Abandoned in Place: Houston, ses ver?

Çocukluğunu uzay programlarını takip ederek ve uzaya gönderilen roketleri izleyerek geçiren Amerikalı fotoğrafçı Roland Miller uzay üsleriyle ünlü Cape Canaveral bölgesinin yakınındaki bir üniversitede öğretmenlik yapmaya başladığında bu çocukluk tutkusu yeniden alevlenmiş. Soğuk Savaş döneminde kurulan, şimdi terkedilmiş uzay üslerini fotoğraflamaya karar veren Miller, iki yıl süren bu projenin sonucunda Abandoned in Place isimli, uzay yarışı döneminin etkileyici bir temsilinden oluşan bir fotoğraf serisini ve kitabını çıkardı. Roland Miller’la geçtiğimiz ay sergisi açılan Abandoned in Place üzerine kısa bir sohbet için aşağıya buyurun.

Röp: Yetkin Nural

Abandoned in Place projesinin nasıl geliştiğini, fikrin nasıl ortaya çıktığını anlatır mısın biraz?

Cocoa Florida’da Brevard Community College’da çalışıyordum. Cape Canaveral Air Force Station ve Kennedy Space Center bu okula sadece bir kaç mil uzaklıktaydı. Bir gün Cape Canaveral Air Force Station’daki eski ofis binalarından birini yenilemeye çalışan bir çevre mühendisinden telefon aldım. Eski binada bir de fotoğraf stüdyosu bulunduğunu söyledi ve kimyasallardan nasıl düzgün bir şekilde kurtulabileceği konusunda bana danışmak istedi. Bu şekilde tanıştık ve beni Launch Complex 19’a götürdü. Görür görmez bu mekânı çekmek istediğimi anladım. Aynı zamanda bunun gibi artık terk edilmiş başka uzay araştırma üslerinin de olduğu ortaya çıktı. Ancak gene de gereken izinleri almam iki sene sürdü. NASA’ya bundan önce yaptığım işleri ve fotoğraflarımı gösterince projeye farklı mekânlarda devam etmem için gerekli izni verdiler.

Web sitendeki fotoğraflar arasında gezinirken ilk tepkim biraz çelişkili bir his oldu zira çektiğin bu terk edilmiş mekânlar hem geçmiş hem de geleceği temsil ediyorlar. Sen Amerika’nın farklı bölgelerindeki terk edilmiş uzay üslerini gezerken neler hissettin?

Bir zamanlar tüm dünyanın ilgi odağı olan, ancak şimdi terkedilmiş ve çürüyen bu merkezleri gezmek gerçekten olağanüstü bir deneyimdi. İnsan hayatın geçici doğası ve bir dönem değerli olan bir şeyin kısa bir zaman içinde önemini kaybedebileceği üzerine düşünüyor. Aynı zamanda benim için çok heyecan verici bir deneyim oldu. Çocukken sürekli uzay araştırmalarını takip ederdim ve yıllar sonra bu mekânları gezme ve fotoğraflama şansını yakalamış olmam çok değerli benim için.

Rocket Thrust Mounts, Gemini Titan Complex 19, Cape Canaveral Air Force Station, Florida 1991
Rocket Thrust Mounts,
Gemini Titan Complex 19,
Cape Canaveral Air Force Station, Florida
1991
Launch Ring, Apollo Saturn Launch Complex 34, Cape Canaveral Air Force Station, Florida 1990
Launch Ring,
Apollo Saturn Launch Complex 34,
Cape Canaveral Air Force Station, Florida
1990

Kaç uzay üssü gezdin ve fotoğrafladın? Projede yer alan uzay üslerin işlevsel çeşitliliği ve buna dayalı olarak estetik farkları nelerdi?

Hepsi farklı tesislerden oluşan toplam 12 uzay üssünü ziyaret ettim. Bunların büyük çoğunluğu Cape Canaveral Air Force Station bünyesinde bulunan fırlatma merkezleriydi. Ayrıca genelde Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğu ve batısında yer alan çeşitli üslerde, kontrol odalarını, roket motoru test alanlarını, rüzgâr tünellerini, vakum çemberlerini ve başka tesisleri de fotoğrafladım.

Abandoned in Place projesini “belgesel, soyut ve melez imgelerin bir birleşimi” olarak tanımlandırıyorsun. İmajlara yaratıcı müdahalelerini ve arkasında yatan düşünceleri anlatır mısın?

Projenin başından itibaren kafamda hem belgesel hem de soyut nitelikte imgelerden oluşan ikili bir yaklaşım vardı. Bütün hikâyeyi aktarabilmek için anlaşılabilen ve temsili imgelere ihtiyacım olduğunun farkındaydım. Ancak aynı zamanda ele aldığım konu yorumlamak ve estetik açıdan keşfetmek için de yeterince olgunlaşmıştı. Uzay yarışlarını ve Soğuk Savaş’a dair daha derinde yatan alt metinleri ve anlamları ortaya çıkarmak için konuya hem soyut hem de belgesel stilinde yaklaşmam gerekiyordu. Ancak projenin ilk dönemlerinde küratörler ve fotoğrafları gösterdiğim başka sanatçılar iki stilden birini seçmem gerektiğine dair iyi niyetli uyarılar yaptılar. Bir diğer yandan, hangi stille devam etmem konusunda bir görüş birliği de yoktu. Ben sanatçıların spesifik bir stilde iş üretmesinin genelde yararlı olduğunu düşünürüm. Ancak bazı durumlarda farklı stillerin bir araya gelmesi işlerin anlam katmanları açısından daha zengin olmasını da sağlıyor. Bu proje de o durumlardan biriydi.

İmajların manipülasyonu konusunda, sadece perspektif düzeltme, renk açma ve koyultma gibi, Photoshop’la gerçekleştirdiğim ancak geleneksel karanlık oda ve baskı teknikleriyle de yapılabilinecek müdahalelerde bulundum.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:47’ye ulaşabilirsiniz.