Bant Mag. No:38'den // Görmeyi bilene güzellik bedava: Göksu Gül
13 Mart’ta BLOK Artspace’de açılacak olan Bedelsiz, Göksu Gül’ün ilk solo sergisi. Göksu’nun 25 Nisan’a açık kalacak sergi için ürettiği işler doğanın bedelsiz güzelliklerinden ve biyolojinin minüskül harikalarından ilham alıyor. Ve elbette bu işlerin altını biraz kazıyınca, karşımıza otobiyografik hikâyeler de çıkıyor… Açılış öncesinde Göksu Gül’le, karikatüre, bedelsiz güzelliklere ve MR görüntülerine uzayan bir sohbet ettik.
Röp: Yetkin Nural
Pek çok insan seni Uykusuz‘daki çizgi-öykülerinden tanıyor. Daha önce farklı işlerinle çeşitli karma sergilerde de karşımıza çıktın. Ancak Bedelsiz farklı formatlardaki işlerini içeren ilk solo sergin olacak. Açılış tarihi yaklaşırken, nasıl bir hissiyat içindesin?
Önceki senelerde kişisel sergi yapmak benim için hayaldi. Sadece istiyordum ama bu isteğimle yeterince ilgilenmiyordum. Önceliklerimi değiştirdiğim anda, gerçekleşme süreci başladı. Hissiyatım, “Aferin benim kızıma!” gibi bir şey.
Serginin ismi Bedelsiz, senin sanata bakış açına dair, işlerinde de iletmek istediğin bir mesajı saklıyor. Biraz bahseder misin bu isme nasıl/neden karar verdiğinden?
“Dünyada her şeyin bir bedeli vardır” cümlesine olan yoğun inancım beni, telefon faturasını öderken küfür eden bir insan hâline getirmişti. “Tutumluluk” adına yaptığım hesaplar, param olsa da beni “vermeyen, veremeyen” bir insan hâline getirmişti. Ben her şeyimizi paylaşalım, insanlara acıyalım düşüncesini burada savunmuyorum kesinlikle… Ama vermeyi bilmeyenin alamayacağını zor yoldan öğrendim. İşte o zor anların birinde, gözümde yaşla gayet arabesk bir hâldeyken, müthiş bir gökyüzü manzarası beni yakaladı. Hani her şeyin bir bedeli vardı? Yoktu işte, gözümün önündeydi. Varoluşum bedelsizdi. Ben dar algımla dünyayı, borçlu olmaya olan inancımı besleyerek, bedelli bir hâle getirmiştim. Sadece kendime verdiğim hizmetin gözüme batması şu an çok komik gözüküyor.
kağıt üzerine mürekkep 35 x 50
Sanat işlerine değer biçilmesi benim de sürekli kafamı karıştıran bir mevzu. Yani nasıl oluyor, nasıl belirleniyor, borsadan ne kadar anlıyorsam sanattan da o kadar anlıyorum “bedel” konusunda. Kısacasıpek anlamıyorum. Oysa aslında bu bir iş, bir meslek, eğitimi verilen bir konu. Bir yanda emek harcayan,üreten ve bu emeğinin karşılığını alması gereken birileri var, diğer tarafta ise aslında neredeyse sadece alım gücü yüksek sınıfın hâkimiyetine girmiş bir pazar… Konu çok çetrefil biliyorum, ama üreten biri olarak, sen ne düşünüyorsun acaba?
Ben bir memur çocuğu olarak, ince zevklere hitap eden yönümü zor kabul edebildim. Çocukluğum doğu illerinde geçti. Bana göre “sanat” lükstü. Hem böyle düşünüp hem de iyi para kazanmak istiyordum, nasıl olacaksa o… Üniversiteye kadar doktor olma idealindeydim çünkü ben insanlara yardım etmeliydim. Yıllarım kendi becerilerimi görmemekle, küçümsemekle geçti. Üniversitede güzel sanatlar okudum okumasına ama hâlâ “sanatın işe yaramazlığı”na inanarak. Bu düşünce bana resim yapmayı ilerleyen senelerde tekrar bıraktıracaktı. Yaklaşık sekiz sene resim yapmadım.
“Bu düşüncelerim doğru mu? “diye sormaksa 30 yaşıma tekabül etti. O sırada İstanbul Contemporary’yi geziyordum. Doktorlar, hastalarına, özellikle de ağır hastalarına, kendinizi stresten uzak tutun, güzel şeyler yaşayın derler. Tam da o doktorun dediği şey bence “Güzel Sanatlar”. Öyle bir resim yapılır ki, insan ona bakınca kimyası değişir. Ben mucizevi bir anlam yüklemiyorum yanlış anlaşılmasın. Ama bir güzellik karşısında, herkes ne hissettiğini gayet iyi bilir. Bütün güzellikleri yok edeceğim diye bir kararı yoksa tabii.
Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:38’e ulaşabilirsiniz.