Binanın Anteni: Orçun Behram ile ilk uzun metrajı “Bina” üzerine
44. Toronto Film Festivali’nde Türkiye’den tek uzun metraj film olan (diğeri “Wavelengths” bölümünde gösterilen Burak Çevik’in kısası, Belleğin Topoğrafyası) Orçun Behram’ın Bina’sı “Keşif” bölümünde gösterildi. Bir apartmanın çatısına dikilen televizyon anteninin yaydığı öldürücü güç üzerinden gerçeklik algısının manipüle edilişini eleştiren Bina, stilize dünyasıyla psikolojik dram tarzında başlayıp korku türüne evrilen, referansı 80’ler olsa da günümüz Türkiye’sinin karanlık atmosferini de aynalayan bir distopya. Behram’ı ilk gösterim sonrasında Toronto’da yakaladık…
Röportaj: Müge Turan
Bina’ya kadar neler yaptınız?
Bina benim ilk uzun metrajım. Ondan önce 14-15 yaşında, daha öğrenciyken yaptığım kısalar var. Ejakülasyon (2002) adlı kısa filmimle İFSAK’ın kısa film yarışmasına katıldım. Sütun (2007) diye bir filmim var. Sonra 10 yıl kadar ara verdim, prodüksiyon şirketi kurdum, ekipman kiraladık, belgesel çektim, foto muhabirliği yaptım. Şimdi de kendi şirketimle Hacıyatmaz diye bir belgesel dizisi çekiyorum.
Bina projesi nasıl doğdu? Karakterden mi yola çıktınız, yoksa öykü veya mekânla mı başladınız?
Aslında bir metafordan yola çıktım. Benim hep ilgimi çeken bir konuydu gerçeklikle medya ilişkisi. Sütun filminde de benzer bir mesele vardı. Medyanın sosyal gerçekliği besleyerek bir şekilde hiper-gerçeklik yaratması ve kitleleri güdümlemesi. Bu fikir bir otorite alegorisine dönüştü.
Filmin Türkçe adı Bina iken İngilizce adı Anten (Antenna). Bina diyelim ki toplumu temsil ediyorsa anten de iktidarı. Filmin öyküsü de sanki bu iki kavramın arasında bir yerde…
Tam bir tercüme olmuyor ya bazen diller arasında. “Bina” bende daha bir resmiyeti, kolektif olma halini anımsatırken “building” aynı şeyi karşılamıyor, daha çok “inşaat”, “yapı” gibi. O yüzden alternatif bir isme gittik. Bina’yı daha çok seviyorum Antenna’dan.
Filmin zor bir dengesi var: hem bir sistem eleştirisi, hem de korku türü kodlarıyla işleyen bir tür örneği. Bu ikisi nasıl buluştu? David Cronenberg’in beden ve medya ilişkisini irdelediği filmlerini anımsatan bir tema ve görsel işaretler var.
Korku filmleriyle olan bağım çocukluktan başlıyor. Televizyondan, video kasetten, eline ne geçtiyse tüketen bir korku izleyicisi olarak büyüdüm. Nostaljik, duygusal bir bağlantımım var korku türüne. Dario Argento, John Carpenter ve Cronenberg’ün üzerimde etkisi vardır. Bana kalırsa, korku filmleri hep politiktir. Yapıldığı sırada toplumun içindeki korku öğesi neyse, o hikâyeye yansımıştır. Benim anlatmak istediğime de uygun; sembolizme, alegoriye açık bir tür.
Binanın içinde yükselen bir “sesiniz sesimizdir, gücümüz kaderimizdir” diyen bir güç var. Ve yukarıdan kamerayla çekilmiş çokça sahne. İnsanlara, sokaklara tepeden bakan kimin gözü? Bu seçimin sebebi nedir?
Takip eden, korku yayan bakış, uydunun, yani aslında iktidarın gözü. Karakterler bu gözetlenme halinden doğan şiddete maruz kalıyorlar ve üst açı bunu iyi ifade ediyor. Bir distopya olduğu için alternatif bir gerçeklik yaratmaya çalıştım. Bunun için stilize edilmiş bir görsel dünya var. O yüzden de kameralar sabit, kompozisyonlar çok belirli ve dikkatlice çekilmiş. Neredeyse çizgi roman anlatımına yakın bir estetik yakalamak istedim.
Filmde radyolardan duvar kağıdına bakılacak çok nesne vardı. Bir mekân başka bir mekâna dönüşüyor. Filmin sanat yönetimi nasıl gelişti?
Sanat yönetmeniyle detaylı bir ön çalışmamız oldu. Neredeyse bütün iç mekânlar baştan aşağı inşa edildi. Çekimi Balıkesir’de eski bir PTT binasında yaptık. Yapımın en uzun süren ve en sıkıntılı süreciydi. Böyle bir filmden beklenecek bir şey. Uzun süre dolaşarak birçok eşyayı hurdacılardan, eskicilerden topladık. Bilgisayarda yapılan çok bir şey yok, çoğu elle yapıldı. Mekân ve zaman soyut olsa da 80’leri referans aldık. Filmin derdi, yerele sıkışmayıp geniş ölçekte bir otorite eleştirisi yapmak.
Neden 80’ler?
İnternet öncesi, uydunun olduğu döneme gitmem gerekiyordu. Tabii toplumsal hafızamıza yer eden bir darbe bağlantısı da var.
Mehmet karakterini oynayan İhsan Önal’ı nasıl seçtiniz?
Çoğu oyuncuyu deneme çekimi sürecinde bulduk. Yönetmen asistanımız Ali Ardıç aracılığıyla İhsan ile tanıştım. Yüz olarak çok uygundu. Deneme çekimi bile yapmadık, sohbet etmemiz yeterli oldu.
Yapım süreci kaç yıl sürdü?
Senaryoyu bir yılda yazdım. Sonra belli bir süre finans aradım. Yapımcı da benim. Filmi iki yıl önce çektik, sonra paramız bitti ve kurguya giremedik. Yedi ay kadar bekledik. Prodüksiyon kısmı zorlu geçtiği için, inşaat, zaman ve fiziksel olarak çıkan aksilikler oldu. Gerçeküstü sahnelerde, sanat yönetmenliğine ihtiyaç duyulan sahneler vardı: örneğin sıfırdan kazan dairesi yaptık. Çekimler sırasında sular taştı. Terk edilmiş bir PTT hangarında gece çekimleri yaptık. Hava zaman zaman -5 dereceye düştü, ısıtma yok. Filmin hikâyesinde de hep bir soğuk hava uyarısı yapılıyor ya biz o soğuğu bütün ekipçe hissettik. Her yeri kaplayan o siyah sıvı da gerçekten akışkan bir şey olduğu için, üç ay boyunca yıkansak dahi üzerimizden çıkaramadık.
Neden siyah sıvı?
Bina toplumu simgeliyorsa, binanın içindeki tesisat da sistemin damarları oluyor. O damarların zehirlendiğini, kan yerine başka bir şey geçtiğini siyah sıvı sayesinde anlıyoruz. Siyah ışığı emdiği için doğru bir seçimdi. Korku filmlerinin bir gücü ve bunun sınırları var. Ben bu gücü bir yerde kısıtlamak istedim. Medyanın tüm gerçekliğin yerini alacağını düşündüğüm için, birçok korku öğesini ortaya koysun istedim. Bu bağlamda siyah sıvı hem yenebilen, hem içine girilebilen hem de ekrandan nüfuz eden bir metafor olarak kullanıldı.
Karakter yazılımı nasıl oldu?
Bir binanın sakinlerini belirlerken belirli bir sembolizm uyguladım. Baba kız ilişkisinde ataerkil bir sorun var. Diğer aile ekonomik sorunlar yaşıyor. Binadaki her dairenin ayrı bir kısa film olabilecek öyküsü var. Karakter filmi değil, o yüzden semboller çok net ve karakterler boyutlu değil, daha çok tipleme gibi. Sonuna doğru da ölenlerle yüzünü kaybedenler arasında çok fark yok. Hepsinin ortak tarafı o büyük şeytani güç tarafından ele geçirilmiş olmaları.
Bir sonraki projeniz?
Cenaze diye bir yol filmi üzerinde çalışıyorum. Yine politik korku. Köprüde Buluşmalar’a katıldım, GeniusPark Görsel Efekt Ödülü’nü aldık. Önümüzdeki sene finansman bulursam onu çekmek istiyorum. Bir cenaze şoförüyle taşıdığı ceset arasında geçen, cinsel tonların da olduğu bir zombi aşk öyküsü. Bu kez yapımcı Müge Özen.