jamie xx bunu daha da ileriye taşıdı ve bir “remiks” albümü hazırladı. Yaşanmışlığın derinden hissedildiği, bu soluk ve dokunaklı vokallere -şimdilik- son dokunuşu yapan ise Makaya McCraven. Chicagolu davulcu, usta müzisyenin sesinin arkasına özgün bir caz/blues düsturuyla usulca üfleyerek Gil Scott-Heron’un tanıdık olduğu sulara doğru yelken açmasını sağladı. McCraven, ses kayıtlarını bir nevi sample olarak kullanıyor, çevresini organik ve caz-mavi bir evrenle boyuyor. Bu yolculukta en az onun kadar destek aldığı Jeff Parker, Brandee Younger, Junius Paul ve Ben Lamar Gay gibi yetenekli isimlerin de payı var.

Irreversible Entanglements – Who Sent You?

Bir özgür caz kolektifi olan Irreversible Entanglements, polis şiddetine karşı düzenlenen bir organizasyonda sahne alan iki ayrı ekibin bir araya gelmesiyle kuruldu. Ekip ilk albümünü de yine caz adına sınırları genişleten, yakın dönemin en ufuk açıcı etiketlerinden biri olan International Anthem (bence kataloglarını muhakkak karıştırın) aracılığıyla yayınlamıştı. Who Sent You? isimli yeni albümleri de aynı etiketi taşıyor. Onların müziğinin en belirgin özellikleri oldukça çiğ, pranganlarından kurtulmuş, spiritüel ve kaotik olması. Zamanın ruhunu yansıtmak için aslında sözlere ihtiyaçları olmayabilirmiş bile. Ancak sözler, kudretini birkaç misline çıkarıyor, hatta bazen müzik sadece fon olmak durumunda kalıyor. Son dönemin en dikkat çekici aktivist, şair ve müzisyenlerinden biri olan Camae Ayewa’nın (Moor Mother) ağzından dökülenler kaos çağına, adaletsizliğe, yozlaşmaya, dini manipülatif bir biçimde kullanan baskıcı liderlere yöneliyor. Âdeta tüm bu karmaşanın içinde boğulmuş herkesin çığlığı oluyor. Bir polis eyaletinde (Philadelphia / Pennsylvania) yaşayan Ayewa, siyah bir vatandaş olarak yaşadığı baskıyı ve beceriksiz memurların değnekçiliğinde yaratılan bu otoriter düzenin hikâyesini anlatarak yöreselden evrensele ulaşan bir şiir okuyor bize. Evet anlatısı biraz karanlık ama duyguları köpürterek cesaretlendirdiği de bir gerçek.

Jeff Parker – Suite for Max Brown 

Tortoise’dan tanıdığımız usta gitarist Jeff Parker solo kariyerine caz estetiğinin ön planda olduğu yeni ve nadide bir parça ekledi. Üstelik bu albüm şimdiye kadar -solo olarak- yaptıklarının en iyisi gibi duruyor. Suite For Max Brown isimli albüm tıpkı bir önceki Parker albümü gibi bir kişiye ithafen hazırlanmış. 2016 tarihli The New Breed babasına adanmıştı, ancak o, albümü dinleyemeden hayata veda etti, Suite For Max Brown ise annesi Maxine Brown’a ithafen yazılmış şarkılardan oluşuyor. (Kapakta da annesinin 19 yaşında çekildiği bir fotoğraf var) Albüme kimi loop ve beatler üzerine işlenen doğaçlamalar yön veriyor. Parker birkaç sene önce International Anthem (evet, bu albüm de onların etiketini taşıyor) tayfasıyla tanışınca, doğaçlama ile loop ve sample’ları nasıl bir araya getirdiklerini görmüş. Bu tarz işlere Madlib’in Yesterdays New Quintet projesini gördüğünden beri hayranmış aslında. DJ’lik yaparken John Coltrane’in “A Love Supreme”inin ilk vuruşlarıyla bir Nobukazu Takemura kaydını nasıl üst üste bindirdiğini anlatarak açıklıyor bu albümdeki işçiliğini. Önce kendisi gitar, bas, perküsyon, tuşlular ve sampler ile suyun akacağı bir yatak hazırlıyor. Sonra müzisyen dostlarını çağırıyor ve emprovize yapmalarını istiyor. Hiç öyle tınlamasa da kesinlikle bir grup müziği yok ortada. Josh Johnson, Jay Bellerose, Rob Mazurek, Makaya McCraven, Nate Walcott gibi müzisyenleri genelde tek tek stüdyo seanslarına davet etmiş. Ortaya, yeni caz müziği adına öncü niteliği taşıyan bu albüm çıkmış. Bu arada belirtmeden geçmeyelim, albümün açılış şarkısı “Build a Nest”e duyduğumuz ses Chicago High School of the Arts öğrencisi olan 17 yaşındaki kızı Ruby Parker’a ait.

Shabaka and the Ancestors – We Are Sent Here By History 

Caz, toprağın en derininde kök uçlarıyla buluştuğu, ayaklarını anavatanına bastığı, bir başka açıdan da ayaklarının yerden kesildiği muazzam anlardan birini yaşıyor bu albümde. Müziği, bir çiçeği havalandırır gibi; ona kısıtlı bir yaşam sunan, hapsolduğu saksıdan ayırıyor ve köklerini havalandırıyor Shabaka and the Ancestors. İngiliz saksafoncu Shabaka Hutchings aslında bunu ilk kez yapmıyor, onun nefes alacak yeni atmosferler arayışına The Comet is Coming ve Sons of Kemet projelerinden de aşinayız. Hutchings’in Afrikalı müzisyenlerle kurduğu The Ancestors’ın geçmişten beslenen müziği, Alice Coltrane ve Sun Ra gibi isimlerden izler taşısa da kendine has bir ruhu var. Ritim ayağı kadim duyguları ve hisleri harekete geçiriyor. Zulu, Xhosa, İngilizce dillerinde okunan sözler ve şiirler ise bir ayin ambiyansı yaratıyor. O kelimlere ses veren Siyabonga Mthembu ateş başında onu körükleyen bir şaman rolü üstleniyor âdeta. Hutchings ise özellikle onu canlı dinleyenlerin yakından bildiği gibi kan ter içinde kalıncaya dek üflemeye devam ediyor. Müziğe tüm varlığını, geçmişini, bugününü ve geleceğini üflüyor ve bu sayede zamansız işlere imza atıyor. Gücünü müziğin özündeki saflıktan ve ehlileştirilemez oluşundan alan etkileyici bir albüm karşımızdaki.

Sam Gendel – Satin Doll

Adını Duke Ellington’ın meşhur şarkısı “Satin Doll”dan alan albüm, caz standartlarını standardın epey dışına taşıyan bir kayıt. Standartların biraz modifiye edilmiş gıcır gıcır kaydedilmiş versiyonlarını duymayı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. O ancak yeni caz kategorisine girebilir, ama bu tam manasıyla bir “yepyeni caz” albümü. Amerikalı saksafoncu Sam Gendel, bir süredir üzerinde çalıştığı deneyleri bu uzunçalarla resmiyete kavuşturuyor. Takım arkadaşları Gabe Noel (bas) ve Philippe Melanson (elektronik perküsyon) ona müziğini inşa etmesi için beatler hazırlarken, Gendel saksafonunu bu katmanların üzerine melodiler eritmek için kullanıyor. Üstelik tüm bunları sadece üç günlük bir stüdyo seansında canlı çalarak ortaya çıkarmışlar. Saksafondan çıkan her melodi yaz sıcağında bir dondurma kıvamında eriyerek, formunu kaybederek yol alıyor. Bu Gendel’ın kendi yarattığı fütüristik bir stil ve saksafon müziği adına yeni bir lisan niteliğinde. Müzisyen ayrıca, bu albümde yer alan bestelerin yapısını bu denli tuhaf bir biçimde bozmalarının kesinlikle hicvi yaklaşımdan kaynaklanmadığının ve bu bestelerden gerçek anlamda ilham aldıklarının altını özellikle çiziyor.

Kassa Overall – I THINK I’M GOOD

Davulcu ve prodüktör Kassa Overall’un albümü bu listede ana akıma oynamaya en yakın kayıt. Çünkü hip hop, R&B ve rap ögelerinin en belirgin olduğu albüm. I THINK I’M GOOD, ağırlıkla kes yapıştır mantığıyla üretilmiş. Az önce bahsini ettiğimiz türler ile cazı harmanlayan Overall’un bir müzisyen ve kayıt sanatçısı olarak eteğindeki tüm taşları döktüğü bir kayıt. Albümün tematik içeriğine gelince, müzisyenin psikolojik rahatsızlıkları bu hikâyenin merkezinde. Öğrenciyken hem manik krizler geçirmiş hem de hastaneye yatmak zorunda kalmış. Amerikan sağlık sisteminin karşısına çıkardığı zorlukları ve de bir siyah olarak ülkesinde yaşamanın giderek zorlaştığı bu günleri anlatıyor. Müziği icra etme kısmında ise, geçtiğimiz sene yayınlanan ilk albümü Go Get Ice Cream and Listen To Jazz albümünde Arto Lindsay ve Theo Croker gibi isimlerin desteğini almıştı. Croker yine kadroda, onunla birlikte genç ve yetenekli birçok isim var. Ayrıca aktivist Dr. Angela Davis’in bir ses kaydı da “Show Me A Prison” isimli, Amerikan hapishane şartlarını eleştiren şarkının hemen sonuna iliştirilmiş. Bir “bedroom producer”ın imkânlarıyla sınırlı kalarak sırt çantasına sığdırdığı ekipmanlarla özgür bir biçimde müzisyen dostlarıyla buluşabildiği her ortamda kayıtlar almış Kassa Overall. Ardından tüm bu kayıtları oya gibi işlemiş. Müzikal olarak oldukça parlak olsa da, hikâyesi buruk bir albüm I THINK I’M GOOD.

Fire! Orchestra – Actions 

Fire! Orchestra, İsveçli saksafoncu Mats Gustafsson’un projesi olan Fire!’ın bir nevi genişletilmiş ve özgür caz üzerine ihtisas yapmış bir versiyonu. Daha fazla enstrümanın, daha fazla müzisyenin, daha fazla fikrin bir araya geldiği, beklenmeyeni üretmek üzere programlanmış bir özgür caz makinesi. Ekibin 2013 tarihli ilk albümü Exit!’i takiben yaptığı deneyler bu yıl beşinci albümle taçlandı. Actions adını taşıyan bu 40 dakikalık kayıt, bundan seneler önce, 1971 yılında Donaueschingen’de çok muteber bir kadro tarafından kayda alınan bir parçanın (Actions For Free Jazz Orchestra) çağdaş bir yorumu. 1971 tarihli ilham verici parça bir Krzysztof Penderecki bestesi ve Don Cherry’nin kurduğu New Eternal Rhythm Orchestra tarafından çalındı. O dönemki kadroda Peter Brötzmann, Thomasz Stanko, Terje Rypdal ve Han Bennink gibi önünde saygıyla eğildiğimiz isimler vardı. Yıkıcı tüketim çağının ağırlığı altında dahi ezilmeyen ve güncelliğini koruyan bu beste, şimdi genç ve ileri görüşlü bir kadro tarafından yeni detaylarla süslenerek ufku genişletilmiş bir versiyonuyla karşımızda. Özgür caz severler için muazzam bir dinleti.

Moses Boyd – Dark Matter 

İngiliz yeni nesil caz sahnesi son birkaç yılın en heyecan verici üretim sahalarından biri. Özellikle Londra kökenli elektronik müzik akımlarından etkilenen, bu sayede cazı bir basamak öteye taşıyan genç isimler gerçekten hayranlık uyandırıcı işlere imza atıyorlar. Moses Boyd da o jenerasyonun bir neferi. Yeni albümü Dark Matter ile adrenalin dozunu yükselten 28 yaşındaki davulcu, dans sahnelerine yakışır nitelikte bir albümle karşımızda. Hip hop, grime gibi türlerin etkilerini hissedebileceğiniz ancak afrobeat’i çağrıştıran tropik ritimlerin ve caz-füzyonun da kendine yer bulduğu eklektik bir albüm Dark Matter. Bazen sentetik, bazense olabildiğince organik. “Stranger Than Fiction” ile karanlık ve etkileyici bir giriş yapan albümde Poppy Ajudha’nın ses verdiği “Shades of You” bir R&B hiti olmaya aday; “Y.O.Y.O”, Tony Allen ve Fela Kuti gibi isimlere bi saygı duruşu niteliğinde; Obongjayar’un eşlik ettiği “Dancing in the Dark”, siyah gençlerin yaşadığı zor zamanlara yakılmış bir ağıt gibi; Ezra Collective’den Joe Armon-Jones’un tuşluların başına geçtiği “2 Far Gone” ise açık ara albümün en iyisi olarak kendini hemen belli ediyor ve Moses Boyd’un yüzünü daha fazla dönmesini istediğimiz yönü işaret ediyor.

The Heliocentrics – Infinity of Now

Birleşik Krallık’ta kaldığımız yerden devam ediyoruz yolculuğa. Fakat bu sefer daha köklü bir ekibe çevirdik rotayı. Davulcu Malcolm Cotto ve bas gitarist Jake Ferguson’ın başı çektiği The Heliocentrics, 2000’li yılların ilk yarısından beri üreten ve kolektif mantığıyla çalışan bir ekip. Birçok farklı stilden, dünyanın farklı coğrafyalarından müzisyenlerle çalıştılar. The Gaslamp Killer, DJ Shadow, Mulatu Astatke (aksilikler son bulursa onu 11 Mayıs’ta Zorlu PSM Caz Festivali’nde izleyeceğiz), Orlando Julius ve Melvin Van Peebles bunlardan birkaçı. Film müzikleri de yapan tayfa, caz, funk, afrobeat, rock ve blues gibi türlerin psikedelik soslu bir versiyonunu kendine düstur edinerek sinematik dokusu olan işler sunuyorlar. Son albümleri Infinity of Now da tüm bu detayları bulabileceğiniz bir kayıt. Madlib’in kurucusu olduğu Madlib Invazion’ın etiketini taşıyan albüm bundan güzel soundtrack olur diyeceğiniz 8 nefis besteden oluşuyor. Slovak vokal Barbora Patkova’nın da albüme epey mistik bir hava kattığını belirtelim.

Pulled by Magnets – Rose Golden Doorways

Onlarca yıldız müzisyene eşlik etmiş, cazı eğip bükerek yeni bakış açıları ortaya koyan Polar Bear ve Acoustic Ladyland gibi projelerin lideri olmuş, Sons of Kemet’in de kurucu kadrosunda yer alan Reb Rochford yeni numarasıyla sahnede. Neil Charles (bas) ve Pete Wareham’i (saksafon) yanına alarak kurduğu Pulled by Magnets’in ilk albümü Rose Golden Doorways için The Guardian, sludge-metal ve ambient’ın bir karışımı gibi demiş. Bu tanım albümü nitelemeye çok yakın, ama genel bir çerçeve çizecek olursak bu düpedüz bir deneysel caz albümü. Efektlerin, ses manipülasyonlarının başrolde olduğu albümde koyu ve puslu bir atmosfer hakim. Bu puslu atmosferde yolunuzu yordamınızı bulmakta güçlük çekebilirsiniz. Dinleyiciyi karanlık bir ormanın derinlerine adım adım çeken, ürperten bir müziği var ekibin. İlerlerken bazen adımlar hızlanıyor ve bilinmezliğe doğru hızla kayıp gidiyorsunuz, bu esnada saldırgan bir saksafon solosuyla karşılaşmanız an meselesi olabilir. Sakin ve ürpertici anlarda ise ya tedirginliğe hapsolursunuz ya da içsel bir yolculuğun kapısını aralarsınız.