59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden notlar: Bölüm 2

Yazı: Merdan Çaba Geçer

Ödüllerin dağıtılmasıyla birlikte 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne noktayı koyduk. Yerinde takip ettiğim Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın ilk yarısında izlediklerime dair hislerimi burada paylaşmıştım. Dosyanın ikinci bölümündeyse festivalin diğer yarısında gördüklerimi anımsıyor; Özcan Alper’den Karanlık Gece, İsmet Kurtuluş ile Kaan Arıcı’dan LCV (Lütfen Cevap Veriniz) ve Selcen Ergun’dan Kar ve Ayı’nın bahsini geçiriyorum.

Karanlık Gece

(Yön: Özcan Alper)

Özcan Alper’in dâhil olduğu her projeyi, Türkiye sineması içinde kişisel favorilerimden olan Sonbahar (2007) nedeniyle merakla beklemiş; ilk uzun metrajda çıta oldukça yükseğe çekildiğinden, izlediğim diğer filmlerine onun kadar heyecan besleyememiştim. Filmografisinin -bu kez beklentileri karşıladığını düşündüğüm- yeni halkasında, karıştığı bir linç olayı sonrası doğup büyüdüğü küçük dağ kasabasından ayrılan İshak’ın, yedi yıl sonra kendisi ve kasaba ahalisiyle olan hesaplaşmasını masaya yatırıyor Özcan Alper. Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, Pınar Deniz, Taner Birsel ve perdede izlemeyi özlediğimiz Sibel Kekilli’nin başı çektiği şahane bir oyuncu kadrosuyla…

Karanlık Gece, arkadaşlarıyla kartopu oynarken camına kartopu isabet eden bir esnaf tarafından bıçaklanıp hayatını kaybeden gazeteci Nuh Köklü’ye ithaf edilmiş bir yapım. Nüfuzuna güvenen üç şahıs tarafından daha birkaç gün önce katledilen müzisyen Onur Şener’in acısı da hâlâ tazeyken, Karanlık Gece’nin “bu kadim toprakların hoşgörü ve misafirperverliği” hakkındaki ezbere cümlelerin -hele ki günümüzde- bir yanılsamadan ibaret olduğuna; linç kültürüne, eril şiddete, kronikleşen vicdansızlığa, kolektif tahammülsüzlüğe dair yorumu elbette fazlasıyla gerçek ve can acıtıcı. Baş karakterin mağdur değil, olayın faillerinden biri seçilmesi; Özcan Alper ile ortak senarist Murat Uyurkulak’ın bu anlamda bir risk alması da dikkate değer yazınsal tercihlerinden. Öte yandan İshak’ın arayışına ve vicdan muhasebesine dair sahnelerin bir noktadan sonra tekrara düştüğü ve filmin akışını yer yer sekteye uğrattığı tespitlerine katıldığımı da söylemeliyim.

Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nı takip etmiş olanların mutabık olduğu bir konu var: Karanlık Gece ile Emin Alper’in Kurak Günler’i, Türkiye’deki sosyopolitik manzaraya dair çok benzer dertlerin yarattığı hislerle hayat bulan, anlatılarını kurarken de yine çok benzer temalar ile metaforları barındıran, şaşırtıcı derecede fazla paralelliklere sahip iki film. Ne var ki bu hemhalliğe rağmen, bulunduğumuz gerçekliğe yaklaşımlarıyla bambaşka iki rota çiziyorlar kendilerine. Emin Alper daha umutlu (ve daha öfkeli) bir perspektif üzerinden meseleye bakmayı tercih ederken; Özcan Alper, sinemasına hâkim olanların pek de şaşırmayacağı üzere melankolik ve çıkışsız bir tablo ortaya koyuyor. Ödül töreninden çıkan sonuçların da tesiriyle, bu iki filmin yakın gelecekte daha fazla kıyaslanacağını öngörmek güç değil.

LCV (Lütfen Cevap Veriniz)

(Yön: İsmet Kurtuluş, Kaan Arıcı)

Bu seneki edisyonun filmlerinden Kurak Günler, Ayna Ayna ve Karanlık Gece’de kuir karakterlerle, homoerotizmle veya sadece birtakım imalarla karşılaşmış olsak da hem direkt kuir sinemaya göz kırpması hem de tek mekânlı ve üç karakterli ekonomik yapısıyla seçkiye çeşitlilik getiren bir yapım oldu LCV (Lütfen Cevap Veriniz). Evlenmelerine bir saat kalan Ceren ve Semih’le tanışıyor; onlar törenin yapılacağı otelde son hazırlıkları yaparken, yakın dostları Mert’in geçmişteki sırları açığa çıkarmaya başlamasıyla, herkesin birbirini köşeye sıkıştırmaya başladığı bir hesaplaşma seansına ortak oluyoruz. Etekteki taşların bir bir döküldüğü zaman dilimi içinde, bir taraftan da “Aldatmak için fiziksel beraberlik yaşanması şart mıdır?”, “Adına namus dedikleri iki bacak arasında mıdır?”, “Homofobi ve mizojoni nedir, ne değildir?” gibi sorular havada uçuşuyor.

Sırtını diyaloglara ve oyuncu performanslarına dayayan LCV, üçlü içinde en çok -Cem Yiğit Üzümoğlu’nun güçlü oyunuyla hayat bulan- Mert’e sempati besliyor; seyircinin iç sesi olmaya müsait repliklerin çoğunu ona vererek bu tercihini pek gizlemiyor. Üstelik Mert’in regl, kürtaj ve kadın orgazmı gibi konulardaki haddini aşan yorumları; kusur barındırmayan bir karakter yaratma hatasına düşülmesine de engel teşkil ediyor. Argümanları nedeniyle daha mesafeli yaklaştığımız Ceren ve Semih’te ise (özellikle Ceren’de) benzer bir dengenin kurulamadığını -ya da kurulmak istenmediği- söylenebilir. Nihayetinde yerli sinemada işlendiğini pek fazla göremediğimiz konulara lafı dolaştırmadan yer veren tavrıyla, ilgiye değer bir emeğin ürünü LCV.

Kar ve Ayı

(Yön: Selcen Ergun)

Dünya prömiyerini 47. Toronto Uluslararası Film Festivali’nde gerçekleştirmiş olması nedeniyle Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın en merak edilen yapımlarından biri olan Kar ve Ayı, tabloyu andıran estetiğe sahip birtakım doğa manzaralarıyla açılışını yapıyor. Karlarla kaplı, ucu bucağı olmayan bir coğrafyada ilerlemeye çabalayan kırmızı bir arabanın izini sürüyor; hemşire baş karakter Aslı’nın mecburi hizmet sebebiyle uzak bir kasabaya doğru yol almaya çalışına şahit oluyoruz. Vardıktan birkaç gün sonra, -pek de matah bir kişilik olmadığını anladığımız- Kasap Hasan’ın ortadan kayboluşu kasabada dengeleri değiştiriyor ve sinopsiste de belirtildiği gibi Aslı kendisini adım adım su yüzüne çıkan erk ilişkilerinin, sır ortaklıklarının ve kuşkuların ortasında buluveriyor.

Lafı çok dolaştırmadan fikrimi açık edersem; Kar ve Ayı’nın şahsi beklentilerimi karşılamamasının altında yatan sebep, bu hikâyenin orta ya da kısa metraj formunda daha iyi işleyebileceği hissini üstümden atamamış olmam. Yönetmen Selcen Ergun gerek atmosfer yaratma mahareti gerekse insan doğası ve doğa-insan ilişkisine dair söyledikleriyle hanesine artı puan yazdırıyor lakin kimi sahneler tekrar hissine vesile oluyor, devinime ket vuruyor, kurguda atılabileceği intibası uyandırıyor. Öte yandan film hakkında konuşurken, buradaki performansıyla Altın Portakal’a uzanan Merve Dizdar’ın adını anmamak haksızlık olur. Perdeye çok yakışan, izlemesi çok keyifli bir oyunculuğu olduğunu düşünüyor; kendisini daha fazla arthouse yapımda görmeyi umuyorum.