Ben ile ötekinin sınırında: Alix Marie

Röportaj: İlayda Güler

Çeşitli ölçeklerde, çeşitli mekânlara yerleşmiş; kimi zaman çok yakından bakılmış, kimi zaman ham maddesi değişmiş; üzerine bambaşka tenler, bambaşka dokular giymiş beden parçaları… Alix Marie cinsiyet rolleri, güzellik standartları gibi toplumsal dayatmaları tümüyle sınırlarının dışında bırakarak, beden kavramı ve farklı bedenlerle ilişkilenme biçimlerimiz üzerine düşündürdüğü pratiğinde, mitlerle bugünün yaşamı arasından çektiği anlatılara dair görüntüleri mekânsallaştırmakla ilgileniyor. 

Institut Français Türkiye’nin desteğiyle işleri, 1 Ekim’e dek sürecek 18. Contemporary Istanbul’un Photo Focus bölümündeki Ka seçkisi kapsamında izlenebilecek Fransız sanatçıyla üretim motivasyonları, ilham kaynakları, kendisine kurduğu neşeli oyun alanı hakkında konuştuk.

Styx, 2021

Bedenin yaşadığı deneyimleri dokusallığın gücüyle anlatıyorsun. Yarattığın uyaranlar ne tür ortak duygulara tercüme oluyor sence? Sen işlerine biraz mesafelenip bakabiliyorsan ne hissediyorsun?

Bir fikirden başlayan bir şeyin fiili, bitmiş bir parça veya enstalasyonla karşı karşıya kalması her zaman şaşırtıcı ve bu bana göre bir ölçüde, sanat yapmanın neşesi ya da mucizesi demek. Birinin işe gerçekten mesafelenebileceğinden ya da onu sindirebileceğinden emin değilim; o, dünyada kendi hayatı olan bir varlık hâline geliyor zira. Duygulara tercüme olan uyaranlar hakkında: Yapılan araştırma ve çalışmalarla bunun duygu yaratacağını sadece umut edebilirim. Ancak insanların tepkilerini kontrol edebildiğimi düşünmüyorum; onlar da aynı esere karşı çok farklı olabiliyor. Bu, izleyicinin geçmiş deneyimine, bağlamına ve kültürüne büyük ölçüde bağlı ve işin izleyiciye gösterilmesini heyecan verici kılan da kısmen bu.

İşlerindeki beden temsilleriyle üretici olan senin bedenin ve izleyicinin bedeni arasındaki etkileşimi nasıl değerlendiriyorsun?

Pratiğimde bedeni, iç içe geçmiş dört adımda düşünüyorum. Temsil edilen beden var; işin konusu, aynı zamanda işin kendi bedeni, maddeselliği, ölçeği, mekânla etkileşimi. Sonra işi yapan kendi bedenim var; projeye bağlı olarak meditatif (tekrarlayan görevler yaparken) veya fiziksel olarak yorucu olabilir. Çoğu zaman daha önce hayal edilmeyen deneyleri veya düşünce zincirlerini tetikleyebileceğinden, bunu yaparken bu deneyimlere dikkat etmeye çalışıyorum. Nihayet, izleyicinin bedeni ve işle karşılaşması var. Önceki adımların tümü, duyusal bir deneyimin yanı sıra umarım entelektüel veya duygusal olanı da sunarak, bu noktaya ulaşmış olacak.

Orlando, 2014

Bedenin de bir mekân olduğunu düşünürsek, fotoğrafı mekansallaştırmak, bir nevi akışkanlaştırmak senin sanatını tanımlayan şeylerden biri. Bu yaklaşımı zihninde nasıl inşa ettiğini biraz anlatabilir misin?

Bunu inşa ettiğimden emin değilim; eğitime ve sanatla uğraşmaya başladığım ilk adımlarım boyunca ayrı tuttuğum heykel ve fotoğraf pratiklerimin organik bir evrimi gibi geliyor. Her zaman malzemeye -yapmaya ve dokunmaya- tutkulu oldum ve bir noktada fotoğrafın düzlüğü beni hayal kırıklığına uğrattı; görüntünün içine girmek istedim. Bu nedenle ona üç boyutlu bir gövde vermeye çalıştım. Bu, bazen hareket ve ses de içeren geniş ölçekli ortamlarda gelişti. İşleri sadece görsel olarak değil, mekânsal olarak da düşünmeye çalışıyorum.

Malzeme davranışı bir sanatçı olarak seni nasıl yönlendiriyor?

İçerik ve biçimin bir araya gelmesine kuvvetle inanıyorum, dolayısıyla malzeme seçimi kavramsal ve metaforik olarak eserle ilişkileniyor. Ayrıca malzemelerle deneyler yapmayı ve bunların, belki de ustaca veya amaçlanan şekilde kullanılmadığında nasıl tepki verdiklerini görmeyi seviyorum. Örneğin, davranış değiştiren balmumunu sıklıkla kullandım; anatomik modellerle, ezoterizmle, erotizmle ve güzellik bakımıyla olan tarihsel bağlantısı nedeniyle de.

İşlerinin taşıdığına benzer bir hisse sahip olduğunu hissettiğin bir film, kitap ya da müzik var mı? Hangi yönüyle? 

İşlerimle benzer bir his taşıyıp taşımadıklarından ya da birilerinin işlerimle aralarındaki bağlantıları görüp görmediğinden emin değilim ama görsel duyumu en çok etkileyen ve sürekli geri döndüğüm üç film: Coppola’nın Dracula’sı, Cocteau’nun La Belle et la bête’si, ve Fellini’nin Casanova’sı.

SHREDDED, 2019

Yaşadığın kent sana ne tür ilhamlar veriyor? Gündelik hayat, işlerine nasıl yansıyor?

Londra’da 16 yıl yaşadıktan sonra yakın zamanda memleketim Paris’e taşındım, yani her zaman kentsel ortamlarda yaşadım ve belki de bu yüzden toplu taşıma araçlarında düşünmeyi ve hayal kurmayı öğrendim. Pratiğim sayesinde sık sık seyahat edebildiğim için de şanslıyım; yeni yerler ve kültürler keşfetmek bana her zaman ilham veriyor. Fikirlerimin çoğu hareketten ve aradaki anlardan geliyor.

İşlerim sıklıkla otobiyografi ile mitolojiyi karıştırıyor; arkadaşlarla yapılan sohbetler, günlük yaşam olayları veya karşılaşmaları bir proje için araştırma hattı başlatabilir. Örnekse Shredded (2019) adlı sergim, Herkül efsanesi ve onun sanat tarihindeki temsilinden ya da bir film eleştirmeninin Arnold Schwarzenegger hakkında konuşmasını dinlemekten çok, 24 saat açık bir vücut geliştirme salonunun karşısında yaşamakla tetiklendi.

Bu yıl son altı ayda hamile kalan 12 yakın arkadaşım var. Pratiğimin iki ana konusu olan metamorfoz ve beden varlığına paralel olarak, bu kadar çok şeyin bu kadar kısa sürede gerçeküstü bir şekilde tesadüf etmesi, beni gebelik döneminin fizyolojisini, özel deneyimlerini ve politik tartışmalarını araştırmaya yöneltiyor.

Giriş görseli: Foam New Talent, 2017

Heracles, 2018
Sorsi di Sale, 2022