İllüzyonun çatlaklarından sızan dayanışma: All We Imagine as Light
Yazı: Merdan Çaba Geçer
Mumbai’de yaşamasına rağmen burayı asla “ev” olarak nitelendiremeyen bir dış ses — zira ev, “bir gün oradan ayrılacağını düşündüğün” bir yer değildir. Yeterli gıdaya erişebilmek adına gebe olduğunu aylarca işverenlerinden gizlemek zorunda kaldığını itiraf eden bir ev emekçisinin fısıltıları… Bir takım daha sesler, hikâyeler, görüntüler üst üsteler ve belli belirsizler All We Imagine as Light açılışında. Tıpkı şehrin kendisi gibi çeşitli, çok katmanlı ve karmaşa içindeler. Milyonlarca hikâyenin kaybolup tekrar belirdiği bu karmaşada, kamera “Evraklarımız kadar varız bu şehirde, kaybolsak farkımıza varmazlar!” diyen üç kadının izini sürmeye başlıyor. Üçü de köhne bir yerel hastanenin çalışanı.
Hindistan’ın Kerala eyaletinden kalkıp büyükşehirde varoluş mücadelesi veren Prabha ve Anu, astronomik kiralar yüzünden aynı mekânı paylaşan iki kader ortağı. Görücü usulüyle evlendirildiği eşi Almanya’ya çalışmak için göç eden Prabha (Kani Kusruti’nin oldukça tesirli performansıyla), yalnızlığıyla ve kendisine şiirler yazan meslektaşı doktorun yarattığı içsel sorgulamalarla boğuşuyor. Etnik ve dini çatışmaların mütemadiyen patlak verdiği bu coğrafyada gönlünü Müslüman bir erkeğe kaptıran genç Anu, ailesinin asla onaylamayacağını bildiği bir ilişkide, kendi duygu dünyasını ve cinselliğini keşfetmeye başlıyor. Bir de Parvaty var; hastane kafeteryasında aşçılık yapıp, 20 yıllık evini emlakçılara kaptırmak üzere olan. Şehirden gitmekle kalmak arasında seçim yapmaya hazırlanıyor.
Hindistan’daki kast sisteminin, üniversite yaşamı üzerindeki etkisini anlatan belgeseli A Night of Knowing Nothing‘in ardından yönetmen Payal Kapadia’nın çektiği ikinci yapım All We Imagine as Light, 1994’ten beri Cannes Film Festivali’nin Ana Yarışma’sında yer alan ilk Hindistan filmi olup Jüri Büyük Ödülü’nü de kucakladı. Türkiye’deki ilk gösterimini Ayvalık Uluslararası Film Festivali bünyesinde gerçekleştiren film, hayaller ve arzuların gerçekleştirilmesi kadar kişiyi ezip yok etme ihtimalini melankoli, zerafet ve şefkatle resmeden bir sinemasal başarı. İsmini daha uzun yıllar duyacağımız kesin gibi gözüken Payal Kapadia, bu dayanışma hikâyesini didaktik herhangi bir söylemden uzak durarak, incelikle ortaya seriyor.

Ruhlar, dokular ve kalp atışları: Mumbai’den Ratnagiri’ye
Bahsi geçen üç kadın dışında, bir de All We Imagine as Light’ın dördüncü baş karakteri olan Mumbai var ki Kapadia’nın mekân kullanımındaki yaklaşımına özel bir parantez açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Zira All We Imagine as Light‘taki temsil, kentin sinemadaki -en azından benim gördüğüm- temsillerine pek benzemiyor; şehirle alakalı kimi klişeler bile isteye yerinden edilerek, kenti “yaşayan” bir varlık olarak yeniden kurgulamak amaçlanıyor sanki. Bir özne olarak Mumbai, karakterlerin duygusal ve psikolojik dünyalarıyla etkileşen, neredeyse kalp atışını hissettiğimiz bir organizma.
Üstelik yönetmenin bu doğrultudaki reji tercihleri (kimi zaman ışık ve renk oyunları, kimi zaman şaşırtıcı biçimde pek yakışan caz tınılarıyla); kent mekânını ne sahte bir tavırla güzelleştirmeye, idealize etmeye ne de oryantalist bakışla dramatize etmeye yanaşmıyor. Sokakları, caddeleri, evleri usulca kat edip buralara tam olarak kendi algıladığı biçimde baktıran ve içlerindeki güzellikleri, trajedileri, çelişkileri bütünlüğü bozmadan, gerçekçi şekilde işaret eden bir estetik geliştiriyor All We Imagine as Light.
Bu gerçekliğin bir parçası olarak Mumbai’nin hızla değişen sosyoekonomik yapısı da es geçilmiyor elbet: Ekonomik eşitsizliğin yarattığı uçurum keskinleşmiş, işçi sınıfının yaşam koşulları acımasızlaşmış, belirsiz bir zemine sürüklenmiş. Misal baş karakterlerden Parvaty’nin anlatısı, yaşadığı bölgeye lüks konut projeleri inşa edileceğinden dolayı oturduğu evden çıkartılma tehlikesiyle karşı karşıya olması ve yerinden edilme duygusuyla ne yapacağını bilememesi üzerinden ilerliyor. Ne var ki filme güçlü bir politik katman ekleyen bu hikâyenin potansiyelinin altında işlendiğini ve diğer iki karakterin yanında Parvaty’nin oldukça geri planda konumlandığını (karakter arkının da zayıf kaldığını) söylemek şart. Atmosfer ve his sinemasına yakın konumlanan Kapadia’nın, Prabha ile Anu’yla daha fazla ilgilenmesinin sebeplerini de anlamak zor değil öte yandan.
Prabha nereden geldiği meçhul bir pilav makinesi, Anu ise sevgilisiyle buluşmak için giydiği burka üzerinden içsel sorgulamalar yaşarken; Parvaty için şehirde yolun sonuna geliyor nihayetinde. Bir replikle de aktarıldığı üzere, Hindistan halkı tarafından “hayaller şehri” olarak tarif edilen Mumbai esasen bir “illüzyon şehri” çünkü. Burasının simülatif doğasında herkes kendine yer bulmak ve illüzyona kapılmak zorunda, yoksa “Hayatta kalamazsın.” diyor dış ses. Kendine daha fazla yer bulamayacağını anlayan Parvaty’nin memleketine dönmeye karar kılışı ve taşınmasında yardım etmek üzere Prabha ve Anu’nun da ona eşlik etmesiyle, hem mekân hem de filmin ruhu yeni bir forma bürünüyor.
Neyse ki All We Imagine as Light’ın mekânı algılayış ve portreleyiş biçimindeki özgün tavır burada da gücünü yitirmiyor ve Hindistan kırsalında bulunan Ratnagiri’nin okyanus ve ormanlarla çevrili bir kasabasında, karakterlerin bastırılmış arzuları ve çatışmalarıyla yüzleştikleri, neredeyse “doğaüstü” bir atmosfer devreye giriyor. Üç kadın kendilerini müziğin ritmine bırakıyorlar, okyanustan gelen bir yabancı kıyıya vuruyor ve yüzyıllar öncesinin mağara çizimleri iki aşığın kalbini titretiyor… Kapadia’nın mekânı kullanım biçimi, bu ton geçişlerinde de anlatının nüanslarını derinleştiriyor ve karakterlerin içsel yolculuklarında adeta birer ayna görevi üstleniyor.

Payal Kapadia ile Belmin Söylemez’in kesişen dünyaları
Ayna demişken… All We Imagine as Light’ın neredeyse başından sonuna dek aynı filmin aklımda dönüp durduğunu ve gösterim çıkışından itibaren sayıklamaya başladığımı söylemek durumundayım: Belmin Söylemez’in İstanbul’un girdabında var olma mücadelesi veren üç kadını merkeze koyduğu filmi Ayna Ayna (2022). Hoş bir tesadüf olarak Belmin Söylemez, festivalin bu yılki “Yeni Bir …” ödülünün seçici kurulunda ve kendisine, hissettiğim bu paralelliği dillendirme imkânım da oldu.
Bahsi geçen paralellik, iki yapımın da metropolde yolları kesişen üç kadını merkezine yerleştirmesiyle sınırlı değil yalnızca. Belmin Söylemez sinemasının İstanbul’u işleyiş biçimi, Kapadia’nın Mumbai’si gibi oldukça biricik zaten. Diğer yandan tıpkı Söylemez gibi Kapadia da belgesel sinema ile olan güçlü bağlarıyla biliniyor ki hem Ayna Ayna hem de All We Imagine as Light, senaryo yazımından çekim sürecine kadar belgesel sinemaya yaklaşan pratiklerle hayata geçirilmiş. Kapadia bir röportajında, “Çekimlerin ortasındayken üç kadın oyuncu arasında düşündüğümden çok daha güçlü bir ilişki olduğunu fark ettim ve eklemeler yaptım.” diyor örneğin. Ayna Ayna’da da başroldeki Manolya Maya, Şenay Aydın ve Laçin Ceylan’ın kişisel hikâyelerinin senaryoya olan etkileri de bilinmekte. Ayrıca kamera kullanımından karakterlere olan gözlemci yaklaşıma kadar, her iki yapımda kurmacanın dışına taşan bir doğallık arayışı söz konusu kısacası.
Paralellikler burada da bitmiyor. Her ikisinde de erkek karakterler, hikâyeye hizmet etmeleri gerektiği kadar varlık gösteriyorlar ve her ikisinde de antagonist onlar değil, patriyarkal sistemin kendisi olarak betimleniyor. Ayna Ayna’nın kalbi kırık Aylin’i, cinsel yönelimini öğrendiği Fatih’le empati yapmayı tercih ediyor. Benzer bir empatik yaklaşım da koyu Müslüman bir ailede yetiştiği için sevgilisi Anu’nun yaşam stili hakkında yer yer kendini sorgulayan -fakat nihayetinde öğretilmiş ahlakçı normlara kapılmayan- Shiaz’a karşı var. Bu karakterleri yargılamadıklarını, sistemin yansımaları olarak gördüklerini hissettiriyor iki sinemacı.
Kadın hikâyelerini, patriyarkal yapının gölgede bıraktığı bireysel özgürleşme mücadeleleri olarak ele alan Söylemez ile Kapadia, atmosfer – his sineması örneği filmleriyle dünyaları kesişen iki isim bana kalırsa. İkisinin de işlerini daha fazla konuşacağımıza veya konuşmamız gerektiğine inanıyorum. All We Imagine as Light’ın bir sonraki gösterimlerinin Filmekimi kapsamında olacağını ve ardından 6 Aralık’ta vizyona gireceğini, Ayna Ayna’ya ise hâlihazırda MUBI üzerinden erişilebildiğini son olarak ekleyeyim.