Bienal röportajları: Ylva Snöfrid

İsveçli sanatçı Ylva Snöfrid resim üretiminin etrafına sarılı ritüelistik performanslar ve bu performansların üzerinden şekillenen, gerçek ve kurgunun birleştiği bir mitoloji sunuyor. Sanatçının “sanatçı, ressam, âşık ve arkadaş” Ylva ile onun aynalar aleminde yaşayan ikizi Snöfrid’i bir araya getiren ritüeller eşliğinde ürettiği tabloları, bir huzursuzluk veya yabancılaşma kaynağı da olabilen aile hayatı gibi kişisel deneyimleri ayinsel, paranormal, istisnai ve rastlantısal yönlerini de vurgulayarak irdeliyor.

16. İstanbul Bienali’nde sergilenen; sehpalar, divanlar ve tabureler gibi ev eşyalarını da içeren “Fantasia, Ressamın Stüdyosunun Gölgeler Aleminde Yansıması, Üç Bölüm Halinde: Distopya, Heterotopya, Ütopya”  adlı yerleştirmesi daha önce Atina’da sergilediği “Gölgeler Aleminde Ressamın Stüdyosu” isimli çalışmasına ışık tutan üç parçalı bir ayna gibi tasarlandı. Distopya, Heterotopya ve Ütopya parçalarından oluşan yerleştirme, sanatçının mekânda yaşayarak her yeri tuvallerle ve hareketlerinin izleriyle kapladığı, yaratım süreci ile ilgili üç performans ayini ekseninde şekillendi. Bienal sohbetlerimiz gerçekliğin sarsılmaz kabul ettiğimiz tekilliğini kurgunun gerçekleşmesi üzerinden kıran ve sanatı yaşayan bir varlık olarak sunan işleriyle ismini duyuran Ylva Snöfrid ile devam ediyor.

Kendini üç kelimede tarif etmeni istesek?
Boya boya boya.

Senin için mükemmel bir gün?
Rahatlamak, resim yapmak, ailemle ve arkadaşlarımla vakit geçirmek. Olabilecek her şeye açık olmak ve günlük yaşamın rutinlerinden keyif almak.

İdollerin kimler?
Marina Tsvetaeva ve Andrej Rublov.

Favori materyalin nedir ve onunla çalışmaya nasıl karar verdin?
Boya, kalem ve düşünce… Çocukken yaratmanın benim dilim olduğunu hissetmiştim.

Yaratıcı enerjinin ne zaman farkına vardın?
Çok küçükken. Doğduğumdan beri yaratmak hayatımın bir parçası diyebilirim. Çünkü ben herkesin yaratıcı olduğunu düşünüyorum. Yaratıcı olmak için o kadar farklı yollar var ki… Aslında yaratıcılık insanın kendini düşünceleri içinde özgür bırakması ve kendine sadece fikirden yola çıkarak bir şey yaratmaya izin vermesi anlamına geliyor.

Şu anda nelerle uğraşıyorsun? Bize bienal projenden bahseder misin?
Kızlarım Sibylla ve Xenia ile bol bol zaman geçiriyorum. Bir yandan da New York’ta, Perfoma’da gerçekleşecek, 1 Kasım’da başlayan üç haftalık bir performansa hazırlanıyorum. Bir taraftan hâlâ İstanbul Bienali için hazırladığım “Fantasia” işini hazmetmekteyim . Umarım bienal bitmeden İstanbul’a dönme ve ritüellerime devam etme fırsatım olur, bunu çok isterim.

Eğer bir sanatçı olmasaydın ne olurdun?
Kek ve başka tatlılar pişirmeye bayılıyorum, o yüzden sanırım bir pastane açardım.  

İstanbul’da favori yerin neresi?
Moda’ya bayılıyorum çünkü bütün yazı ailemle beraber orada, Saint Joseph okulunda geçirdim. Ayrıca vapurla Asya ve Avrupa arasında gidip gelmek çok keyifli ve Avrupa yakası da harika.

Yedinci Kıta dediğimizde aklına ilk gelen düşünceyi çiziktirmeni istesek?
Kızlarımı, yaklaşan geleceği ve onunla nasıl başa çıkacağımızı düşünüyorum.

Görsel ortak künyesi:
“FANTASIA, Ressamın Stüdyosunun Gölgeler Aleminde Yansıması, Üç Bölüm Halinde: Distopya, Heterotopya, Ütopya”, 2019

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren