26. İstanbul Tiyatro Festivali programından öneriler topladık

26. İstanbul Tiyatro Festivali, #TiyatroYerliYerinde diyerek 25 Ekim’de start aldı. 6 uluslararası, 15 yerli yapım ve 3 perdeden gösterimle 18 mekâna yayılan festival programından öneriler toplamak üzere Bahar Çuhadar, Gülin Dede Tekin, Hande Sönmez, Yağmur Ruken Kahraman ve Aysu Uzer’e sorduk:

26. İstanbul Tiyatro Festivali için seni en çok ne heyecanlandırıyor? Takvimine aldığın oyunlardan birini paylaşabilir misin, niçin onu tercih ettin?

Bahar Çuhadar yazdı: “Oyunuyla bizi ‘cinsiyetlerin, zamanın, kuralların belirsiz olduğu bir evren’e çekecekmiş…”

İstanbul Tiyatro Festivali senelerdir uluslararası yapımları ayağımıza getirmesiyle son 10 senedir de yeni nesil Türkiye tiyatrosunun görünürlük alanlarını artıran hamleleriyle göz bebeğimiz. Festival ayı, senenin tiyatro dünyası için en heyecanlı dönemlerinden. Bu yılki programı ise genel olarak biraz “eski kafa” bulduğumu söylemek zorundayım. Eminim içlerinden iyi, sürpriz işler de çıkacaktır ama programın geneli, Türkiye tiyatrosunun gidişatını yansıtma konusunda o kadar da iddialı gelmiyor bana. 

Uluslararası yapımlardan en çok Titanlar’ı heyecanla bekliyorum; yaratıcısı, çağdaş Yunan tiyatrosunun dikkat çekici ismi Euripides Laskaridis’in “kafasıyla” tanışmak istiyorum. Oyunuyla bizi “cinsiyetlerin, zamanın, kuralların belirsiz olduğu bir evren”e çekecekmiş…

Yerli yapımlardansa Emre Koyuncuoğlu’nun yönetimindeki Medea’ya İnce Ayar sadece tanıtım metniyle bile dikkatimi çeken bir iş oldu. Mitolojinin “kötü kadın”ı Medea üzerine yapılan yeni yorumlar son senelerde artışta. Koyuncuoğlu da bu “annelik / kadınlık” efsanesini, İstanbul’da çocuk bakıcılığı yapan Gürcü bir kadın ve onun kızının, bakımını üstlendikleri ailenin çocuklarıyla ilişkisini incelemek üzere yeniden kurgulamış. Kadın bakış açısına kıymet verdiğim bir yönetmenin “Medea”ya getirdiği güncel yorumu merakla bekliyorum.

Gülin Dede Tekin yazdı: “…kendilerine dayatılmış hayatları yaşamak zorunda kalan tüm kadınları birbirine bağlayan görünmez bağlar üzerine konuşuyor.”

Köklü bir değişikliğe giderek küratöryel süreçle ilerlemeye karar veren ve küratörün talepleriyle özel olarak üretilen projeleri izleyeceğimiz, buna bağlı olarak da son yıllarda Türkiye tiyatrosuna yön verdiğine inandığım bağımsız ve genç ekiplerin az sayıda yer aldığı bir festival programı ile karşılaştık bu yıl. Bu nedenle günümüz Türkiye’sinin tartıştığı konulara en yakın durduğunu hissettiğim, bağımsız ekiplerden Nushu Tiyatro ve Echoes Sahne’nin ortaklığı ile sahnelenecek olan Bir Tatlı Kaşığı Çamur, izlemek istediğim oyunlar listemin başında yer alıyor. 

Orta yaşlarında bir kadının hikâyesini anlatan oyun aslında, kendilerine dayatılmış hayatları yaşamak zorunda kalan tüm kadınları birbirine bağlayan görünmez bağlar üzerine konuşuyor. Oyunun yazarı Elif Candan bu metni toplumsal cinsiyet üzerine yürüttüğü akademik araştırmalar ışığında somut verilere dayanarak kaleme almış. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları ekibinden tanıdığımız; Şatonun Altında’daki oyunculuğuna ve Macbeth’e getirdiği feminist bakış açısına hayran kaldığım Pınar Akkuzu’nun fiziksel tiyatro teknikleri ve çağdaş dans olanaklarını kullanarak yapacağı rejisi de ayrıca merak uyandırıcı.

Hande Sönmez yazdı: “Terapiste giden yeni nesil Juliet ile Romeo’nun bize neler göstereceğini merakla bekliyorum.”

Hem yönetmeni Ben Duke‘un gerek eleştirmenler gerekse sanat çevresinde gördüğü saygı ve işlerine yapılan müthiş yorumlar nedeniyle hem de klasik bir hikâyenin günümüze yansımış hâlini (çünkü iyi yapıldığında böyle eserleri izlemesi çok keyifli oluyor) merak ettiğim için Juliet ve Romeo benim için festivalin öne çıkan oyunu. Dans ile komedinin sahnede nasıl birleştiğini, terapiste giden yeni nesil Juliet ile Romeo’nun (isimlerinin yer değiştirmesi bile önemli bir şey söylüyor) bize neler göstereceğini merakla bekliyorum. Tiyatro Festivali’nin web sitesinde yer alan fragmana da bakacak olursak renkli, İngiliz komedi anlayışına sahip, kesinlikle çağdaş bir gösteri bizleri bekliyor. 

Yağmur Ruken Kahraman yazdı: “Orman Kitabı, bu zamana dair ortaklaşacak çok şey sunmaya niyetli gibi gözüküyor.”

Her şeyden önce, pandeminin ardından hem Türkiye’den hem de yurt dışından 24 tiyatro oyunu, performans ve dans gösterisini bir araya getiren bir festival için heyecanlanmamak elde değil elbette. Festivalin “Tiyatro Yerli Yerinde” sloganıyla tiyatroların sahnedeki yerine dönmesinin altını çizmesi de hem kıymetli hem de umut verici ancak içinden geçmekte olduğumuz zorlu süreçte, sahnedeki yerine veda etmek durumunda bırakılan pek çok tiyatroya bakınca da “Hangi tiyatro?” diye sormadan edemiyorum.

Bu seneki edisyonunda Molière’in doğumunun 400. yılını kutlayan festivalde, her ne kadar temsil bazında daha çeşitli bir program görmeyi arzu etsem de heyecanlandığım yapımlar da var şüphesiz. Akram Khan topluluğunun Orman Kitabı bunlardan biri. Geçtiğimiz nisanda prömiyer yapan bu yeni koreografi hem iklim krizini konu edinmesi hem eski hâlinin esamesi okunmayan gezegene bir çocuğun gözünden bakması hem de Stanley Kubrick ve Peter Gabriel gibi isimlerle çalışmış ödüllü besteci Jocelyn Pook’un leziz müzikleriyle birlikte günümüzün görsel teknoloji imkânlarını heybesine katması bakımından bir şölen vadediyora benziyor. Orman Kitabı, fragmanında da buram buram hissedilen tekinsiz dünyası ve dert ettiği meselesi hatırda tutulunca, bu zamana dair ortaklaşacak çok şey sunmaya niyetli gibi gözüküyor. 

Aysu Uzer yazdı: “Bulutların arasından yükselen binalar ve yerin altından sürünen metrolar ile gündelik İstanbul koşturmacasına…”

26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, Işıl Kasapoğlu’nun 30 yıl önce tasarladığı İstanbul Mon Amour, Semaver Kumpanya tarafından sahneye konacak. “Sahnelenecek” kavramı elbette bu proje için oldukça yetersiz bir kapsama sahip, zira İstanbul Mon Amour kelimenin tam anlamıyla bütün İstanbul’u bir sahne ve hatta oyunun başrolü hâline getiriyor. Projede, Orhan Veli’nin İstanbul’u Dinliyorum şiirinden temellenecek  bir yolculuk planlanıyor. Önemli olan varılacak yer miydi, yoksa yolculuğun kendisi mi? Su altından yeryüzüne bir dans performansına, bulutların arasından yükselen binalar ve yerin altından sürünen metrolar ile gündelik İstanbul koşturmacasına hatta inandığımız masallarıyla Kaf Dağı’nın öteki ucundan şehre dökülen tüm anlatılara… İstanbul Mon Amour ile seyircinin adımları ve bakışları -bildiğimiz ve belki de unuttuğumuz tüm suretleriyle- kentin üstünde gezinecek.

Işıl Kasapoğlu‘nun kariyerinin ilk gününden beri imzası olan işlerin izleyici için avangart ve zorlayıcı ancak bir o kadar da hayranlık uyandırıcı ve şaşkınlık yaratıcı oluşu festival programının açıklandığı günden bu yana projenin merakla beklenmesini sağladı elbette. Kasapoğlu tarafından “Haliç’in öte yanında tiyatro!” mottosuyla kurduğu Semaver Kumpanya’nın 20. yıl dönümüne denk gelişi de tatlı ve heyecan verici bir rastlaşma.

Süreyya Operası’ndan İstiklal Caddesi’ne, şehir hatları vapurlarından alışveriş merkezlerine, bildiğimiz günlük İstanbul yaşamını hiç bilmediğimiz bir deneyime dönüştürecek İstanbul Mon Amour, 26. İstanbul Tiyatro Festivali’nin kapanışı olacak; Nejat Yavaşoğulları, Gülinler ve Barabar’ı buluşturacak bir konser ile sona erecek.