Baştan Başa: İnsan saçının elden ele yolculuğu

Röp: Yetkin Nural

13 Nisan’da İstanbul Film Festivali kapsamında Türkiye prömiyerini yapacak olan Baştan Başa Türkiye’den İsrail’e peruk yapımı için bavul ticaretiyle satılan insan saçının yolculuğunu belgeliyor. Saçın ilk baştan, peruk olarak yerleşeceği son başa olan yolculuğunda belgesel sayesinde tanık olduğumuz karakterler, pazarlıklar, nostaljik ticaret performansları, dünya gündem ve politikasının günlük hayattaki tezahürleri ise Baştan Başa’nın izleyiciye sunduğu, günümüzde varlığını sessiz sessiz sürdüren bu ‘ipek yolu’nun renkli, çeşitli ve bol duraklı dünyasına açılan pençeler olarak karşımıza çıkıyor.

Saç tüccarları Coya ve Sima hanımların yaşamlarına ve ticaretlerine mütevazı ancak bir o kadar da meraklı kameralarını çeviren Aylin Kuryel ve Fırat Yücel ile belgeselin cevaplanmayan soruları ve sorusuz cevaplarına dair sohbet ettik.

Baştan Başa belgeseli insan saçından yapılan perukların hikayesini bu saçların Türkiye’den İsrail’e bavul ticaretini yapan tüccarlar, peruk yapımcıları ve nihayetinde alıcıların üzerinden keşfe çıkıyor.  Bu hikayeyle ve aktörlerle nasıl karşılaştınız? Belgeseli çekme kararına giden ilk düşünce sürecinden biraz bahseder misiniz?
Aylin Kuryel:
Evin içinde açılan siyah valizlerden çıkan ve yerlere yayılan saçlar. Bu saçları elleyen, üzerinde saatlerce konuşan ve tartışan insanlar. Bu görüntüler bana hiç yabancı değil. Uzun zamandır gündelik hayatımın parçası olan imgeler. İzmir’de annem Raşel Meseri’nin evinde -ki kendisi filmin yönetmen yardımcısı ve annem- yirmi yıldır tekrarlanan anlar bunlar. 70’lerde Türkiye’den İsrail’e taşınmış olan ve o zamandan beri orada yaşayan iki teyzem, Coya ve Sima, Türkiye’ye gelir, eve gelen saç toplayıcılarından saç alır ve bu saçları İsrail’deki perukçulara satarlar. Bu peruklar, dinî sebeplerle kendi saçlarını perukla kapatan Ortodoks Yahudi kadınlar tarafından satın alınır. Bana, çok bilinmeyen bu ticaret yolu, saçların sahiplerinden ayrıldıktan sonra çıktıkları uzun yolculuk ve bu süreçte geçirdikleri dönüşüm hakkında bir belgesel yapmak her zaman çekici gelmişti. Evdeki pazarlıklar esnasındaki gerginlik, sergilenen performans ve saçların ilk ve son sahiplerinin saçın geçtiği yollar konusunda hiçbir şey bilmeyişi… Bu fikirlerle, Raşel, İzmir’deki evde ve İsrail’de çekimler yapmaya başlamıştı. O yüzden 10 sene öncesine giden çekimler var elimizde, filmde de bir kısmını görüyoruz zaten.

Belgesel gözünü aşağı indirip, kulağını diktiği anlar üzerinden tanık olunan diyaloglarla oldukça nostaljik bir ticaret halini de belgeliyor. Tüccarlığın karakter performansları üzerinden yapıldığı, pazarlığın yetenek gerektiren gergin bir sanata dönüştüğü anlar bunlar. Bu anları kameraya alırken siz neler düşündünüz, ne gibi detaylar yakaladınız?
A.K:
Bu, küçük ölçekli ama içinde büyük meblağların döndüğü bir ticaret ağı ve gerçekten de performansa, performansın gücüne dayanıyor. Örneğin, çok vaatkâr başlayan bir pazarlık, hiç saç alınmadan bitebiliyor ya da kavga-gürültü esnasında, bir anda taraflardan birinin ortamı yumuşatma hamleleri ile pazarlık rayına oturup mutlu sona ulaşılabiliyor. Elbette pazarın belirlediği bir rayiç var ama saatler süren pazarlık baya bir esneme yaratabiliyor. Bir ürünün değerinin belirlenmesi anına bu kadar yakından bakmak, değer belirleme ve pazarlık süreçlerinin bir yandan da ne kadar performatif olduğunu görmeye olanak veriyor. Bakışlar, sesin tonunun alçalması yükselmesi, bir anda sorulan kişisel bir soru, yapılan politik bir gönderme, bir kahve teklifi, yere dökülmüş saç tellerini toparlama hamlesi, işlerin seyrini, aradaki güç dengesini değiştirebiliyor. Ürünün, özellikle de bu bedenin bir parçası olduğunda, kullanım değerinden değişim değerine giden sürece birebir tanık olmanın da etkileyici ve tekinsiz bir tarafı var.

“Saç” sürekli ellenen, hissedilen, taranan, koklanan bir nesne. Coya Hanım’da üstüne basa basa söylüyor. Ve izleyici olarak biz bu hislerden mahkûmuz aslında. O yüzden size soruyorum, iyi peruk olan, bu nedenle de iyi para eden saçın özellikleri neler? Kendimize gerçek insan saçından bir peruk almak istememiz durumunda nelere dikkat etmeliyiz?
A.K: Film çekim sürecinde biz de tabii istemsizce çevremizdeki insanların saçlarına bakmaya, saçların ne kadar edeceğini değerlendirmeye başladık. Anlaşılan, bir saçın peruğa uygun olup olmadığını anlamak o kadar kolay değil. Saç el değiştirirken de bu bir soruna dönüşebiliyor. Mesela, kıvırcık saç fön çekilerek düzleştirilebiliyor, ince saç balsam sürerek kalınlaştırılabiliyor, farklı kaynaklardan saçlar bir araya getirilerek tek bir kuyruk gibi sunulabiliyor, alınan bir saçın boyalı olduğu daha sonradan anlaşılabiliyor. Tüm bunlara dikkat kesilip peruğa uygun saçları seçmek uzun sürüyor, aslında pazarlıkların uzun sürmesindeki bir etken de bu. Bu arada tabii, peruk almak istersen veya elinde satılacak saç varsa Coya ile tanıştırabilirim seni…

”Saç tüccarlarına da yönelttiğimiz ‘kesilen saç ölü müdür canlı mı?’ sorusu bizim aklımızı da sürekli meşgul etti. Araştırma safhasında bir saç tüccarı, bize yalnız hissettiğinde saçlarla konuştuğunu söylemişti. Filmdeki karakterlerden birisi de saçların hep rüyasına girdiğini anlatıyor. Bir yandan, ‘saç kesildi mi artık canlı değildir.’ Bu konuda tüm tüccarlar hemfikir.” Fırat Yücel

Belgeseli izlerken şöyle bir soru düştü aklıma: “Saç insanların serbest ticaret içerisinde, istedikleri şekilde alıp-satması etik ve hukuksal olarak uygun görülen tek fiziksel parçası mı?” Açıkçası ben baya bir düşündüm, sonra aklıma iki tane daha alıp sattığımız parçamız geldi. Şimdi size soruyorum bakalım – Google’ı işin dışında bırakarak – insanın yasal ticaretini yapabildiği fiziksel parçaları neler, aklınıza geliyor mu?
A.K:
Aklıma ilk sperm ve yumurta geliyor! Senin aklındakiler de bunlar mı acaba?

Evet benim de aklıma onlar geldi, sanırım başka da yok. Ancak biraz düşünmem gerekti. Sonra neden hemen aklıma gelmediğini de buldum. Zira sperm ve yumurta satılsa da, günlük dilde bu satış işlemine ‘‘satmak’’ değil, ‘‘bağışlamak’’ deniyor. Neden böyle, o ayrı bir konuşma konusu…
Sanırım belgeselin en sevdiğim tarafı da aklıma düşen bu sorular oldu. Tüm hikayenin kültürel, spritüel, geleneksel, yerel açılımlarının ve çarpışmalarının uyandırdığı merak ve o meraktan yeşeren sorular. Sizin belgeselin çekim sürecinde kendinize ve/veya birbirinize sık sık sorduğunuz sorular var mıydı?
Fırat Yücel:
Saç tüccarlarına da yönelttiğimiz “kesilen saç ölü müdür canlı mı?” sorusu bizim aklımızı da sürekli meşgul etti. Araştırma safhasında bir saç tüccarı, bize yalnız hissettiğinde saçlarla konuştuğunu söylemişti. Filmdeki karakterlerden birisi de saçların hep rüyasına girdiğini anlatıyor. Bir yandan, “saç kesildi mi artık canlı değildir.” Bu konuda tüm tüccarlar hemfikir. Ama diğer yandan, işi saçlarla konuşmaya kadar vardırıyorlar, kendi hayal güçlerinde onlara canlı muamelesi yapıyorlar. Saçın alıp satılmasının, dolayısıyla kendi yaptıkları işin günah olduğunu da düşünüyorlar. Yani bir bakıma, saç bedeni terk etse de hem dinî açıdan hem de muhayyilede aslında hiç terk etmiyor. Yıllardır bu işi yapmalarına, saçlarla yaşamalarına karşın bu insanlar esasında sattıkları ürünü tam anlamıyla yabancı bir nesne olarak göremiyorlar. Bir tarafta saçın metalaşması üzerinden büyük bir yabancılaşma varken, diğer tarafta kendilerine sakladıkları bir yabancılaşamama hali var. Biz de yavaş yavaş kendi sorularımızı bu hat üzerinden şekillendirmeye başladık ve filmin ana eksenlerinden birine dönüştü.

A.K: Saç tüccarları İslam dinine göre bedenin bir parçasını satmanın haram olduğunu, o yüzden de kendilerini kötü hissettiklerini söylüyor. İsrail’de Hindistan’dan alınan saçların koşer olmadığı yaygın inancı var. Hatta Türkiye’den giden saçların önce hahambaşılığı tarafından koşer yapılması zorunluluğu getiriliyor. Yani, saçın canlı mı cansız mı olduğu, haram mı helal mi olduğu, bir dinden diğer dine, bir elden diğer ele, bir coğrafyadan diğerine geçerken hangi dönüşümlerden geçmesi gerektiği de bitmeyen bir pazarlık konusu.  

”Saça sahip olan kadınların karşılığında ne aldıkları sırrı, bu elden ele ticaretin olduğu haliyle devam etmesi için elzem bir sır.” Aylin Kuryel

Baştan Başa’nın hikayesi, saçın ticari yolculuğunun başından alıp sonuna götürmüyor bizi. Saçın ilk sahibinden kesilip ilk tüccara satıldığı aşamayı atlıyor, ve yolculuğa rotasının ikinci veya üçüncü durağı olan Coya Hanım’ın evinde bir el değiştirme anından katılıyoruz. Ancak finalde, “Hayalet” bölümünde bu atlanan başlangıca dönüyor ve belgesel “hiç bahsetmediğiyle” bitiriyor. Çemberi böyle tamamlama fikri nasıl gelişti? Belgeselde görmediğimiz, saçlarını satan kadınlar / kızlar hakkında siz neler öğrendiniz?
A.K:
Saç tüccarlarının, saçların kaynağı konusunda hiçbir zaman tam olarak açık olmaması, böylelikle kendi konumlarını koruma çabası, saçların asıl sahiplerine ulaşmamıza engel oldu diyebiliriz. Saça sahip olan kadınların karşılığında ne aldıkları sırrı, bu elden ele ticaretin olduğu haliyle devam etmesi için elzem bir sır. Kadınların saçları karşılığında çanak çömlek aldıklarına veya saçlarının değerini pekala çok iyi bildiklerine dair çok çeşitli tevatür var. Konunun bu tarafına ilerlememizin önü kesilince, kadınların yokluğunu hissettirecek yollar bulmaya çabaladık. Hem saç tüccarlarının hem de perukları takan kadınları, saçların sahipleri hakkında konuşturmaya, onlara yönelik tahayyüllerini ortaya çıkarmaya çalıştık.

F.Y: Bir yandan da herkesin saçını kesen kadınları merak edeceğini ve görmek isteyeceğini de biliyorduk. İçten içe seyirciye bu otantik seyir deneyimini yaşatmama güdüsü de vardı belki biraz bizde. Sonuçta bu ticaret döngüsünde yer alan birçok insanın, ikinci el, üçüncü el ve dördüncü ellerin, ve hatta saçı başına peruk olarak takan kadınların da saçını kesen kadınları gördüğü yok. Seyirciyi de burada konumlandırmak doğru geldi bize. Nasıl bu ticaret ağındaki insanlar saçın kaynağını bilmiyorsa, görmüyorsa, seyirci de görmeyebilir diye düşündük.

Belgeselin hikayesindeki karakterlerinin yaşamlarından ve zihinlerinden eforsuzca kazıp çıkardığı anlar gergin politik gündemin, ataerkil ve radikal din kültür ve siyasetinin, toplumsal cinsiyet ve kadınlık rollerinin gündelik hayattaki ifadelerini kritikleriyle beraber barındırıyor. “Kosher” saç kavramından Trump protestolarına uzanan pek çok konuya dokunup geçiyoruz. Bu tarz anların belgesel üzerinde ne gibi bir dönüştürücü etkisi oldu? Nihayetinde Baştan Başa hangi öykünün peşine düştü ve ne gibi bir öykü buldu?
F.Y:
Siyasetin gündelik hayattaki tezahürlerini mutlaka öne çıkarmalıyız diye düşünüyorduk en baştan beri. Kurguyu yaparken de bu anları aradık bilhassa. Her ne kadar her şey “önemli olan iki tarafın da kazanç elde etmesi”, “iş iştir” gibi lafların ardında gizlenmeye çalışılıyorsa da, iki ülke arasındaki ilişkiler gündeliğe her zaman yansıyor, pazarlığı öyle ya da böyle şekillendiriyor. Kurguda mümkün olduğunca reel siyasetin nüfuz ettiği bu küçük anlara yer vermeye çalıştık ve bir süre sonra şunu da fark ettik: Esasında havadan sudan konuşulurmuş gibi yapılan bu anlarda, bizim anlatmak istediğimiz her şey var. Mesela, bir saç tüccarı Coya’ya, Yahudilerle Müslümanların Trump’a karşı birleştiğini söylediğinde, aslında aralarında yaşanan münakaşanın getirdiği soğuk havayı dağıtmaya çalışıyor. Reel siyasete yapılan hiçbir referans aslında ‘havadan sudan’ değil, hepsinin bu işin dramaturjisinde ciddi bir rolü var. Kullanılan her kelimenin, her jestin birbirine karşı koza dönüşebileceği bir sahne burası ve her şeyin ardında farklı bir anlam gizli. Bir başka örnek; tüccarlardan biri “affedersiniz köylü gibi konuşuyorum” derken, aslında Coya ve Sima’yı ayrıcalıklı-elitist bir pozisyona yerleştirmeye çalışıyor. Şunu diyebiliriz, kurgunun en başında bu tür anların hikayenin nüanslarını aktaracağını düşünüyorduk, sonrasında fark ettik ki hikaye bu tür anların kendisinde de aynı zamanda. Yani yan yol değil buralar, yolun önemli taşları.

A.K: Beni de yıllar öncesinden beri bu hikayeye çeken tam da böyle anlardı. Teyzemlerin erkekler dünyasında var olma biçimleri, boyun eğmeyen halleri, Türkçe-İbranice arasında stratejik geçişleri…Bu esnada da bedenin bir parçasının, organik bir malzemenin el değiştirdikçe değer değiştirmesi, kullanım ve değişim değeri arasındaki uçurumun gittikçe açılması. Söz konusu iki ülke arasındaki siyasi çekişmelere rağmen hacmi artan ticaret anlaşmalarının gölgesinde, bu küçük ölçekte, bu gündelik anlar.

Baştan Başa gerçekten de baştan başa inci alıntılarla dolu. Benim favorimlerimden bir tanesi: “Affedersin idrarı bile haram yani. Ama yapacak bir şey yok.” Sizin favori alıntılarınız, anlarınız hangileri?
F.Y: Ben Sima’nın saça biçilen fiyatların değiştiğini fark ettiği ve Coya’nın bunun üzerine “olmaz, bunu Allah da kabul etmez” dediği anı çok manidar buluyorum. Belgeselin tüm boyutları var orada: hem müthiş bir performans (sadece bir pazarlık performansı değil, aynı zamanda kameraya da göz kırpan bir poz ve duruş) hem de bütün dinî, kültürel ve ticari kodların bir araya gelip hepsinin birden altının oyulduğu bir retorik. Müthiş bir boşa düşürme anı.

A.K: Benim için, belgeselin karakterlerinden biri, Chabat’lı orta üst sınıf Miri’nin güllü ve süslü evindeki bir an sanırım. Ona başındaki peruğun saçlarının bir zamanlar kime ait olduğunu düşündüğünü soruyorum, biraz düşünüp saçların eskiden bir kraliçeye ait olduğunu söylüyor. Peki bu kraliçe nerededir sence diye soruyorum, bilmediğini dile getiren bir ifade ile duruyor. O sırada aklından geçenleri, kraliçeyi nasıl tahayyül ettiğini, kafasında onu nereye yerleştirdiğini hep çok merak ediyorum.