Arşivden: Sene 2005, telefon hattının diğer ucunda Thurston Moore var...
21 Şubat akşamı son albümü Spirit Counsel’ı çalacağı özel seti ve çok yönlü serbest caz kolektifi Konstrukt’la sergileyeceği doğaçlama performansıyla Salon sahnesinde arz-ı endam edecek Thurston Moore, 2005’te Sonic Youth’la gerçekleştirdiği ilk İstanbul ziyareti öncesinde Bant’a bir röportaj vermişti. J. Hakan Dedeoğlu’nun röportajı, ikonik müzisyenin Türkiye’den bir yayına verdiği ilk röportajdı. Aradan 15 yıl geçti ve Thurston Moore mirası genişlemeyi sürdürdü. Özel bir gece ve iki ayrı performans için dümeni bir kez daha İstanbul’a kıran Moore’la Bant No:9’da yaptığımız röportajı tozlu raflardan çıkarmak için doğru zaman!
Röportaj: J. Hakan Dedeoğlu – İllüstrasyon: Bora Başkan
Bu röportaj, Mayıs 2005 tarihli Bant No:9’da yayımlanmıştı.
Sonic Youth, 30 Mayıs 2005’te İstanbul Maslak Venue’de Türkiye’deki ilk konserini verdi.Grubun vokalisti ve gitaristi Thurston Moore ile de Türkiye’de ilk kez Bant konuşmuştu…
25 yıllık çalkantısız ve istikrarlı bir kariyer, 14 albüm ve sayısız proje; tonlarca gruba hayat vermiş – bunların içinde Nirvana, Interpol, Pavement’ı da sayın –, fark edildiği zaman rock’ın tarihini değiştirmiş bir müzik, yaydıkları düşünceler, sözler ve eserlerle, sahne duruşlarıyla sadece bir değil iki üç nesli birden etkilemiş bir sesli işler fabrikası… Sonic Youth Kod Müzik organizasyonuyla Türkiye’ye geliyor… Ve bu sefer ayaküstü söylenen bir dedikodu değil bu, gerçekten geliyorlar. “Teenage Riot”, “100%”, “Schizophrenia”, “Sunday” gibi klasiklerle kulaklarımızı kanatmak için geliyor Thurston Moore, Kim Gordon, Lee Ranaldo, Steve Shelley ve Jim O’Rourke. Ve size deniyor ki “Thurston Moore ile röportaj yap”. “Yapmam” derseniz salaksınız, “Yaparım” derseniz de hayatınızın yüzleşmelerinden birini yaşayacaksınız. Deniyor ki kendisi çok sıkılgan; her an fırça yiyebilirsiniz. Ama telefon çalıyor, artık çok geç, konuşmak zorundasınız onla. Belki bir son saniye müdahalesi, belki abiniz arıyordur dileği… ve ahize kalkıyor başlıyorsunuz konuşmaya, sanki Amerika’daki çocukluk arkadaşınızla konuşur gibi…
Türkiye’ye gelmeniz neden bu kadar uzun sürdü? Yıllardır sizi merakla bekleyen büyük bir kitle var burada?
Biz çok uzun zamandır gelmek istiyorduk ama bu tip işler bizim dışımızda gelişiyor biliyorsunuz. Organizasyon şirketleri bu konuda yetkin olan taraf. Sonuçta dünyanın birçok yerine gittik ama Türkiye’ye hiç gelmemiş olmamız acı tabii. Daha önce girişimler olmuştu ama şimdi hatırlayamadığım sebeplerden gerçekleşmemişti.
Beklentileriniz neler?
Türkiye’yi görmek için sabırsızlanıyoruz, zaten bu işin en çok sevdiğimiz yanı da bu. Ne yazık ki Türkiye’de çok az vaktimiz var, İstanbul’a gelip hemen sahne alacağız, sonra da Ankara’ya gideceğiz, sonra da başka bir festival için yine seyahat etmemiz gerekiyor. Ama en büyük beklentim yeni yerler görmek, yeni yüzlerle tanışmak ve Türkiyeli grupları dinlemek. Bir de özellikle Ankara’yı çok merak ediyorum.
Confusion is Sex ve A Thousand Leaves albümlerinizin prodüktörü Wharton Tiers birkaç hafta önce Replikas grubunun albüm kayıtları için İstanbul’daydı…
Öyle mi! Ondan iki yıldır haber almıyordum. Kendisi New York’ta yaşıyor, bizim evimizse New York’un iki üç saat dışında.
Peki, sizden önce çalacak Replikas’ı dinleme şansınız oldu mu?
Hayır. Ama bir zamanlar Zen vardı. Hatta onların albümlerini bile basmıştım burada. Müziklerine bayılıyordum ama hiç çalarken izleyemedim. Halen birlikteler mi?
Hayır ama Zen elemanlarının birkaçının yeni grubu var. Onlar Baba Zula adıyla devam ediyorlar.
Gerçekten Türkiye’nin değişik ve alternatif gruplarını dinlemek için sabırsızlanıyorum.
Bildiğim kadarıyla evinizde büyük bir plak koleksiyonunuz var…
Evet, yani bir koleksiyonerim diyemem ama oldukça fazla plağım var. Tabii Türkiye’de vaktim olacağını sanmıyorum yenilerini alabilmek için.
Kadın pop yıldızlarına bir takıntınız var. Bugüne kadar Karen Carpenter, Madonnda, Patti Smith ve son olarak Mariah Carey hakkında parçalar yaptınız…
Takıntı diyemem buna, ama Mariah Carey hakkında yaptığımız parçayı soruyorsan onun hikayesi şöyle: o sıralar Kim, Mariah Carey’nin başından geçenlerle çok ilgileniyordu. Kendini Marilyn Monroe gibi tanıtan bir kadın olarak görüyordu onu. Son albümde bütün lirikleri oturup beraber yazdık, ki bunu ilk kez yapıyorduk, ve o sıralarda Kim fazetede onun bir sinir krizi geçirdiğine dair bir haber okumuştu, ben de ona “Neden onun hakkında bir şarkı yazmıyoruz,” dedim. Bir nevi şaka gibiyi aslında, onun arkadaşıyız da ona yardımcı olabiliriz gibi bir hissi olsun istedik. Ayrıca, free-caz müzisyeni olan Arthur Doyle hakkında da bir şarkı yazmak istiyorduk ve Kim ikisinin de birer diva olduğunu, ikisini de bir şarkıda kullanabileceğimizi önerdi. Biz de bu bağlantıyı kurarak bu şarkıyı yazdık. Ama pop divalarıyla ilgili bir takıntımız olduğunu sanmıyorum. Yine de Patti Smith hakkında, özellikle Psychic Hearts albümünde onun adını çok kullandığımı biliyorum. Onun ismini sık sık kullanmanın eğlenceli olacağını düşünmüştüm. Ayrıca gençliğimizden beri benim için her zaman çok büyük bir ilham kaynağı oldu. Benim genç yaşta New York’a gelmemin tek sebebi de o zaten. O albüm sırasında Patti Smith ile ilgili bir takıntım olduğu doğru, ama sanırım o takıntıyı attım içimden.
Gruba New York City Ghosts & Flowers albümüyle katılan Jim O’Rourke’un Sonic Youth’a daha temiz, parlak bir ses getirdiğini ve biraz daha pop bir anlayışa taşıdığını düşünüyorum.
Jim O’Rourke nedense her zaman acayip deneyselci müzisyen olarak bilinir ama o pop müziğini gerçekten anlayabilen, bilen biri. Pop tınılarının içindeki güzelliklerden en az avangart müzikten etkilendiği kadar etkilenen biri o. Sonic Youth dad her zaman pop ve avangart’ı dengelemeye çalışan bir grup oldu. Onun grubun bir parçası haline gelmesinde en önde gelen sebeplerden biri de bunu çok iyi görmesi ve bizimle o kademede birleşmeyi başarmasıydı. Ayrıca Kim ve benim aksime, Jim çok daha farklı bir müzikal altyapıya sahip. Biz enstrümanlarımızı standart akort etmesini bile bilmiyoruz. Steve ve Lee de enstrümanlarına hakimler ama farklı bir müzikal geçmişleri var. Ama Jim çok ciddi bir avangart eğitiminden geçmiş ve çok teknik bir müzisyen. Bu yüzden gruba gelmesi harika oldu kanımca. Sonic Youth’a yenilik kattı diyebilirim.
20 yıldan sonra gruba yeni birinin katılmasını sorguladınız mı hiç?
Hayır, bunun tamamen organik olmasını sağladık. Jim, Sonic Youth’un bir geçmişi olduğu gerçeğine karşı çok hassas, o her zaman grup içinde özgür olan bir temsilci gibi olacak. Biz Jim olmadan dört kişilik halimizle de her zaman ayakta kalabiliriz.
Son albümünüz Sonic Nurse bugüne kadarki Sonic Youth albümlerinin hepsinden referanslar taşıyor gibi…
Bence bizim oldukça belirgin bir müzik anlayışımız var. Bazen bizi hep aynı şeyi yapmakla eleştiriyorlar ama ben bizimle ilgili bunu seviyorum. The Ramones’da da sevdiğim şey buydu. Her albümleri birbirlerine benzer çünkü onlar The Ramones’dur. Bence dinleyicilere gerçek gelmeyecek parçalar yapmaya başlamak akıllıca olmazdı. Bu yüzden her zaman geleneksel Sonic Youth parçaları yapmaya çalışıyorum. Birçok grup bizim müziğimizden etkilenerek, onu temel alarak onun bambaşka yerlere taşıdılar ve belki bizden bile çok başarılı oldular ama biz köklerimize bağlı kaldık sanırım.
1991’e geri dönecek olursak, o yıl “The Year Punk Broke” konser videosunu yayınlamıştınız. Sizin dışınızda Dinosaur Jr., Gumball, Helmet, Nirvana gibi grupların da sahne aldığı festivalin videosuydu ve o yıllarda tüm müzik sahnesini değiştiremeye hazırlanan büyük bir çete gibiydiniz… Şimdilerdeyse bu grupların çoğu ortalarda yok…
Dinosaur Jr. yeniden bir araya geldi, duydun mu?
Evet, geçenlerde bir internet sitesinde okudum.
Belki Gumball’ı tekrar kursalar iyi olur. Ama işte insanlar büyüyor ve her şey değişiyor. Yani aynı işi sürekli yapamazsın çünkü bu işte o kadar çok para yok. Yani ya hayatını tamamen müziğe adamalısın ya da zengin olursun ki kimsenin zengin olduğu filan yok. Yani Nirvana zengin oldu ama… Çok az grup yaptığı müzikle yaşayabiliyor. Endüstrinin insanların gözüne soktuğu çok tuhaf bir imaj var, herkes rock’n’roll’un zenginlerin işi olduğunu sanıyor ama tam bir palavra. Sadece çok az insan hayatta kalabiliyor, Green Day ya da Red Hot Chili Peppers gibi mesela. Ama onların seviyesinde olan beş altı grup var, buna karşılık milyonlarca grup sürünüyor.
Sonic Youth olarak genç grupları desteklemek konusunda misyon edindiğiniz bilinen bir şey. Peki bu aralar dikkat edilmesi gereken birkaç grup sayabilir misiniz?
Aklıma ilk gelen isimler Wolf Eyes, Hair Police, Double Lepards, Wooden Wand and the Vanishing Voice, White Magic… Bu gruplar gerçekten farklı türleri bir araya getirip beni bile şaşırtan bir müzik yapıyorlar.
Jazz Master mı çalıyorsunuz hala? En sevdiğiniz gitar o sanırım?
Evet, hala Jazz Master’ımdan vazgeçmiş değilim.
Aslında teker teker her Sonic Youth parçasının hikâyesini sormak isterdim ama aklıma ilk gelen ve hep orada yer eden Sonic Youth’un en melankolik parçalarından biri olan “Diamond Sea”nin hikâyesini sormak isterim.
Tanrım, çok uzun zamandır çalmıyoruz onu. Biraz özgür bırakılmış, salınmış bir görüş düşüncesi vardı kafamda o parçayı yazarken ve onu Budist metinleriyle birleştirmeye çalışıp yeni bir dile dökmeye çalışıyordum. Aslında olmak istediğine varamamış bir şiir diyebilirim “Diamond Sea”nin sözleri için.
Son albümünüzde özellikle “Peace Attack” gibi parçalarda güçlü savaş karşıtı lirikler var. Bugünün dünyasında sizi en çok rahatsız eden şeyler ne?
İnsanların otoriteyi fazla sorgulamamaları. Özellikle Amerika’da bunu çok hissedebiliyorum. Ve işler burada git gide daha belirsiz olmaya başladı. Halbuki insanlar otoriteye güvenmek ve inanmak istiyorlar ama otoritenin verdiği düşüncesiz kararlardan en çok etkilenen yine bu insanlar ve bunu göremiyorlar. Bunu insanlara anlatmaya çalışırken her şeyi alaşağı etmeye çalışan kişi olarak öne çıkarılıyorsun. Dünyanın fakir insanları, fevkalade zengin ve emperyalist güçlere arzusu olan insanlar tarafından o kadar sömürülmüşler ki… Bunun kötü olduğunu çoktan öğrenmiş olmamız gerekirdi ama düzelmiyor ve tam tersi daha kötüye gidiyor. Bir çizgi film gibi resmen. Tam bir saçmalık. Katolik kilisesi tamamen sağcı olan bir adamı seçiyor, inanabiliyor musun?
Sanırım Tanrı’nınn Rotweiller’ı diye bir lakabı var…
Evet! Düşünebiliyor musunuz hiç de geçmişi olmayan bir adamı Papalık gibi bir konuma seçiyorlar. Yani sağcılar daha ne kadar ileri gidebilirler ki.
Thurston Moore günlük hayatında müzik yapmak dışında ne yapar?
Çeşitli konular hakkında yazılar yazıyorum ve kızımla vakit geçiriyorum.
Kızınız da gelecek mi sizinle Türkiye’ye?
Evet evet, gelecek.
Sizin konserinizden sadece üç gün sonra bizim düzenlediğimiz bir Damon and Naomi konseri olacak. Sizinle birlikte çalmak bile istemişlerdi bir ara.
Harika! Peki neden olmadı? harika olurdu aslında.
Farklı organizasyonlar olduğundan ve vakit olmadığından…
Bu çok üzücü, onlar harika bir grup. Son albümlerini henüz dinleyemedim ama çok merak ediyorum. Belki bir dahaki sefere…