Kabuldeki, sevgideki, acıdaki yumuşaklık: Arlo Parks’ın direnmeyen direnişi

Röportaj: İlayda Güler - Fotoğraf: Alex Waespi

“Lütfen hayatınıza aldığınız insanlara sarılın. Onlara özen gösterin. Aklınızı koruyun. Size her zaman güçlü, üretken ya da sert olmak zorunda olmadığınızı hatırlatmak istedim. Lütfen ihtiyacınız olduğunda yardım isteyin. Lütfen ara verin. Lütfen neşenizi besleyin. Etrafınızı sevgi ve empatiyle kuşatın. Nazik olun. Açık olun. Bol su için. Konuşmadan önce düşünün.” 2000 doğumlu müzisyen ve şair Arlo Parks’ın kişisel sosyal medya hesabında birbirinden farklı zamanlarda paylaştığı mesajlardan bir derleme okudunuz.

“Söylemesi kolay; o duvarların sebepleri var. Hmmm emir kipi ha? Su mu içeyim, haha. 24 yaşındaki birinden hayat tavsiyesi mi alacağım? Naifliğe bandırılmış kibir işte. Ayrıca bunlar hep sınıfsal.” Şimdi de benim hafızamda kalmış kimi başkaca izlerden hareketle yaklaşık bir dakika içinde zihnimden süzülen olası negatif tepkilerden bir derleme okudunuz. Ne düşündünüz? 

Yorucu. Muhakkak sebepleri olan o duvarların, sesini iyicil bir dönüşüme destek olma umuduyla kullanan gencecik bir sanatçıya karşı bile yükselebilme ihtimali, başka herhangi bir söylem söz konusu olduğunda da benzer yanıtları şıp diye sıralayabilecek kadar onlara alıştığımızı fark etmek, kulağımıza günbegün dolan bu dilin üzerimize bıraktığı ağırlık; ezcümle, hep savunmada olmayı deneyimlemek ya da buna tanıklık etmek bence hepimiz için çok yorucu. Ancak benzer bir ön yargıya kapılmaktan imtina ederek, şahsen Arlo Parks’ın mesajlarında bulduğum ilk şeyin, üretimlerinin başlıklarına iliştirmeyi de sevdiği “yumuşaklık” olduğunu paylaşıp mikrofonu, beni bu konuda daha çok düşünmeye teşvik etmiş Fransız filozof ve psikanalist Anne Dufourmantelle’e bırakıyorum:

“Yumuşaklık iyileştirmeye yeter mi? Yumuşaklığın, üzerine giyebileceği bir gücü veya bilgisi yoktur. Başkasının kırılganlığını kucaklamak, öznelerin kendi kırılganlıklarından kaçamayacaklarının farkına varmaları anlamına gelir. Bu kabul bir kuvvettir; yumuşaklığı, basit bir özenden daha yüksek bir birlikte hissetme mertebesine çıkarır.”* 

Öyleyse sahici bağlara, güvene çıkan yollar bolca yumuşaklık ihtiva ediyor olmalı. Tam da burada, Ekin Sanaç’ın pek sevgili Kae Tempest ile sohbete oturduğu “Yaralarımızı sevebilmenin şifası ve iflah olmaz bağ kurma arzumuz” başlıklı röportajı anmak ve sizi oraya da davet etmek isterim.

Peki neden yumuşaklıktaki şefkati köpürtmektense, hayali bir karşıtlık koydum önünüze? Naçizane, birkaç soru işareti bırakmayı; bir de şarkılarıyla, şiirleriyle hayatıma aldığım Arlo’ya bu vesileyle sarılmayı arzu ettim. Kendisi, ikinci uzunçaları My Soft Machine’i geçtiğimiz sene yayımlamıştı. Bir Google aramasıyla albüm hakkında çok sayıda söyleşi ve canlı performans bulmanız mümkün; Bant usulü duygudurumuna ise buradan göz atabilirsiniz. Burada; Arlo’nun hayli duyarlı kişiliğini nasıl deneyimlediğinden, ilk kitabı The Magic Border’dan, biraz da gündelik rutinlerinden konuştuk. 

Arlo Parks, İstanbul Caz Festivali kapsamında 9 Temmuz’da Swissôtel The Bosphorus’ta olacak. Biletler için sizi böyle alalım.

*Bu röportaj, Bant Mag. Haziran 2024 sayısında yayımlanmıştır.


Örtüsüz, çıplak, engelsiz, serbest: “Açık”

Hepimiz bir ölçüde duyarlıyız; kimimiz daha duyarlıyız. Çok yüksek ses, çok parlak ışık gibi yoğun fiziksel uyarana maruz kalınca kaçacak delik arayan; derin ve ince düşünen, bu yüzden hızla pek iyi anlaşamayan; gözyaşları karşısında pek de söz sahibi olmayan, çevresinden sık sık “Sen de çok hassassın, çok duygusalsın.” gibi cümleler işiten, zaman zaman yorgunluk yaratacak düzeyde empati kuran, sezgileri fazlaca güçlü olan kişilerin duyarlılık spektrumunda ileride konumlanıyor olması muhtemel. Bu özelliğe sahip olanların, duyarlılıklarını çoğunlukla “hem hediye hem de lanet” gibi ifadelerle tarif ettiğini; keyfini çıkardıkları kadar baş etme yollarını da araştırdıklarını duyarsınız. Hem duruşu, bakış açısı hem de yazdıklarıyla onlardan biri olduğunu hemen anlayabileceğiniz Arlo Parks ise odağını, duyarlılığının olumlu katkılarında tutmayı seçenlerden. 

Ona; insanları her şeyi tüketmeye, hissizleşmeye, hep daha çok çalışmaya, daha hızlı olmaya yönlendiren bu sistemde kendi deyimiyle “yumuşak şarkılar yapan”, hayli duyarlı biri olmasının, gündelik yaşamı ve bir sanatçı olarak üretimleri üzerindeki tesirini sorduğumda, kendi formülünü şöyle açıklıyor: “İçtenlikle söyleyebilirim ki olanları derinlemesine hissetmenin, ayrıntıları anlayacak kadar yavaş hareket etmenin, kolayca yaralanmanın ve kolayca etkilenmenin bir hediye olduğunu düşünüyorum. Bu, dünyaya açık olduğunuz, onun değişmesine ve size ilham vermesine açık olduğunuz anlamına gelir. Başka türlü olmak istemezdim. Etrafımda benzer değerlere sahip arkadaşlarım ve sevdiklerim olduğu için yeterince şanslı olduğumu düşünüyorum; birbirimize karşı hassasız ve bu hassasiyeti teşvik ediyoruz.”

Arlo Parks, sesinin ulaştığı kişilerden rica ettiklerini bizzat uygulamaya çalışan, görünen o ki onlardan biri olan iyimser açıklığı cömertçe sunan biri. Bu biraz çetrefilli bir konu aslında; zira açıklıkla karşılaşmak kimilerini güvende hissettiriyor, kimilerini özendiriyor, kimilerini ise ürkütebiliyor. Hâl böyle olunca; her şeye çok kolay ulaşılabilen, apaçık gibi görünüp pek çok sahtelik de barındıran bu dijital çağda, “açıklık” kavramını kendi jenerasyonu üzerinden nasıl okuduğu bir merak konusu hâline geliyor. Teknolojinin çift yönlü değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekerek; bilgiye daha fazla erişim sağlaması, dünyanın diğer ucundaki insanlarla yeni bir şeyler öğrenecek diyaloglar başlatabilmesi ve bu yolla kimileri için utancı ortadan kaldırabilecek kadar büyük çözümlere aracı olabilmesi bakımından işe yaradığını söylüyor Arlo.


Sınırdaki büyüyü taşıyan dizeler

“Süreç hakkında konuşmak, ihtiyaçlar hakkında konuşmaktır.
Çünkü bunu yapmamak çekilmezdir.
Çünkü bunu yapmak inanılmaz biçimde şefkatlidir.”
Process şiirinden.

Bahsi geçen açıklığın en taze meyvelerinden biri, bir ilk kitap. Arlo Parks imzalı, daha önce paylaşılmamış 20 şiir ve son albümü My Soft Machine’deki tüm şarkı sözlerini bir araya getiren The Magic Border; kuir deneyimini, kederi, travmayı ve aşkı araştırıyor. Yani elbette Arlo’nun da yaşamını derinden etkilemiş pek çok an, tecrübe var; karanlık olanları üretim bandında sağaltmayı önceliyor yalnızca. Kitabı zenginleştiren unsurlardan biri de Daniyel Lowden’ın metinlere eşlikçi fotoğrafları. O zaman sıradaki soru da şu: The Magic Border’ın görsel katmanı nasıl inşa edildi; fotoğraf seçkisi hangi hisler, bağlar ve kararlarla oluştu? 

Daniyel, Arlo’nun en yakın arkadaşı. İkilinin, Daniyel’in evindeki yemek masasına kurulup, her şiirin ruhani ikizi gibi hissettiren fotoğrafı bulmaya çalışmalarıyla başlamış macera. Daniyel’in fotoğraflarında bulduğu derin romantizme; bakışındaki yumuşaklığa, yoğun arzu ve melankoliye tutulduğunu söylüyor Arlo. Şiirinin temalarını bambaşka zamanlarda, mekânlarda, insanların çehrelerinde görmenin heyecanı ve birbirlerini çok iyi tanımanın rahatlığıyla görsel seçme faslı oldukça kolay ve doğal bir biçimde akmış. 

Yaratıcı sürecin içindeyken, Daniyel’le olmanın sağladığı gibi bir konforu hissedebileceği kimi alanlar yaratmak Arlo Parks için önemli. Acaba iş yazıya gelince neler olmuş; yazma pratiği dünden bugüne nasıl dönüşmüş? Şöyle yanıtlıyor: “Oldukça benzer kaldığını düşünüyorum. Ben bir alışkanlık yaratığıyım. Bir rutine sahip olmanın gerçekten rahatlatıcı bir yanı var. Diğer sanat eserlerinden (kitaplar, filmler, şiirler) ilham almak, günlük tutmak ve kendi hayatımdan parçalar toplamak, ardından bulgularımı ve duygularımı damıtmak… Hangi hikâyeyi anlatmaya çalışırsam çalışayım, güvenebileceğim ve dayanabileceğim bir sürece sahip olmak güzel.” Şu sıralar tercih ettikleri ise sabah sayfaları hazırlamak, bir arkadaşıyla su deposunun etrafında uzun yürüyüşlere çıkmak, çoğu güne boksla başlamak ve her gece bir Criterion filmi izlemek.


Gönlünü neler hoş eder?

Arlo Parks’ın müzikal yolculuğunda bugünden öncesi, birbirinden tamamen farklı iki zamanı kapsıyor ancak ortak bir duyguda buluşuyordu. İlk albüm pandemiden dışarıya doğru, ikincisi ise dışarıdaki yoğunluktan içeriye doğru bir özlem taşıyor. Şimdi sürekli yolculukta olduğu, dünyanın bambaşka yerlerinden dinleyicilerle karşılaştığı, canlı performansın tadını çıkardığı bir dönemde Arlo. Peki son bir senedir müzikal ifade ve yeni üretimler bakımından nasıl bir deneyim yaşıyor; zihninde hangi konular yer kaplıyor? “Yalnızlıkta neşe bulmak, âşık olmak, arkadaşlık ile romantizm arasındaki belirsiz alan, partilemek ve gecenin insanlarda ortaya çıkardıkları hakkında yazıyorum.” diyor.

Onu üretmeye, düşünmeye teşvik eden; ilham aldığı müzikler, ufkunu açan satırlar, resimler, filmler ve onların yaratıcılarından ya da yalnızca sevdiği, karşılaşmaktan memnun olduğu şeylerden sıkça söz ettiğini görebilirsiniz. “Gönül besini” (heart food) diye tasvir ettiği minnettarlıklarını öğrenerek veda edelim: “Arkadaşlarımla plajda, kulüpte, evimde vakit geçirdiğim için, beni anlayan insanlarla birlikte hayat sürdürdüğüm için minnettarım. Yazar Garth Greenwell’e takıntılıyım, onun Cleanness kitabını okuduğum için minnettarım. Mor tatlı patates pişiriyorum, dışarıda gitar çalıyorum, sabahın 04.00’ünde DJ’lik yapıyorum, tamamen kendim olabileceğimi hissediyorum.”