2023 sinema yılının posterleri bize neler söylüyor?

Yazı: Sezen Sayınalp

Hareketli görüntü üzerinden oluşturduğu dil hakkında konuştuğumuz filmin, yine görüntü yoluyla seyirciyle ilk kez iletişim kuran basamağı diyebiliriz posterler için. (Teaserları ve fragmanları bir kenara bırakıyorum.) Uzun zamandır bir arşiv konusu olarak film posterlerinin kaydını tutan, dilini önemseyen notları ve yazıları takip ediyorum; özellikle de Adrian Curry’nin yazılarını. Posterlerin dili; tek bir kareye pek çok ipucu sığdırabilen ama filmin sırlarını da açık etmemeyi gerektiren, katmanlı yapıya sahip bir dil. Bununla birlikte kimi örnekler filmin dünyasını tanımlayan, ona dair ilk elden bir şeyler söyleyebilmeyi başaran bir kılavuz görevi de görebiliyor. Bu her film posteri için geçerli bir durum değil elbet. Özellikle ticari kaygılarla bezeli bazı anaakım filmlerin sadece karakter kafalarından oluşan ve tasarıma “Güle güle.” diyen posterlerini bu kategoriye alamayız. Neyse ki filmlerin konusunu, fikrini, karakterin dünyasını, izleyiciyi bekleyen yolculuğu, filmin oluşturduğu görsel dili postere aktarmayı başaran birçok illüstratör, tasarımcı ve oluşumla da tanışabiliyoruz. Bu yazının amaçlarından biri, onlara dikkat çekmek. 

Kimi zaman filmlerin resmî sosyal medya paylaşımlarında yer alan künyelerde bile posterin yapımında imzası olan ismi geçmiyor. Yılın dikkat çekici posterlerine baktığımız bu içerikte de tasarımcıları veya bağlı oldukları kreatif oluşumları da anarak; filmlerin içerikleriyle nasıl ortak bir görsel dil oluşturduklarından, izleyiciye filmden önce neler söylediklerinden bahsetmeyi amaçladım.

All of Us Strangers

Poster tasarımı: Intermission Film

Andrew Haigh’in ödül sezonunda sıkça konuşulan son filmi All of Us Strangers hem bir kitap uyarlaması hem de mekânın karakter üzerindeki etkisini öne çıkaran bir anlatı. Bu durum, uyarlandığı romanda da filmin görsel dilinde de öne çıkan bir üslubu oluşturuyor. Taichi Yamada’nın kitabından uyarlanan film, romanın yarattığı gizemli atmosfer ve geçmişe dair yolculuğun ön plana çıktığı nostalji hissiyle Haigh’in kamerasında tekrar hayat buluyor. Hem filmde hem de romanda esas mekânları ikiye ayırabiliriz. Biri baş kahramanın oturduğu apartman, diğeri de onun başka bir semtteki ailesinin evi. Apartman ise burada onun dünyasını görünür kılan bir noktada. Çünkü onun kişisel alanına, kendi kendine inşa ettiği dünyasına ve onun görüş açısına dair ipuçlarını yakalayabildiğimiz, dışarıdan bakınca diğer daireleri görebildiğimiz (çoğunu da göremediğimiz), daireler arasındaki iletişime pencerelerle ulaşabildiğimiz bir yapı. Poster de tam burada konumlandırmış kendini. Çünkü kendi dünyasında ve zamanında olmak, karakterin iletişime geçtiği diğer yaşamlara onların pencerelerinden bakabilmek ya da o pencerelerden iletişim kanalları oluştururken yası ve yalnızlığı tanımlamak, filmin anlattığı hikâyenin içinde yer alan bazı parçalar. Hem romanda betimlenen hem de filmdeki açılış planında gördüğümüz pencereleriyle baş kahramanın mekânını gördüğümüz bir apartman görseli, filmin görüntü yönetiminde tercih edilen renkler ve ışıklandırmayla posterin tasarımında yer alıyor.

Poor Things

Poster tasarımı: Vasilis Marmatakis

Bu yılın en çok heyecanlandığım posterleri, yılın en merak ettiğim filmlerinden biri olan Poor Things’e ait. Vasilis Marmatakis imzası taşıyan bu posterler yine bir roman uyarlaması olan filmin baş kahramanının dünyası hakkında bir şeyler söylüyor. Vasilis Marmatakis ve Yorgos Lanthimos ortaklığı, bu filmle sınırlı değil. Marmatakis daha önce de Lanthimos’un The Favourite, The Killing of a Sacred Deer, The Lobster gibi filmlerinin posterlerini hazırlamıştı. Poor Things’in posterine dönecek olursak, yazının başında da bahsettiğim gibi burada Vasilis Marmatakis, filme dair ufak ipuçlarını veriyor ama filmin sırlarını açık etmiyor. İlk posterde baş kahraman Bella Baxter’ı oturduğu yerde, kendi kafasının olduğu kısımdan bir daha çıkmış vaziyette görüyoruz. Bella’nın Frankenstein-vari bir hikâyenin içinde yeniden doğduğunu düşünürsek, bu onun bedeniyle ve dünyayla kurduğu ilişkiye dair bir şeyler anlatıyor. Alasdair Gray’in romanını okuduktan sonra filmi izleyeceksek, Frankenstein hikâyesi (filmin tanıtımları esnasında da bu ibare kullanıldı aslında) poster tasarımıyla birbirini tamamlıyor lakin izleyicinin hiçbir bilgisi olmasa bile Bella’nın dünyayı keşfedişinin izlerini, bedeniyle kurduğu ilişkiyi hatta bedeninin içinden meraklı gözleriyle taşması gözlemlenebiliyor. İkinci posterde de yine posteri ortalamış olan Bella’nın gövdesinden bir çağlayan gibi akan çizimin belirli noktalarında, Bella’dan daha ufak boyutlarda duran diğer karakterler var. Bella’nın hayatında yer eden ya da onun hayatını şekillendirmeye çalışan “erk”in temsilleri. Ve onlardan daha geniş bir alan kaplayarak, doğrudan izleyiciyle iletişime geçen Bella Baxter, hem hikâyenin hem de posterin merkezinde duruyor. 

Bottoms

Poster tasarımı: Concept Arts

Emma Seligman’ın ikinci uzun metrajı Bottoms, bir gençlik komedisi. Ama bilindik kalıpları tekrar eden, hikâyesini stereotipler üzerinden inşa eden bir film değil. Çünkü Seligman’ın sineması, türleri ve klişeleri ters yüz ediyor. Bottoms’ın posterine baktığımızda, Seligman’ın klişelerle oynayan film dilinin tam da o klişeleri yeniden karşımıza getirerek ortaya bir mizah çıkaracağını görüyoruz. Buram buram 2000’ler gençlik komedisi kokan Bottoms’ın posteri ve orada yer alan film karakterleri bize doğru bakarken, Amerikan gençlik filmlerinde görmeye alışık olduğumuz tiplemelerin (okulun Amerikan futbolu takımında oynayan “havalı” karakterleri gibi) bir örneğini sunuyor. Film ise bu posterlerin atıf yaptığı 1990’lar ve 2000’ler gençlik komedilerinin tam karşısında konumlanıyor. Gönderme yaptığı filmlerin heteronormativiteyi yeniden üreten dilini tersine çeviren Seligman, iki baş karakterinin kurduğu Feminist Fight Club’la yine benzer dönemlerdeki popüler bir filmden referans aldığı dövüş kulübü fikrinin anaakım gençlik komedilerinde nasıl yankı bulacağına dair bir hikâye oluşturuyor. İki karakterin de hem kendileriyle hem de cinsiyet rolleri ve cinsel yönelimlerle ilgili keşfe çıktıkları bu yolculuk, onların ikiliklere ve klişelere hapsolmuş gerçek dünyada nasıl başka bir yol çizilebileceğine dair bir kapı aralıyor. 

Dream Scenario

Poster tasarımı: River Cousin

Kristoffer Borgli’nin yönetmenliğindeki Dream Scenario, yılın bilmecesi en bol filmlerinden biriydi. Nicholas Cage’le sadece filmlerde değil rüyalarda da buluştuğumuz bir senaryo sunan Dream Scenario, Cage’in canlandırdığı Paul Matthews karakterinin, tanıdığı ya da tanımadığı birçok insanın rüyalarına bir anda girmesiyle kendini bu gizemli ve cevabı bulunamayan olayın öznesi olarak bulmasını konu ediniyor. Eylemsizlik hâlinin, filmin izleğine dair önemli bir yerde durduğu yapımda; mekânlar, mekânlardaki konumlar, zihnin doldurduğu boşluklar da hikâyenin gidişatını belirliyor. River Cousin imzalı bu posterde dört plan görüyoruz. Paul Matthews’un girdiği rüyalara atıfta bulunan planlar hem rüyaların hem mekânların hem de karakterin konumunun altını çiziyor. Filmin konusuna dair hiçbir şey bilmesek de posterde gördüğümüz üzere Cage’in canlandırdığı karakterin birden fazla kişiyle birden fazla mekânda ve farklı tepkilerle iletişim hâlinde olduğundan ve bunlara dair bir bağlantı olmadığından bahsedebiliriz. Gördüğümüz planlar var ama onlara dair anlamlı açıklamalar yok. Tıpkı filmde bahsi geçen rüyalar gibi…

Barbie

Poster tasarımı: BLT Communications

Yılın popüler kültür olayına dönüşen Barbie filminin posterlerinden bahsetmemek olmaz elbette. Mattel’in ürettiği ikonik oyuncak Barbie’nin live action filmi, haberleri çıktığı ilk günlerden beri merakla beklenen bir yapım olmuştu. Greta Gerwig’in yönettiği ve senaryosunu Noah Baumbach’la beraber yazdığı Barbie, kültleşmiş bu oyuncağın nasıl bir hikâyeyle karşımıza geleceğine dair büyük bir heyecan dalgası yaratmıştı. Barbie(ler) ile Ken(ler)in Barbie Land’deki dünyaları ve Real World’deki yaşamları üzerine kurulan ve iki dünyayı karşı karşıya getiren hikâye; stereotipik Barbie’nin uyanışıyla şekilleniyor. Bu uyanışın içinde Barbie’nin gerçekliğe, normlara, ona dayatılanlara (özellikle fiziksel olarak) dair keşifleri, onun dünyaya ve kendine bakışını da şekillendiriyor. Bu dayatmanın parçası olan Mattel’in filmdeki samimiyeti üzerine tartışmayacağım (o belki başka bir yazının konusu olabilir). Postere baktığımızda Barbie dünyasındaki o canlı ve plastik yapının görsel karşılığını görebiliyoruz. Hem bir marka hâlini almış Barbie’nin iki karakteri de kapsayan (Barbie ve Ken) büyük B’si hem de o harfle birlikte bize bakan karakterler posterde yerlerini almış. Filmin sanat yönetmenleri de Barbie Land’deki bu dünyayı oluştururken, dünden bugüne Barbie evlerinden, aksesuarlarından, çocukların tüm bunlarla nasıl bir oyun dünyası kurduğundan ilham almış. 

Posterler de hem o dünyanın plastik dokusunun görsel estetiğini gösteriyor hem de Barbie çatısı altında her biri farklı bir Mattel oyuncağı olan karakterleri tanıtıyor. Çoğu filmin baş posteriyle beraber karakter posterlerinin de olduğunu biliyoruz. Barbie’nin de kadrosu gereği karakter posterleri filmin tanıtımında oldukça önemli bir rol oynamıştı. 

Fingernails

Poster tasarımı: MOCEAN

Christos Nikou’nun yönetmenliğindeki Fingernails, çiftlerin birbirlerine âşık olup olmadıklarının test edilebildiği alternatif bir gerçeklikte kuruyor hikâyesini. Belirli egzersizlerin olduğu eğitimlerden sonra çiftlerin ellerinin parmaklarından seçtikleri tırnakların sökülerek teste tabi tutulduğu Love Institute adında bir kuruma konuk oluyoruz. Âşık olmak, birbirini sevmek, birbirini anlamak, birlikte bir hayat kurabilmek ya da yan yanayken kendin olabilmek gibi kavramların ve durumların masaya yatırıldığı senaryoda kesin cevapların olup olmadığına ve bu kavramların gerçekten nasıl sınanabileceğine yönelik soru işaretleri de devreye giriyor. Filmin posteri de tam bu noktadan konuşuyor: Yüzlerini göremediğimiz ama birbirlerine sarıldıklarını anladığımız iki karakter ve onların sargılı tırnakları. Kim olduklarından bağımsız bir şekilde konumlandırılan ve testten öte yakınlıklarına odaklanan bir tasarım karşılıyor izleyeni. Evet, bahsi geçen teste dair ipucunu da sargılı tırnaklardan görüyoruz ama karakterlerin (muhtemelen büyük bir sevgiyle) birbirlerine sarıldıkları bu tablo, filmin sevgiye ve aşka dair soruların peşinde olduğunun da altını çiziyor. 

Anatomie d’une chute / Anatomy of a Fall

Poster tasarımı: Bianca Moran Parkes

Ve geldik yılın Altın Palmiye ödüllü filminin posterine! Justine Triet’nin yönettiği Anatomy of a Fall, şüpheli bir ölüm davasına odaklanıyor. İntihar mı cinayet mi soruları etrafında gelişen senaryo; baş karakter Sandra, onun ölen eşi ve şahit konumundaki oğullarının söylemleriyle biçimleniyor. Bir intihar ya da cinayetin izini sürdüren filmin posteri ise başlangıcındaki sahneye işaret ediyor. Türkçe karşılığı Bir Düşüşün Anatomisi olan film, tam da hikâyeyi başlatan planı gösterirken, daha posterinden itibaren seyirciyi de olayın tanığı konumuna getiriyor. Posterin izleyeni konumlandırdığı bu yer, filmin de yapısını kuran unsur aynı zamanda. Bu kare, öncesinde neler olabileceğine dair sorular sorduruyor izleyene film boyunca. Böylelikle sorularını posterinden itibaren sormaya başlıyor Anatomy of a Fall. Bir taraftan Coen Kardeşler’in suç ve gerilim filmi Fargo’nun da posterini anımsatan bu görsel, hakikatin peşindeki yolculuğa dair filmlere atıfta bulunuyor denebilir.

Asteroid City

Poster tasarımı: BLT Communications

Oyun içinde belgesel yapısında karşımıza çıkan Asteroid City, Wes Anderson’ın alışılagelmiş biçimsel tercihleri ve pastel renkleriyle tasarlanmış. Aynı isimli kurgusal bir kasabada geçen film, yine aynı isimli ve sadece filmde bahsi geçen oyuna dair yeniden canlandırılan bir film yapısını da sunuyor izleyene. Kasabaya gelen Augie Steenbeck ve çocukları, yine kasabaya uzay çalışmaları için gelen öğrenci birlikleriyle beraber uzaydan gelen beklenmedik bir gelişmenin içinde buluyorlar kendilerini. Oyunun ve hâliyle filmin mekânı: Asteroid City. Sahnenin önünde olanlar, sahne arkasında yaşananlar, gördüklerimize verdiğimiz tepkiler, sadece içimizde yaşadıklarımız, yas süreci ve perde arkasına dair bir anlatının içinde Asteroid City’yi bir oyun sahnesi olarak resmeden bir yönetmenlik performansı bu. Poster de Anderson’ın renkleriyle birlikte hem bu oyun sahnesini hem de onun izleyicilerini ve oyuncularını görünür kılıyor. 

The Zone of Interest

Poster tasarımı: Neil Kellerhouse

Jonathan Glazer’ın Martin Amis’in aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı The Zone of Interest, 2023 sinema yılında en dikkat çeken filmlerden biri oldu. Hem festival sezonunda aldığı övgüler hem de Glazer’ın yönetmenliğinin tarihe bakarken konumlandığı nokta, görsel  / işitsel dünyanın kötülükle kurduğu ilişkileri de izleyiciye aktarabiliyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçen film, Auschwitz’deki toplama kampını merkezine alıyor ancak kampı göstermeden. Nazi kumandanı olan Rudolf Höss ve ailesinin kampın yanındaki evlerine ve hayatlarına odaklanırken, Hannah Arendt’in dikkat çektiği kötülüğün sıradanlığına dair bir aile portresini ve onların temsil ettiği soykırım dönemiyle toplama kampının karanlığını, sesler ve kabuslar eşliğinde yansıtıyor. Poster de filmin biçimiyle birlikte ilerliyor. Posterdeki bahçede, karanlığın herhangi bir ışığa yer olmayan ürpertici ve tekinsiz hâlini görüyoruz. Çitlerin arkasını göremediğimiz, ne olduğunu bilmediğimiz ama korkutucu hissini fark edebildiğimiz bir ayrımla karşılaşıyoruz. Bahçenin göz alan ve doğal durmayan tekinsiz ışıklandırması gibi… 

Killers of the Flower Moon

Poster tasarımı: Addie Roanhorse

Çekim haberleri geldiğinden bu yana merakla beklenen Martin Scorsese işi Killers of the Flower Moon, yılın hit filmlerinden biri oldu. Ödül sezonunda da adını sıklıkla duyacağımıza emin olduğumuz film, hikâyesini gerçek hayattan ve yaşanmış bir tarihten alan, David Grann’in aynı adlı kitabından sinemaya uyarlandı. Scorsese, ABD’nin üstü örtülü tarihiyle, Amerikan rüyasının kurulduğu toprakların geçmişiyle ve o geçmişin üzerine kurulmaya çalışılan gelecekle ilgili anlatılar kurmayı önemsiyor. Killers of the Flower Moon’da 1920’lerde Oklahoma’daki Osage halkına ve oradaki Yerlilere uygulanan sistematik cinayetlere odaklanıyoruz. Toprakları, sesleri ve en sonunda da hayatlarına el konulan insanların yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Onların sesleri ve yaşadıkları acılar, sadece bireysel olarak o acıları yaşayanlarda değil, aynı zamanda tüm bir halkın kolektif hafızasında da iz bırakıyor. Poster de Osage halkının yanından sesleniyor. Addie Roanhorse imzalı posterde bir Osage kadınını, geleneksel kıyafetiyle (muhtemelen filmde de gördüğümüz bir dua ritüelini gerçekleştirirken) görüyoruz. Merkezdeki konumundan, filmin onun ve halkının hikâyesi olduğunu fark edebiliyoruz. Bu yüzden poster tasarımcısının Osage halkı elçisi Addie Roanhorse olması da oldukça değerli.