Alan Parker (1944-2020)

“Fransızlar, bir yönetmenin kariyeri boyunca aynı filmin yirmi farklı versiyonunu çektiği teorisine sahipti. Benim içinse farklı türleri denemek, her zaman daha önemliydi” der Britanyalı yönetmen Alan Parker. Sahiden de onun kariyerini en iyi betimleyen tanım “çok yönlülük” muhtemelen. Aynı adlı Pink Floyd albümünden ilhamla çekilen rock müzikali The Wall’dan, 60’lardaki ırkçı faaliyetleri sert bir şekilde işleyen Mississippi Burning’e; Türkiye’deki cezaevlerindeki ortamı yansıtışıyla tartışmalara sebep olan Midnight Express’ten, Arjantin’in ünlü politik figürünü Madonna suretinde izlediğimiz Evita’ya kariyeri boyunca çeşitli türlerde, birbirinden çok farklı ruhlara sahip eserler çıkardı. Hollywood sistemine sayısız film armağan edip aynı sistemi sıklıkla eleştirmesiyle ve Avrupa sinemasına olan mesafeli yaklaşımıyla da, nevi şahsına münhasır bir isimdi.

The Wall

76 yaşındaki sinemacı, İngiliz Film Enstitüsü’nün yaptığı açıklamaya göre, uzun bir hastalık sürecinin ardından 31 Temmuz’da aramızdan ayrıldı. 80’ler ve 90’lar sinemasına büyük katkılarda bulunmuş yönetmenden geriye zamana direnen, birbirinden ikonik yapıtlar kaldı.

Alan Parker’ı ve kariyerini çeşitli demeçleriyle anmak; yedinci sanat ve sinema endüstrisi üzerine söylediği cümlelere kulak vermek istedik.

Senaryo üzerine

“Yazdığım ilk senaryo (Melody) oldukça miskin, meşakkatli bir açılışa sahipti. Lakin yirminci dakika içinde öyküdeki küçük kız bir japon balığı alıyordu ve ondan sonrasında sorun yoktu. Demem o ki, japon balığına ilk sayfadan ulaşabilmek, her zaman daha iyidir.”

“Bir senaryo, yaklaşık olarak hayatınızdan bir yıl alır: yazmak için iki ay ve yeniden yazmak için on ay.”

“Yapılma şansı bulamayan birkaç senaryo yazdım. Aslında yapıldılar, ama kafamda. Kafamda bir film festivali yapabilirdim.”

Hollywood üzerine

“Hollywood; Yahudi, Hristiyan, Müslüman, Budist, Mormon, Hindu ve Scientology mensuplarının karışımıdır. İsa, Musa, Muhammed, Kabala, Agape, Hubbard veya Sun Myung Moon’un izinden gitsin gitmesin, Hollywood’da hiç ateist yoktur. Çünkü herkes; tek, gerçek, gıcır gıcır, yeşil bir Tanrı’ya inanır: dolara…”  

“En başından beri, tüm filmlerimin final kurgusuna ve kreatif kontrolüne sahip oldum; sözleşmede yer almasa bile, irade gücüyle… Sonuç olarak filmlerin iyi ya da kötü olması, benim dışımda kimsenin kabahati değil.”

“Yapımcılarla bütçe aşımı hakkında görüşmek isteyen stüdyo yöneticilerinin özel jetlere binmesi, beni her zaman eğlendirmiştir.”

“Londra’daki tesisatçıların hepsi Polonyalı. Varşova’daki tesisatçılar Romen. Los Angeles’taki tesisatçıların tümüyse istekli senarist adayları.”

“Bugünün Hollywood halkı; 90 yıl öncesinin sahtekârları, hergeleleri, step dansı yapıp eldiven satanları ve işportacılarının torunlarıdır. Dolayısıyla onlarda tamahkarlık ve açgözlülüğün bolca, edep ve dürüstlüğün nadir bulunması çok da şaşırtıcı değil.” 

“Başarılı yapımcılar ölülerini gömmekte çok iyidirler. Bir film dibe vuracak gibi gözüküyorsa, bir sonraki projeye koşmakta oldukları için, ayakkabılarını çamura buladıklarını göremezsiniz. Ancak yönetmen acı son bitene kadar oradadır; her bir röportaj, hakaret ve eleştirel tacizle başa çıkmaktadır. Yönetmenler başarısızlıklarıyla ölürler. Yapımcılar ise onların cenaze törenlerine katılırlar.”

Oyunculuk üzerine

“Bir yönetmen, aktöre bağlı olarak farklı şekilde davranabilir. Bazen en iyi dost veya sevecen bir akraba gibi, bazen de otoriter bir öğretmen gibi görülürsünüz…”

“Film yapımı organik bir süreçtir ve aktörler sahnedeki büyüyü bulmak için o anda doğaçlama yapabilirler. Hakeza, doğaçlama yaparak iyi bir senaryoyu mahvedebilirler de…”

“Bir oyuncu üçüncü ya da yirmi üçüncü tekrarda harika olabilir. Bir film ekibi her tekrarda harika olmak zorundadır.”

İngiliz sineması üzerine

“Sinema tarihi Birleşik Krallık’ta başladığından bu yana, seçkin yönetmenleri iki elinizin parmağıyla sayabilirsiniz. Asla değişmez. İyi senaristler ise daha boldur – belki de iki elin ve bir ayağın parmakları kadar.”

“Mike Leigh ve Ken Loach’a büyük hayranlık duyuyorum. Mick Jagger ile Keith Richards gibiler; birkaç yılda bir gösteri düzenliyorlar ve ‘Jumping Jack Flash’ gibi milyon kere duyduğunuz şeyleri önünüze getiriyorlar, biz de iştahla tüketiyoruz.”

“Pinewood Studios’ta David Lean ile çarpıştığımda bana son filmimi nerede yaptığımı sordu. ‘Amerika, efendim’ diyerek kekeledim. ‘Amerika?’ kelimesini tekrarlarken, ayağının altına bir şey yapışmışçasına telaffuz ediyordu.”

Film yapımı üzerine

“Film yapımı şüphesiz bir sanat formudur; ancak oldukça teknik bir mecra olduğunu, büyük zihinsel ve fiziksel güç gerektirdiğini görmezden gelemezsiniz. Sık sık Michelangelo’nun Sistina Şapeli tavanını boyarken karşılaştığı en büyük sorunun, boyayı nasıl dökmeyeceğini fark ettikten sonra, yaşadığı sırt ağrısı olduğunu düşünürüm.”

“Bir yönetmen olarak, ne söylemek ve nasıl söylemek istediğiniz hususunda, en başta (ve önemlisi) kendinize karşı dürüst olmalısınız. Bir film, makaranın içindeyken film değildir. Görüntü perdede titrediğinde ve seyirci onu deneyimlediğinde filmdir. Öyleyse karanlıkta oturan herkesin zevklerini, duygularını ve beklentilerini nasıl görmezden gelebilirsiniz?”

“Film yapımı, ortak çalışmaya dayalı bir sanat formudur. Tarihteki hiçbir sinemacı filmleri kendi başına çekmedi. Kabul edelim ki, Leonardo’nun Son Akşam Yemeği‘ni resmetmek için biraz yardıma; Federico’nun La Dolce Vita’yı yapabilmesi içinse yüz kişiye ihtiyacı vardı.”  

“Kötü bir film yapmak, iyisini yapmak kadar zordur ve kimse kötü bir film yapmak için yola çıkmaz.”

“Hayat bir film seti değildir.  Film çekmediğiniz zamanlarda, hayatınıza devam etmeniz tavsiye edilir. Sonuçta, eğer bir hayat yaşamıyorsanız, hayat hakkında nasıl film çekebilirsiniz?”

Yazı: Merdan Çaba Geçer