Duygudurum: Blur - The Ballad of Darren

Yazı: Cem Kayıran

Dokuzuncu stüdyo albümünde “orta yaşlılık” üzerine kafa yoruyor Blur. James Ford prodüktörlüğünde kaydedilen The Ballad of Darren, sanki hem dinleyici hem de grup üyelerinin 30 yılı aşkın yaşanmışlıklarına sahici bir olgunlukla selam veriyor.

Sekiz yıllık arayı takip eden koleksiyona ismini veren Darren, bir zamanlar Blur’ün koruması olan, sonrasında da solist Damon Albarn’ın kişisel korumalığını üstlenen Darren “Smoggy” Evans. Onun birçok farklı insanı temsil ettiğini düşündüğü için grubun geçmişine o veya bu şekilde dokunmuş, Blur müziğini sevip bağ kurmuş herkese adanmış bir albüm.

Bu şarkılar üzerine çalışmaya başladığında, bir Blur albümüne dönüşecekleri düşüncesi yokmuş Albarn’ın aklında. Hatta The Suna verdiği röportajda parçaları bir Gorillaz turnesi sırasında yazmaya başladığını ve bunu herkesten gizli tuttuğunu anlatmış. 

Parlophone Records etiketli yeni Blur albümü, 21 Temmuz itibarıyla aramızda. 10 şarkılık The Ballad of Darren’ın his haritasını çıkardık. 

Açılış şarkısı “The Ballad”ın 20 yıllık mazisi var. Damon Albarn’ın 2003 tarihli demo koleksiyonu Democrazy’deki “Half A Song”un tamamlanmış hâli aslında. Bu parçaya bir gün geri dönmesi için Albarn’ı ısrarla sıkıştıran, albümün isim kişisi Darren “Smoggy” Evans’ın da katkıları önemli elbet. Dramatik ama bir o kadar da dingin; geçmiş heyecanlarını dizginlemiş, hatta kendiyle uzlaşmış bir şarkı yazarına kulak verdiğimizi hissettiriyor. Yaylılar ve gitar cümlelerinin albüme yayılacak dansının ilk pasajı. Takip eden “St. Charles Square” ile hem grubun hem de eş anlamlı hâle geldikleri Britpop’un esanslarına geri dönüyoruz. Ama burada çok uzun kalmayacağız, şimdiden söyleyelim. Sanki 90’lardan fotoğraf albümlerini karıştırmışlar ve bir nostalji dalgasıyla stüdyoya girmişler. Graham Coxon’ın haşarı ve sersemletici gitarlarıyla kirli bir kutlama merasimi bu. Bir zamanların fırtınalar estiren canavarının hayaletini çağırma girişimi ya da. Karar sizin.

Belirsizlikte, bilinmeyende de huzur bulunabilir. “Barbaric” bunun kanıtı. Değer verdiği hislenimleri, artık her zaman oldukları yerde bulamıyor ve “barbarlaştığını” düşünüyor Damon Albarn. Sade, gösterişsiz, diğer şarkılar kadar iddialı değil. Mesele ettiği ruh hâlini tasvir etmek için kelimeler ve akılda kalıcı melodiler fazlasıyla yeterli zaten, daha fazla gri alanlar yaratmak ihtiyacı yok. “Russian Strings” ise sindirmesi o kadar kolay olmayan bir kurguya sahip. Yine geçmişi kurcalayan sinematik bir parça. Sanki günlüğünden sayfaları okuyor Damon Albarn, köşeli bir groove üzerine. Coxon’ın sanki gitarıyla 1950’ler Hawaii’sinde bir plajda rengârenk rüyalara daldığı enstrümantal outrosunun damakta bıraktığı tatla, “Russian Strings”in bünyedeki tesiri çeşitleniyor. 

Dönülmemiş patikalara, yaşanan acıların büyütücü etkilerine, zihni işgal eden hayaletlere adanmış hassas bir şarkı var sırada. “The Everglades (For Leonard)’te, minimal bir beat üzerine merdivenler çıkan gitar arpejleri eşliğinde herkesin başka başka yanıtlar vereceği sorular bırakıyor Blur. Ucu alabildiğine açık, finalindeki vızıltılar da bulandırıyor ortamı. Albümün ikinci yarısı, The Ballad of Darren duyurusunu yapan “The Narcissist” ile açılıyor. Blur külliyatının pek çok klasiğinde de tanık olduğumuz üzere dört vuruşluk bir gitar melodisi, parçanın kalbinin attığı yer aslında. 10 şarkılık koleksiyonu baştan sona dinledikten sonra neden çıkış şarkısı olarak seçildiği de anlaşılıyor. Blur’ü Blur yapan pek çok nüansı bir araya getirmeyi başarıyor. Biraz gazı alınmış, dinginleşmiş, kendiyle uzlaşmış, belki de büyümüş bir dörtlü çıkarıyor karşımıza. Albümün tamamının bıraktığı izlenimi tek parçaya sığdırıyor yani. 

9 Temmuz 2023, Blur – Wembley konseri. Fotoğraf: Tom Pallant

“Goodbye Albert” içinde takip edip dikkat kesilmesi keyif veren detaylar barındırsa da biraz çarpık bir manzaraya evriliyor bütününde. Sanki aynadaki yansımasına Bowie makyajı yapmaya niyetlenmiş bir Albarn dinliyor olduğumuz intibasını ne yazık ki aşmak kolay değil. Şarkının sonik çeşitliliğini de gölgeliyor maalesef. Albümün vintage damarını harlayan “Far Away Island” ise bando ritimleri ve bir orkestra süiti tadında düzenlemesiyle sanki Audrey Hepburn’lü ve ihtiraslı bir filme eşlik etmesi için yazılmış. Prodüktör James Ford’un ayak izlerinin en belirgin olduğu parçalardan biri aynı zamanda.

Dörtlünün orta yaş bunalımlarını yine sorular sorarak şarkılaştıran “Avalon”, uzun süredir eskizler arasında duruyormuş ve sonunda zamanı gelmiş hissi yaratıyor. Blur serüveninin bundan beş-altı fasıl önceki dönemlerini anımsatsa da grubun bugüne dek kaydettiği “en yaşı geçkin” şarkılarından biri. Evet, vokallerden bahsediyoruz. Yolun sonunda ânı yaşamanın önemini, yalnızlıkla sarmalanmış hissetsen de kafanı kaldırdığında aynı dalga boyunda seni bekleyenler olduğunu hatırlatan bir parça var. “The Heights”, albümün en tutkulu kesiti belki de. Think Tank’te usulca sorduğu “Zamanımızı aşıyor muyuz?” sorusunu yineliyor, bu kez daha umut ve coşku barındıran bir tonda. Düşündükleri ve düşündürtmek istedikleri her şeyi feedback gürültüsüne boca ederek, The Ballad of Darren’a nokta koyuyor Blur. 

İlk dinleyişin ardından, dönüp Blur diskografisinin önceki pasajlarına dair kafa yorduran bir albüm The Ballad of Darren. Zamanın tortularını ve beraberinde gelen çıkmazları filtrelemeye ya da kimi zamanlar yaptıkları gibi alevlendirmeye kalkışmadan bırakıyor kucağınıza. En baştan kurguladığı sahayı ne işitsel ne de tematik anlamda terk etmiyor. Blur her zaman niyetini apaçık belli eden bir grup oldu. Bu da kesinlikle gizemli, sofistike bir kayıt değil. Martin Parr imzalı kapak fotoğrafı gibi mesajı net; gri bulutlar hep orada ama kendini berrak sulara atabilirsin.