A Quiet Place: Day One ve izleyiciye geçemeyen telaş   

Yazı: Beyza Yıldırım

Dünyanın sessizliğe gömülmesine sebep olan ölümcül istilacıları konu edinen A Quiet Place evreni, yeni filmiyle olayların en başına, ilk güne götürüyor izleyiciyi. Serinin yaratıcısı olan John Krasinski’nin senaryosunu kaleme aldığı A Quiet Place: Day One’ın yönetmen koltuğunda ise Michael Sarnoski var. Oyuncu kadrosunda Lupita Nyong’o, Joseph Quinn, Alex Wolff gibi tanıdık isimler görmek mümkün. 

Serinin bir devam filminden ziyade spin-off’u olan bu yeni film, 28 Haziran’da vizyona girdi. Peki, ilk günde bizi neler bekliyor?

*Bu yazı, henüz A Quiet Place: Day One filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Hafıza tazeleyelim

Bundan altı sene önce, ilk filme bizi çeken hikâyenin başrolünde Abbott ailesi vardı. Kısıtlı bir mekânda süregelen olayların tam ortasında ilk olarak şehrin sessizliği ve ıssızlığı göze çarpıyor. Tek duyusu işitme olan yaratıkların sessizliği bozan en ufak etkene karşı tavrı çok acımasız. Birçok insan ölmüş, şehir yağmalanmış, kıtlık başlamış ve yaşam tarzı kökten değişmiş. Bir nevi post-apokaliptik bir evrende takip ettiğimiz Evelyn, Lee Abbott ve çocukları Regan ile Marcus tren raylarından eve dönmeye çalışıyor. Evelyn’in hamile olduğunu anlıyoruz ve doğumuna çok az kalmış. Aslında mercek altına aldığı aile sıradan bir aile değil; önlemlerini alarak hayatta kalmayı başarmış. İşitme ve konuşma engelli olan kızları Regan sayesinde işaret diliyle anlaşmayı öğrenen Abbott ailesinin huzur içinde koruduğu şehirden biraz uzak evleri elbette tamamen güvende değil. 2020’li yıllarda geçen hikâyenin kırılma noktası John Krasinski’nin canlandırdığı Lee’nin ilk filmdeki sonuyla yaşanıyor.

A Quiet Place: Part Two, Emily Blunt’ın canlandırdığı Evelyn’e yüklenen büyük sorumlulukla hikâyeyi kaldığı yerden devralıyor. Ne yapması gerektiğini şaşırtıcı biçimde bilen iki çocuğunun yanı sıra yeni doğmuş, savunmasız bebeğiyle olayların merkezine bir yolculuğa başlıyorlar. Tamamen yalnız oldukları söylenemez ama yaratıkların daha az tehlikeli hâle gelmediği de aşikâr.

İlk gün

A Quiet Place, ütopik tavrına rağmen kendimizi evrene dâhil edebilmemizi sağlayan bir odak kuruyor. Böyle bir durumda yaşamaya devam etmenin nasıl olacağını sorgulatıyor sürekli. Filmi yüreği ağızda tutan yanı da bu bağı kurabilmesinden geliyor. İlk iki filmde tanıdığımız karakterleri gözlerimiz arasa da Lupita Nyong’o’nun oyunculuğu epey iyi. Transdermal ilaçlarla hayatını sürdüren Sam, hep yanında gezdirdiği kedisi, şiirleri ve agresif tavrıyla tanıtıyor kendini. Filmin açılış sahnesi New York’un normaline dönüşen gürültüye dikkat çekiyor. Şehir, sesleriyle yaşayan bir yer hâline geliyor. 

Sam New York yolculuğunun başlarında çok isteksiz; aklında olan tek şey yıllar önce ziyaret ettiği pizzacıya gitmek. Uçarken balonu patlayan bir kuklanın gösterisini izlemesinin ardından sokağa çıktığında olayların ortasında buluyor kendini. Şehir tahliye edilmek zorunda çünkü bir çözüm üretmek başta mümkün değil. Ya kendini koruyup hayatta kalmak zorundasın ya da sessizliği bozarak yem olmak. Bu süreçte fiziksel mücadelenin yanı sıra psikolojik savaş da gerilimin oluşmasında büyük etken. İlk iki filmde de bu yaratıklara karşı kesin bir çözüm bulunamadığını görmüştük ama ilk intiba yaratıkların yüzemediği yönünde. Bu sebeple kara yolundan uzaklaşarak karşıya geçmenin bir yolunu bulan insanlar kendini kurtarıyor. Fakat şehir distopik bir yalnızlığa çökmüşken bile Sam’in en önemli planı, başından beri gitmek istediği pizzacıyı bulmak. Atmosferi baltalayan şey bu olabilir; Sam’in kaygısız, sakin tavrı ve ilk şoku seyirciye yaşatmaması. Bu gerilim havasında takip ettiğimiz karakterlerin duygu durumu bizi de epey etkiliyor. Onların sona gelmesini istemiyor ve bunun uğruna eylemlerine anlam yükleyebiliyoruz. Fakat Sam’in hem kendini hem de kedisini tehlikeye sokan kararları çok anlık ve iyi düşünülmemiş. Bu şehri evi olarak benimsemiş bir kadının dış dünyadan kopukluğu inandırıcı gelmiyor.

Mücadelesinde kedisinden ayrı düştüğü ve yalnız kaldığı bir anda Eric ile tanışıyoruz. Kir pas içinde kalan takım elbisesiyle karşımıza çıkan Eric’e dair bildiğimiz şeyler çok az. Sam ile karşılaşıyor ve peşine takılabileceği birini bulması yeterli oluyor. Bu ikilinin bağına odaklandığımız kalan dakikalar bu yaratıklardan kaçmanın yollarını aramakla geçiyor.

A Quiet Place: Day One, bizi New York’un kalabalığıyla ilk güne götürürken ne yazık ki iki filmin etkisini yakalayamıyor. Bu gerilim ortamında karakterlerle benzer telaşı yaşatamıyor. Tatmin edici bir son olup olmadığı ise yine seyirciye kalmış.