Arşivden: Omar Souleyman ile söyleşmeden anlaşmak
Suriye çıkışlı dabke ustası Omar Souleyman’ın yeni albümü Shlon, Diplo ismiyle tanıdığımız Thomas Wesley Pentz’in ünlü plak şirketi Mad Decent etiketiyle piyasaya çıktı. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan “Shi Tridin” ve “Layle” teklileriyle tanıtılan, Souleyman’ın dördüncü stüdyo albümü Shlon, altı parçadan oluşuyor ve klavyeci Hasan Alo, saz ustası Azad Salih gibi isimlerle iş birlikleri içeriyor. Suriye’de efsaneleşen düğün performanslarından dünya starlığına uzanan yolculuğunun yeni durağı Shlon albümünün bahanesiyle; 2011’de yayınlanan 52. Bant sayısında, Björk’ün Crystalline albümüne kayıt yapmak için İstanbul’a gelen Omar Souleyman ile arada bir tercüman olmadan gerçekleştirmeyi bir şekilde başardığımız (!) ilginç sohbetimize dönüyoruz.
Omar Souleyman ile söyleşmeden anlaşmak
Suriye’nin kuzeydoğusundan dünya yıldızlığına fırlayan dabke ustası Omar Souleyman sürpriz bir kayıt için İstanbul’daydı.
Yazı: Doruk Yurdesin
Fotoğraf: Aylin Güngör
Bir pazartesi akşamında Hakan ve Aylin’le (bkz., künye) Ada Müzik Stüdyoları’na yollanıyoruz. Önce Hakan kayıt âletini yanına almayı unuttuğunu söyleyerek ilk darbeyi vuruyor söyleşinin selametine. Sonra vapurda giderken hiçbir soru hazırlama fırsatım olmadığını itiraf ederek karşı hamleyi yapıyorum ben de. Yanlarında imzalatmak üzere getirdikleri plağın kapak notlarından kopyalarla birtakım sorular çıkartıyoruz, kayıt için tek umudumuz bizi orada bekleyen Cem (bkz., künye). Kayıt edeceğiz de, neyi peki? Zira Arapça bilen bir tercümanımız da yok.
Omar Souleyman’ı sıkışıp kaldığı Suriye’den bulup çıkartarak Sublime Frequencies’e ve de dünya kültür mirasına kazandıran Mark Gergis’in yarım yamalak Arapçası yegâne dayanağımız bu noktaya kadar. Katlar arasında biraz debelendikten sonra nihayet Ada Müzik Stüdyoları’nın kapısını çalıyoruz, ama ortalıkta Omar Souleyman da yok. Mark’la ısınma turları atıyoruz bir süre. Kahire’ye taşınma planından ve orada yeşeren müzik ortamından bahsediyor, ben de benden daha öngörülü bir arkadaşımdan henüz edindiğim bilgiyi ona satıp, “Aman dikkat, zamanı değil!” diyorum.
Sonunda Arapça tercüman bulamayacağımızı anlayıp, en azından Souleyman’ın Kürt klavye ustası Rizan Said’in anlaşacağı birilerini de bulmaktan umudu kesince başlıyoruz Mark’la konuşmaya. Cem bir başka röportajla (Randall Dunn) meşgul olduğu için Hakan’ın cep telefonunu açıyoruz kayıt için. Bu arada Souleyman’ın otelde uyuyakaldığını da öğreniyoruz, kendisi hiç değilse fotoğraf çektirmek için yolda…
Terslikler elbette burada bitmiyor. Söyleşinin yaklaşık yirminci dakikasında Hakan’ın telefonu çalıyor, ekranda Yetkin’in (bkz., künye) sureti beliriyor, böylece hem konuşmaların buraya kadarı uçup gidiyor, hem de bu komple absürtlüğün tüm yükü bir Bant kolektivitesi içinde paylaşılmış oluyor. Ama diğer yanda kayıtlı olarak kalmasa da hafızalardan çıkması kolay olmayan bir güzellik var ortada, söyleşinin silinen kısmı sırasında Rizan Said’in stüdyonun Hammond’ında yaptığı muhteşem gövde gösterisi de dâhil. Öyle ki, tüm bu olan bitenlere rağmen, Souleyman’ın hikâyesindeki şans unsuruyla bizim maceradaki bahtsızlıkların ilginç bir tamamlayıcılığı da var. Buradan sonra bu şans unsuruyla ve Omar Souleyman’ın tüm karizmasıyla kameranın karşısına geçtiği bölümle devam etmek en iyisi yani…
Bilmeyenler için söyleyelim, Mark Gergis, Sublime Frequencies’in prodüktörlerinden biri. Kendisi baba tarafından Iraklı, anne tarafındansa ABD’li ve Yeni Dünya’da doğmuş ama atalarının topraklarını geride bırakmamış, bu coğrafyaya sürekli ziyarete devam eden bir müzik meraklısı. Omar Souleyman’ın müziğiyle tanışması da 1997’de Suriye’ye yaptığı bir ziyarete tekabül ediyor. Souleyman, 1966 yılında Suriye’nin Türkiye sınırında doğmuş. Ceylanpınar insanlığın birkaç bin yıl sonra lanetleyeceğini umduğumuz sınır ve mülkiyet sevdasınca ikiye bölündüğünde karşı yakada kalmış bir aileden gelen inşaat işçisiyken, 1994 yılında yanına Rizan Said’i alarak düğünlerde şarkı söylemeye başlamış. O vakitler Suriye’de düğünlerde kayda alınan kayıtlardan üretilen kasetler çok moda (ki hâlâ bu gelenek sona ermiş değil ve Suriye halkına, diyelim 2007 yılında kaydedilmiş bir düğün bandını beğendirmek de imkânsız, illa 2011 model olmalı!) Bir ilginç âdet de şarkıların ses kayıtlarından önce VCD’sinin popüler olması, bu formatta tutulan şarkının albüm hâline getirilmesi. Evet bir şarkının albüm hâline gelmesi, zira şarkılar 30-60 dakika arası. Mark kendisiyle 2006’da tanışana kadar Omar Souleyman’ın bu şekilde piyasa çıkmış 600-700 kaseti, tahminen 12 stüdyo albümü varmış. İsmin unutulmaması ve düğünlerde iş kapabilmeyi garanti altına almak için kasetlerin önü arkası çevrilip kaydedilip satılmasıyla sürdürülen bir rock’n’roll durumu.
Neyse ki Omar Souleyman’ın iyi bir dağıtımcısı varmış, Mark başkent Şam’a her gittiğinde pek çok yerde ta ülkenin kuzeydoğusundan seslenen bu adamın bir sürü kasetini edinmiş. Kendisi Suriye dabke müziğine aşina olmasına rağmen Souleyman’ın müziğinde onu çarpan, şarkıların icra edilmesindeki hız, ve araya katılmış, bölgeye has Kürt müziği öğeleri olmuş. Bu keşfinin Sublime Frequencies macerasıysa çoğu 30 dakikadan uzun şarkıları arkadaşlarına tanıtabilmek için özlerini kaybetmeden 4-10 dakikaya kısaltıp editlemesiyle başlamış. Üzerinde saatler harcanan bir bütünlüğe zarar vermeme çabası mevzubahis. Sonra şirkettekiler de kayıtları beğenince gitmiş Souleyman’ı bulmuş, tanışmış ve şarkıların bu formunu gösterip onayını almış. Sonra gelsin Highway to Hassake albümü ve dünyanın ilk düşünüşte aklınıza gelebilecek tüm şehirlerine bir şekilde bulaşmış bir macera.
ABD’den Finlandiya’ya kadar, neredeyse 20 ülkede sahne almış Souleyman, 2007’den beri. Türkiye’ye ilk gelişleri mi? Hayır, birkaç yıldır Urfa, Hatay ve Osmaniye gibi şehirlerde düğünlerde boy gösteriyorlar ekipçe. Hem artık vize de kalktığı için işleri daha kolay. Sıklıkla ziyaret ettikleri bu topraklardan hangi müzisyenleri sevdiklerini sorduğumuzda başlıyor hem Souleyman, hem Said: İbrahim, Ferdi, Ceylan, Orhan, İsmail YK… Peki ya İstanbul? Evet, İstanbul’a ilk gelişleri ve konser için değil, kayıt için. Söyleşinin sürprizi de burada patlıyor. Souleyman ve ekibi, Björk’ün albümüne kayıt yapmak için şehirdeler. Mark, Björk’ün Souleyman’ı nasıl olup da bulduğunu bilmiyor ama YouTube’a Highway to Hassake’den sonra kendisinin çeşitli konserlerden bir araya getirip koyduğu görüntüler aracılığıyla ulaştığını biliyor. Mark’ın bu görüntüleri toplarken amacı, Souleyman’ın düğünlerde nasıl bir hareket yarattığını insanların görmesini istemesi: icralar sırasında onun kulağına fısıldayan mistik şairi, kendinden geçerek dabke dansı yapışını… Videoyu izleyen bir milyon kişi arasında Björk ya da Damon Albarn gibi kulağı açık isimlerin olması şaşırtmıyor onu. Elindeki malzeme, insanları hem etnik hem de elektronik dans müziği seviyesinde etkileyen bir müzik zira. İkisinin füzyonu. Ve günümüzde pek kimsenin yapabildiği bir şey değil. Şimdi Björk’ün bu işbirliği sayesinde Suriye dabkesiyle Irak chobisi ilk kez Batı’da bu kadar yüksek bir seviyede, büyük bir plak şirketi tarafından sunulmuş olacak. Kayıtlar Suriye müziğinden ödün vermeden tamamlanmış, Björk’e gönderilmeye hazır.
Bu kadar bilgi bizi bizden alıyor. Konuşamadan ancak bu kadar söyleşilir! Omar Souleyman’ın karizması odayı doldurmasa, Mark’ın sözlerinin bu kadar etkili olmasının imkânı yok… Ve bu noktada artık ona dönüp dünya yıldızı olmanın nasıl bir his olduğunu sormak şart oluyor: “Çok iyi!” Mark’ın kıvranan çevirisi cümleyi tamamlayamıyor ve Souleyman’ın ilk albümüne, Batı dünyasına mesaj olarak kısaca “Siz Batı insanlarını selamlıyorum ve en kısa zamanda sizinle beraber olmak istiyorum” diye yazdığı anlatıyor. Ve gerçekten de tek istediği buymuş, çünkü Suriye’de yaptığı müziğe sha’abi müziği, yani halkın müziği deniyormuş. Ve şimdi sadece Suriye halkına değil tüm dünya halkına seslenme şansına sahip. Sonra Cem, Omar Souleyman’ın Türkiye halkına mesajı olup olmadığını soruyor. Mark terleyerek soruyor ve cevabı çeviiriyor: “Türkiye ve Suriye birdir.” Souleyman hemen atlayıp kapatıyor eksiği “ve de Avrupa!”
Mark Gergis, Sublime macerası başladığından beri her yerde Souleyman’la birlikte. Hâliyle, bütün bir Omar Souleyman deneyimini özetleyecek en iyi anı ondan çıkar. Bristol’daki bir kulüpte yapılan konseri hatırlıyor. Omar Souleyman’ın bu kadar geniş çaplı bir Batılı izleyici topluluğun önüne çıkacağı ilk konseri. Kulüp, Ariel Pink de olsa Akron/Family de olsa, kim sahne alırsa alsın orayı dolduran bir izleyici kitlesine sahip. Yani sadece Souleyman’ı izlemeye gelmiş birilerinin olması pek ihtimal dâhilinde değil. “İşte” demiş Mark kendi kendine. “Şimdi bu kadar çaba sonunda insanların nasıl hissedeceğini göreceğiz.” “Sanırım Omar da böyle hissediyordu” diye ekliyor. Bu konser öncesindeki röportajda heyecanlı olup olmadığını sormuşlar Souleyman’a. Kimseni şarkılarının dilini bilmiyor olması, müziğinin tanıdık olmamasının filan nasıl etkilediğini… Sakince şöyle demiş: “Kendime güveniyorum. Bir şarkıcı kendine güveniyorsa her şeyi yapabilir.” Sahneye çıkmış ve sahneye hükmetmiş. Ve bunu çok Suriye usûlüyle, kendinden ödün vermeden yapmış, tek farkı sadece şarkılar kısa. İnsanların ilk çığlıkları o kadar şiddetliymiş ki, “Sesin Omar’ın içinden geçtiğini gördüm” diyor Mark. Uydurup uydurmadığından emin olmak için kaydettiği videoyu bir daha seyretmiş sonrasında. Omar’ın da sahnede bir anlık şaşkınlık yaşadığını hatırlıyor. Çünkü Suriye’de bir düğün şarkıcısı ve orada sahnede ya da seyircilerin arasındayken tek tük insan bağırıyor ama böyle toplu bir çığlık yok. Dabke dansına kendini kaptırmak yerine her hareketini izleyen bir seyirci de… Ama çabuk toparlamış kendini Souleyman ve kulübü sallamış. Bu deneyimden sonra Sonar Festivali’ndeki 4 bin seyirci bile ona leblebi çekirdek gibi gelmiş… Gittikleri her yerde, her türden müzik dinleyebilen her türlü insanın konserlere doluşup eğlenmesi hâlâ şaşırtıyor Mark’ı.
Söyleşinin sonuna eliyoruz ve dünya starı Souleyman dayanamayıp mikrofonu alıyor eline ve Arapça mesajını veriyor: “Bizde her sanatçının hayalidir İstanbul’da stüdyoda kayıt yapmak. Biz de bunu yapabildiğimiz için, bir hayali, bir ideali gerçekleştirmiş olduk, çok mutluyuz.”
Biz de! Teşekkür ediyoruz hep beraber: “Şükran!” ve tekrar İstanbul’a, umarız konser için geldiğinde, bu kez bir çevirmen bulup bu söyleşiyi onunla gerçekleştireceğimize söz verip bu fantastik deneyimi tamamlıyoruz…