5 unutulmaz performansıyla: Léa Seydoux

Yazı: Beyza Yıldırım

Konservatuvarda müzik okuyarak başladığı sanat yolculuğunda aldığı oyunculuk derslerinin meyvelerini vererek hayatımıza girdi Léa Seydoux. Bir harita gibi kendini okutan hisli yüzünün tesiri, türlü bağımsız filmler ve nihayetinde ayak bastığı Hollywood yapımları aracılığıyla sinema hafızamıza kazındı. 

1 Mart’ta vizyona giren devam filmi Dune: Part Two’da Margot Fenring’e hayat veren Seydoux’nun bu sene beklenen filmleri arasında Emmanuelle Arsan’ın otobiyografik roman uyarlaması Emmanuelle de var. Başrolü ise Noémie Merlant ile birlikte paylaşıyor. Daha önce çalıştığı David Cronenberg ile çok vakit geçmeden yeni bir iş daha yolda; Vincent Cassel, Diane Kruger, Viggo Mortensen gibi isimleri bir araya getiren The Shrouds

Yeni performanslarını görmeden önce Léa Seydoux’nun oyunculuk serüvenindeki köşe taşlarına bir göz atalım.

Sandra Kienzler

Film: Un beau matin / One Fine Morning (2022)

Farklı dillerde güzel bir sabahın anlamlarını arayan One Fine Morning’de Sandra’nın hayatından kesitlere dalıyoruz. Sandra için hayat bir noktadan sonra belli rutinlere denk düşmüş; eşini kaybettikten sonra kızıyla sürdürdüğü yaşamı, beklenmedik bir hastalığın esiri olan babasını ziyaretlerle geçiyor. Tesadüflerin etkisinde bir insanla iki kere tanışmanın mümkünatını, bekâr bir annenin aile kavramına bakışını sorguluyoruz. Sandra, etrafındaki insanlarla arkadaşlık kuruyor; yüzünde herkesten bir şeyler öğrenebileceğini belli eden bir anlayış var. Mia Hansen-Løve, huzurlu odalar aracılığıyla gündelik hayatın gürültüsünü tüm samimiyetiyle bastırıyor. Hayatı hepimiz gibi ilk kez yaşayan ve içindeki genç kızı yanında taşıyan Sandra’yla bağ kuran tek kişi, ona hayat veren Léa Seydoux değil, izleyici de sık sık buna dâhil oluyor.

Junie

Film: La Belle Personne / The Beautiful Person (2008)

Léa Seydoux, bu sefer ilişki düğümlerinde çözüme ve karmaşaya götüren ikilemlerle boğulmuş Junie’nin bedeninde hayat buluyor. Sessiz sakin görünen, uzun saçları ve kakülleri altında göz göze gelmenin neredeyse imkânsız olduğu Junie’nin mahcup hâline, izleyici olarak dalıp gitmemek oldukça zor. Annesini kaybettikten sonra okulunu değiştiren Junie, “yeni kız” olarak gençler tarafından dikkatten kaçmıyor ama bu hayranlıklarına karşılık da alamıyorlar. Filmin estetik yükü, modernize edilmiş Fransız edebiyatından esinlenen sorunlu karakterlerle çatırdıyor. Tam bu noktada hikâyeye Nemours dâhil oluyor; yaşça çok küçük öğrencisini, duygularını abartan mizacıyla etkilemesi çok da uzun sürmüyor. Hisler üzerinden bir manipülasyon mu yoksa onların tabiriyle ilk görüşte aşk mı, buna net bir cevap vermek zor.

France de Meurs

Film: France (2021)

“Fransa’nın en iyi gazetecisi” olan France, kameralarla kurduğu ilişki aracılığıyla bir filmin içinde olduğumuz gerçeğini sürekli hatırlatan başarılı bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Elbette burada manipüle edilmiş televizyon gerçekliğini mizahi yönüyle alaşağı ederek başarılı olan bir kadın var. Karşısındaki insanları bir kitleden ibaret görüyor; bu şekilde mesleğin gerektirdiği eylemleri meşrulaştırarak, bencilliğini kameralar aracılığıyla şişiriyor. Çeşitli imajlar yaratmak için sahada bizzat bulunmaktan çekinmiyor. İstese iyi bir villain olabilecekken, bir motorluya çarpmasıyla yaşadığı endişe ve pişmanlık, onu vicdanından soyutlayamıyor. Rehabilitasyonda insanların ona gölge düşürerek, kendisiyle fotoğraf çektirmek istemesini anlayabiliyor. Şöhretle cezalandırılan çok ünlülerin, hayatlarında en az bir kere onu istememesi de bilindik bir klişe. 

Gabrielle

Film: La bête / The Beast (2023)

Yaptığı zaman yolculuklarıyla her döneme aitmiş gibi görünen Seydoux, teatral bir tekinsizlik içinde yolunu arıyor bu kez. Henry James’in saklı şaheseri, zihni bulandıran bir biçimde sinemada karşılık bulmakla birlikte, duyguların karmaşık yapısının tehdit olarak görüldüğü bir gelecekte geçiyor. Ölümün kaçınılmaz olduğu geleceğin varlığı, kusur dolu geçmişin imkânsızlığıyla birlikte sınanıyor. Seydoux’nun Gabrielle suretinde soğuk, hatta zaman zaman ilgisiz bakan gözleri, bir mesafe kuruyor karakterle aramıza. Varoluşunu gizleyen zihinsel deneyimlerle karşımıza çıkan, birer özne olmaktan uzak olan Gabrielle ve partneri Louis, temsil edilen canavarın kendisi hâline geliyor nihayetinde.

Emma

Film: La Vie d’Adèle / Blue Is the Warmest Color (2013)

Belki de çoğumuzun Seydoux ile tanışma hikâyesi, Emma ile yolların kesişmesiyle oldu. Sanat öğrencisi olan ve özgürlüğünü onaylamasında etkili olan Sartre’dan etkilenen Emma’yı canlandıran Seydoux, başrolü paylaştığı Adèle Exarchopoulos ile birlikte birçok basmakalıp düşünceyi yıkan sahnelerin altından başarıyla kalkmasıyla aklımızda hâlâ. Kalabalıklar arasında Emma’yı mavi saçlarıyla ayırt ederken, kendisine yabancı birçok hisle tanışan Adèle’in, süslü ifadelerle arkadaşlık kuran Emma’dan etkilenmemesi imkânsız hâle geliyor. Aynı zamanda Seydoux’ya uluslararası birçok başarı getiren film olarak Blue Is the Warmest Color’ın, oyuncunun kariyerindeki önemine bir vurgu yapmak şart.


Bonus
Caprice

Film: Crimes of the Future (2022)

Léa Seydoux gibi çok yönlü oyuncuların birçok kıtada seyredilirken, düşünsel anlamda farklı yönetmenlerle çalışması, performans sanatını ve kendini sık sık sınaması tanıdık bir şey. İnsanın dışa bağımlılığını cinsel yönelimleri üzerinden bedensel korku mekanizmasıyla deneyen David Cronenberg’in epey zorlu bir karakterine hayat veriyor Crimes of the Future’da Seydoux. İsmini geçici heveslerden alan Caprice, bir performans sanatçısı olarak bedene, sergilenen bir eser gözüyle bakıyor. Vücudunu kendisine emanet eden sevgilisi Saul’ü halka açık ameliyatlarla modifiye etmek Caprice’in elinde. Viktoryen dönemin eylemlerini anımsatan, sanatta bedenin araç olarak kullanılması durumu, filmin görsel temasına da yansıyor. Nitekim Cronenberg, 20 yıl öncesinden senaryosunu yazdığını ve o dönemde bu sanatın karşılığının olduğunu açık ediyor. Zamandan, bağlamdan ve yerçekiminden kopukmuş gibi görünen karakterlerin süzülürcesine dâhil olduğu bu evren, her şeyin tüketilebilir olduğu kaygısından yola çıkarak, yeni bir ekole öncülük ediyor hiç kuşkusuz.