Brazzaville (David Brown) seçti: Uzaydaki okyanuslara dair bir yazı

“NASA kısa süre önce Jüpiter’in uydularından Europa’nın buz altı okyanusunu keşfetmek üzere yukarılara bir uzay aracı gönderilmesi projesine onay verdi. Konu başlığı olarak uzaydaki okyanusları seçiyorum. Güneş sistemimizde Europa ve Ganymede gibi okyanuslara sahip olan birkaç uydu var.”

David Brown

Kaçamıyoruz

Yazı: Mehmet Ekinci – İllüstrasyon: Barış Şehri

Bu yazı David Brown’un uzayda, uzaklardaki okyanuslara duyduğu ilgiyi bizlerle paylaşması sonucu kaleme alındı. Hem Türkiye’den müzisyenlerle yaptığı iş birlikleri hem de verdiği onlarca Brazzaville konseriyle burayla eşine az rastlanır bir bağ kuran David Brown, şarkı yazarlığının yanı sıra farklı girişimleriyle de tanınıyor. Eski Rus mikrofonlarındaki teknik özellikleri merkezine alan ve Coldplay’den Junun’a birçok ismin kayıtlarında kullandığı harika Soyuz Microphones tasarımlarını hatırlayın. Brown’ın bu özel tasarım mikrofonları ismini 1960’larda Sovyet uzay programı bünyesinde inşa edilen uzay aracından alıyor. 2016’da yayınladığı Brazzaville albümüyse The Oceans of Ganymede (Ganymede’in Okyanusları) adını taşıyor. Bizi uzaydaki okyanuslar konusuna yönlendirmesi oldukça manalıydı anlayacağınız. 

Okyanussal coşkunun eşiğindeyiz, kıyılarındayız. Şayet yeryüzündeki bizler tek bir benliğin bileşenleri, atmosferin ötesi dış dünyamızsa. Geceleri o gayya kuyusuna bakışlarımızı yönelttiğimizde, hayret ile dehşet arasında gidip geliyoruz. Işıldayan noktalar. Hele elektrik-elektronik medeniyetimizin alametifarikası ışık kirliliğinden kaçabilmişsek, gökkubeyi ortadan tül perde gibi yaran bulanık samanyolu şöyle bir kol hareketiyle avuçlanacak mesafede sanki. Bir bütünmüşüz gibi. Ama onlar bizden dışarıda, fersah fersah uzaklarda. Ve bahsi geçen benliğin bileşenleri olarak seyreyleye gelmişiz kozmik okyanusu. Kimi bileşenlerimiz bunla yetinmemiş, onları zihin egzersizleriyle kavramak, alet edevatlarıyla yakından görmek, gücü yettiğince dokunmak, dili ve tekniğiyle hükmetmek istemiş. İstençlerini eyleme geçirip, cisme ve temasa dönüştürdükçe, tarihlerinden onlara miras kalmış hayret ve dehşeti, düşlemlerini o ışıldayan noktalarda görmüşler ve daha da görmek istemişler. Evreniyle temas kurmaya çalışan, ondan yöne kıçından ateşler çıkan mekikler, sondalar ve kimi zaman canlılar fırlatan, kendinden dışarıya doğru yayılan dünya insanının ve onun uzay yolculuğunun hikayesidir bu.

Kıssadan güncele geçelim. 11 Eylül 2019. Bir kez daha heyecan verici bir astronomi haberiyle gözlerimizi ekranlara ve ardından gökyüzüne çevirdik. Hubble Teleskobunun zamanında topladığı verileri ince eleyip, sık dokuyan bilim insanları, hem güneş sistemi ötesinde yer alıp hem de zamanda bünyesinde su bulunduran, ve dolayısıyla acaba buradan yeni bir yaşam formu çıkar mı diye anlık hülyalar yazdıran ilk gezegeni saptadıklarını belirtmişler. Bizler de ekranlarımızda akıp duran bağlantılar, manşetler yoluyla bu gelişmeden haberdar olduk. Işıldayan noktalar, tül perdeler ve rengarenk battaniyelerden oluşan semalar haritamıza hoş geldin K2-18b. Teşekkürler Montreal Üniversitesi’nden Björn Benneke, teşekkürler Londra Üniversitesi’nden Angelos Tsairas ve çalışma arkadaşları.

Kıyılarımızdan 110 ışık yılı uzaklıkta, Aslan takımyıldızının parçası bu ‘yerküremsi’ gezegen, K2-18b, etrafında döndüğü cüce yıldıza mesafesine göre ‘yaşanabilir bölge’de bulunan gezegenler sınıfında yer alıyor ve dolayısıyla üzerinde anlamlı miktarda su kütlesi taşıdığı düşünülüyor. Her ne kadar bu tahmin ve düşlemlerin gerçeklikle sınanması için 2020’ler boyunca Avrupa Uzay Ajansı tarafından uzaya gönderilecek ARIEL ve NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu menzilinde gözlem araçlarına ihtiyaç duyulsa da, K2-18b çok yakında muhtelif kaynakların su kütleleriyle meşhur, merak uyandıran gök cisimleri listelerine adını yazdıracak gibi duruyor.

Okyanusu bol gezegen ya da yörünge arkadaşlarının çetelesini tutmaya önceden başladığımız için onlarla temasımız daha gerilere gidiyor. Örneğin, Jüpiter’in yetmiş dokuz uydusundan ikisi Europa ve Ganymede, Satürn’ün uydusu Enceladus. Bu gök cisimleri, az biraz tuz ve başka kimyasallar da barındıran, yeraltı ya da güney kutbu okyanuslarıyla 1970’ler sonu NASA Voyager ve 1990’lar Galileo seferleri sonrası giderek ilgi odağına dönüşmüş durumdalar. 2022’de fırlatılıp anca 2029’da Jüpiter civarına varacak Avrupa Uzay Ajansı’nın yeni göz bebeklerinden JUICE (JUpiter ICy moons Explorer), daha burada yeryüzündeyken Jüpiter ve uydularını özel NavCam kameralarıyla görüntülemeye başlamış bile.

Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:68’e ulaşabilirsiniz.