Bant Jimnastiği: Altın Gün ve bugünün cover yaklaşımları

Ekip içi tartışıp masaya yatırdığımız konular hakkında fikirlerimizi paylaştığımız Bant Jimnastiği’nin ikinci oturumunda gündemimiz, Türkçe şarkılara yaptıkları etkileyici cover’larla ses getiren Hollanda çıkışlı grup Altın Gün ve cover kültürünün günümüz müzik dinleme alışkanlıklarıyla verdiği imtihan.

Gündem: Tamamı Türkiye’nin geniş müzikal geçmişinden incelikle seçilmiş parçalara getirilen yorumlardan oluşan ikinci albümünü Glitterbeat etiketiyle yayınlayan Altın Gün, an itibariyle birçok prestijli dünya festivalinin aranan gruplarından biri.  Var olan şarkıları kendi yorumuyla yeniden ele alan bir grup olan Altın Gün’ün çaldığı tüm parçaların özünde birer cover olduğunun grubun konserleri esnasında, albüm kapaklarından ya da basın bültenlerinden anlamak çok da kolay değil. Bu gerçekten hareketle konu üzerine hissiyatlarımızı çarpıştırdık. 

Ekin: Bir grubun cover’lar yapmasıyla ya da cover gruplarıyla kategorik olarak hiçbir sorunum bugüne kadar olmadı. Hatta cover’ın cover’layan kişiye/gruba ait olduğuna inanıyorum; yeni bir yaklaşımın (iyisiyle kötüsüyle) yeni bir ürün ortaya çıkarabildiğini düşünüyorum. Benzer bir şekilde, müzisyenlerin ve grupların üzerinde uygulanan “sürekli değişmelerine, sürekli yeni ve farklı bir şeyler ortaya koymalarına” yönelik baskılar da bence anlamsız. Hatta daha da ileri giderek bunun bazen ticari bir düşünme biçimini yansıttığını söyleyeceğim. Fakat bir yandan da eğer başkalarının şarkıları (ya da var olan şarkılar) üzerinden iş yapılıyorsa, bu net olarak ilan edilmeli gibi geliyor. Altın Gün’ün kendini bir cover grubu olarak tanımlamaması burada işleri biraz zorlaştırıyor galiba. Kendilerine sorulduğunda “geleneksel standartlar çalan bir folk grubuyuz” tanımını yapıyorlar. Peki ne anlıyoruz bundan? Bu ayrım, bilhassa dinleyici nezdinde yeterli ve net bir şekilde ortada mı? Bence Altın Gün’ün sıradan bir grup olmadığı, çok iyi müzisyenlerden bir araya geldiği, mükemmel çaldıkları vs. ortada. Ama On albümlerinin Bandcamp sayfasındaki açıklamada ancak beşinci paragrafın sonuna geldiğimde “Neredeyse albümdeki tüm şarkılar Neşet Ertaş’a ait” bilgisine ulaşıyorum. Bu cümleye de “Ama” bağlacıyla şöyle bir açıklama getirilmiş: “Altın Gün’ün tüm üzerine koyduklarıyla neredeyse tanınmaz haldeler”. “Credits” bölümünde Neşet Ertaş’ın zaten adı geçmiyor. Dolayısıyla İsviçreli kuzenim için Neşet Ertaş’la bu albümün herhangi bir ilişkisi yok. Bir grup kendisini hayatta en çok etkilediğini söylediği figürü (Altın Gün açısından Neşet Ertaş bu figür) böyle mi onurlandırmalı? Ben albümü elime aldığımda kapaktan görmek istiyorum böyle bilgileri galiba. 

Cem: Altın Gün’ün çaldığı parçalara dair paylaştığı ya da paylaşmadığı bilgiler ya da cover grubu kavramına Ekin’in baktığı yerden bakıyorum ben de. Dinlediğim, sevdiğim müziği araştırma, hakkında bilgiler toparlama eğilimim orta okul yıllarımda başlamış olmalı. Sevdiğim parçaların izinden gitmek, hem farklı hikâyeler, efsaneler öğrenmeme hem de müzik tarihinde önemli rol oynamış figürlerle erken bir tanışmaya vesile olmuştu. Yolum; Marilyn Manson’dan dinlediğim “Tainted Love”dan Soft Cell’e; Smash Mouth’un “I’m a Believer”ından The Monkees’e, Robert Wyatt’a çıkmıştı mesela. Tabii ki, Altın Gün’ün “Goca Dünya” yorumunu dinleyen birinin yolunun Orhan Gencebay’la, Erkin Koray’la kesişmesi, 2019’da çok daha kolay. Ama işin telif vb. endüstriyle ilgili kısımlarını bir kenara bırakacak olursak, bu yolun bizzat yorumlayan müzisyenler ya da plak şirketi tarafından açılmış olması gerekir diye düşünüyorum. 

Yetkin: Ben konuyu Altın Gün özelinden çıkartıp, biraz daha provakatif sulara taşımak istiyorum. Altın Gün tartışmasında benim aklıma takılan sorun, bir dinleyici perspektifiyle müzik üzerinden mülkiyet, mülkiyet üzerinden etik sorgulaması yapmak ve bu sorgulamayı doğru – yanlış ikileminde bir yargıya sürüklemek. Müzik yaratıcı üretim anlamında ilhamın, etkilenişlerin, yorumlamaların en özgürce ve kontrolsüz yapıldığı alanlardan biri sanıyorum. Sıradan bir dinleyici olarak herhangi bir müzik tarihi araştırmacısının bana dinlediğim pek çok müziğin aslında nerelere, kimlere, hangi akımlara veya anonim parçalara dayandığı konusunda anlatacağı pek çok şey vardır. Ancak (her ne kadar ilgi çekici olsalar da) bu bilgiler üzerinden bir yargıya varma, etik olarak neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair söz söyleme hakkını kendimde görmüyorum. Hatta belki de şöyle bir ifade daha doğru olur: Müzik üretimindeki etkileşim ağının karmaşıklığı beni bu konuda etik bir yargıya varmaktan alıkoyuyor ve bu yargısız tüketim halini de açıkçası kucaklıyorum.  

Hakan: Bence buradaki asıl konu başka bir yerde yatıyor. “Bilgi Çağı” dediğimiz çağ aslında yönlendirilmiş, çarpık, eksik ve/veya olmayan bilgi çağı. Şöyle örnekleyeyim; geçenlerde Amerikalı grup Weezer düştü aklıma. İkinci albümleri Pinkerton’u zamanında çok severdim ama grubun takibini uzun yıllar önce bırakmıştım ve neler yaptıklarını merak ettim. Online müzik platformlarından birini açtım ve grubun yıllar içerisinde yayınladığı albümlere bakmaya karar verdim. Gördüm ki bu yıl bir değil iki albüm birden yayınlamışlar. Albümlerden birinin adı Weezer (Teal Album). Toto – “Africa” ile başlayıp “Stand By Me” ile son bulan, 10 parçalık bir cover albümü. Tabi bence öyle, çünkü albümde yer alan 10 parçanın da orijinallerini ezbere biliyorum. Ama 16 yaşında çiçeği burnunda bir müzik sever için durum öyle değil. Albümü açıp Apple Music ya da Spotify’dan dinleyen bir genç için “Sweet Dreams”, “Billie Jean”, “Everybody Wants To Rule The World” gibi pop kültürü klasikleri birer Weezer bestesi. Grup da inanılmaz bir hit fabrikası. 16 yaşındaki arkadaşımızın böyle düşünmesi ise son derece doğal çünkü bu mecralarda bu parçaların aslında kime ve kimlere ait olduklarına dair hiçbir bilgi yok. Sıfır. İnanılmaz! Weezer’ın parçaların cover’lamak için gereken izinleri aldığına dair şüphem yok ama bu eksik bilgiler yüzünden grubun hanesine hiç hak etmedikleri puanlar yazılıyor. Ayrıca yaptıkları cover’lar da berbat. Yine de, asıl konu yeni müzik yayıncılığı düzeninde detayların ve hakların çarçur ediliyor olması. Burda da asıl sorumlular online müzik mecraları. Tabii buna karşılık insanlar da doğru ve tamamlayıcı bilginin peşinden ne kadar koşuyorlar acaba? Ne kadar meraklılar? Ne kadar tembelleştik?