2023 yıl ortası raporu: İzlenesi korku filmleri

Yazı: Yetkin Nural

Amansız bir iblisle kanlı mücadele, sıra dışı bir şeytan çıkarma, katil bir robot, bitmek bilmeyen kâbuslar… 2023’ün ilk yarısından korku filmi önerilerimiz burada.


Attachment

1973 yapımı kült klasik The Exorcist sonrasında korku sinemasının hatırı sayılır bir alt janrı hâline gelen “şeytan çıkarma” (possesion) filmleri çoğunluğu klişe tekrarlardan ve bayat yapımlardan oluşan ticari bir sektör yarattı. Genellikle hikâye örgüsünden ve derin karakterlerden ziyade zavallı bir ruhun ele geçirilmesi ve takip eden şeytan çıkarma sürecine yerleştirilmiş korku unsurlarının niteliği üzerinden değerlendirilen bu alt türde, Attachment görece bir tazelik olarak karşımıza çıkıyor. Hristiyan mitolojisi yerine çoğu seyircinin aşina olmadığı Yahudi mitolojisinden beslenen film, klişe “işte geldim burdayım – defol git” dinamiğini sömürmek yerine taze bir lezbiyen aşkın üzerine gölge düşüren kötülüğün perdesini yavaş yavaş aralamayı tercih ediyor. 


Beau is Afraid

Hereditary ve Midsommer ile yeni nesil korku sinemasının medarı iftiharı hâline gelen Ari Aster, son filmi Beau is Afraid ile bu klasik janra yönelik bambaşka bir içgörüsü olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Beau’nun çıkamadığı eve dönüş yolculuğunun sürekli parçalanarak genişleyen Kafkaesk bir kâbusa dönüşümünü usta işi bir estetik ve stille aktaran Aster, üç saatlik bir nefes darlığı ve ağır çekim panik atak için seyirciye bir nevi “yiyosa?” çekiyor. Amansız mental canavar anksiyetenin kurbanlarını ağzında yutmadan çiğnemesine benzer şekilde seyirciye zulmeden Beau is Afraid, korku sinemasını eğlenceli vakit geçirmek ve kafa dağıtmak için tüketenlerin yutabilecekleri bir lokma olmayacak. Ancak konfor alanınızdan çıkıp patlamış mısırınızı kenara koymak isterseniz, gözünüzü karartmanızı ve eşsiz, görkemli ve biraz da mazoşistik bir deneyim için kendinizi Aster’e teslim etmenizi öneririz. 


Evil Dead Rise

Kült serinin beşinci filmi Evil Dead Rise korku filmlerini kanlı sevenler için biçilmiş kaftan. 6500 litre (!) sahte kan kullanılan film vitesi çok geçmeden beşe atıyor ve final sahnesine kadar ayağını gazdan çekmiyor. Serinin standardı hâline gelen, klostrofobik kedi-fare dinamiğini sürdüren Evil Dead Rise, tansiyonu hikâyesini bükmeden, aralıksız bir hayatta kalma mücadelesinin gerginliği ile koruyor. Ölüler Kitabı’nın kötücül güçleri tarafından ele geçirilen ve filmin dehşetengiz vahşet makinesine dönüşen Ellie rolündeki Alyssa Sutherland’in performansına ise ayrı bir alkış tutmak gerek. 


Infinity Pool

“Beden korkusu” (body horror) türünün kralı David Cronenberg’in oğlu Brandon Cronenberg’in ikinci uzun metrajı Infinity Pool, izleyiciyi evlilik içi gerginlikler ve üst sınıf kültürüyle bastırılmış duygu tohumlarının yabancı bir coğrafyanın ekstrem ikliminde yeşermesiyle ortaya çıkan şiddet bahçesine davet ediyor. Şiddetin filozofisi ve eylemi arasında görseli zengin fikri ise yer yer zayıf kalan, A Clockwork Orange ile Purge sentezi bir yere konumlanan film her ne kadar ortaya bir başyapıt koyamasa da özellikle Mia Roth ve Alexander Skarsgård’ın yeteneklerini sergiledikleri performanslarla akılda kalıyor. 


Influencer

Sıkı örülmüş bir senaryo ve iyi oyunculuklarla beslenmiş, ters köşelerle bezenmiş bir gerilimin korku sineması izleyicisindeki yeri her zaman ayrı olsa gerek. Influencer bunların hepsini tam doz veriyor denemez elbette, ancak senaryonun hızla büküldüğü anlarda hazırlıksız yakalanmanın tatminini yaşamak mümkün. Filmin hayatlarımızın bir performansa dönüştüğü sosyal medya sahnesinin dönüştürdüğü insan ilişkilerine dair mesajları biraz yüzeysel ve basmakalıp olsa da sempati toplayacaktır diye tahmin ediyoruz. Ayrıca hikâyenin arka planını oluşturan Tayland’ın muhteşem manzaralarının görsel estetiği de filmin izlenebilirliğine epey katkıda bulunuyor. 


Knock At The Cabin

Night M. Shyamalan’ın son filmi Knock at the Cabin, yönetmenin inişli çıkışlı filmografisinde izleyiciyi yüksek bir zirve olmasa da manzarası ürkütücü bir tepeye çıkarıyor. Filmlerinde gizemli bir korku atmosferi yaratmak üzerine ısrarlı çabasına saygı duyduğumuz yönetmenin “en büyük felaketin” makro anlatısını mikro ölçekte bir hikâyeye çevirdiği Knock at the Cabin çoğu korku fanı için yeterli adrenaline sahip değil malesef. Ancak janrın çeşitliliğini sevenler ve Shyamalan’ın kendine has aromasını özleyenlerin keyifle izleyeceği bir seyirlik olduğunu da belirtmeliyiz.


M3GAN

Azılı bir seri katilin ruhunu barındıran (2019 reboot filmi saymazsak) ve şiddet eğilimleri açıklama gerektirmeyen Chucky ile yeni nesil yapay zekâ ile donanmış robot oyuncak M3GAN’ın yolları neden ve niçin cinayette kesişiyor, tam anlamasak da sentetik saçlı küçük silikon yüzlerde beliren o korkunç gülümsemenin ürkünç cazibesine kapılmamak elde değil. Yapay zekâ etrafında dönen farklı güncel tartışmalardan beslenen stereotipik, yüzeysel ve yer yer karikatüristik çıkarımlara olan eleştirilerimizi seyir keyfimiz için bir kenara bırakırsak, M3GAN inorganik varoluşun kana susamış yolculuğuna stil sahibi bir öykü armağan ediyor demek mümkün. Filmdeki cinayet koreografilerine ekstra puan verdiğimizi de ekleyelim.


The Outwaters

Cannibal Holocaust, Man Bites Dog, The Blair Witch Project, Paranormal gibi unutulmaz kült ile korku sineması fanlarını sevindiren buluntu görüntü (found-footage) alt türü, görüntülerin gerçekliğine dair ekstra kuvvetli iddiasıyla izleyicinin inanma güdüsüne daha da güçlü asılarak, izlemekten ziyade bir nevi tanık olma deneyimi üretiyor. Ancak bu türün düşük bütçeli estetiğinin temelini oluşturan sallanan kameranın, ayarsız kadrajların, yetersiz ışığın yarattığı takip etmesi zor anlatı formatı sık sık büyük bir zaafa da dönüşüyor. The Outwaters’ın saldırgan bir deneysellikten asla çekinmeyen görsel-işitsel akışı da pek çok izleyiciye duyusal bulantı vereceği kesin. Ancak kendinizi görmekten ve dinlemekten ziyade bakmaya ve duymaya teslim ederseniz, boğucu ve tekinsiz bir atmosferin sizi sarmaladığını ve nefesinizi kestiğini hissetmeniz çok olası. 


Scream VI

Korku filmi tutkunları için bazen en değerli izleme deneyimi heyecan ve beklentiyle kaşınan yerlerimizin kanatarak (!) kaşınması. Ölü sayısında liderliğini her daim koruyan slasher janrının zamansız başarısının altında yatan absürt kurallara ayna tutan Scream serisinin son basamağı Scream VI, işte tam da bu hizmeti sunuyor. Kendi formüle yapısına yönelik keskin farkındalığı üzerinden cephanesine avcı bıçağının yanı sıra bolca mizah da ekleyen Scream VI korku-komedinin tatlı-ekşi sosunu sevenlere doyurucu bir fast-food ziyafeti vadediyor.


Sick

Listede kendine yer bulan bir diğer slasher, Sick, sanırız kanlı kovalamacaların adrenalinine doyamadığımızın göstergesi. Kendi formülasyonu ile dalga geçerek, katil-kurban aksiyonundan diğerine zıplayan Scream VI ile kıyaslandığında; Sick izleyiciye daha az ölüm ancak daha sıkı gerilmiş, yüksek tempolu bir akış sunuyor. Kimin ölüp kimin hayatta kalacağını bir türlü kestiremediğiniz, slasher türünün klasik mekânı olan bir göl kenarı evinde geçen film aynı zamanda insanlık olarak henüz üzerimizde bıraktığı travmatik izleri tam idrak edemediğimiz COVID-19 pandemisinin taze kabuk tutmuş yaralarını da kaşıyor.