Cannes günlükleri - 9

Bitmek bilmeyen yarışmadan 5 film izleyerek önemli bir grup filmi aradan çıkardığım dünkü macerada akşam saatleri iki prömiyerle şenlendi: Dheepan ve The Assassin. Kaçırdıklarımdan ise festivalin favorilerinden Carol ile Sicario ve Mountains May Depart aradan çıktı!

Yazı: Melikşah Altuntaş

Sabahın 7’sinde anlamsız bir yağmurla girdiğim Carol sırasında festival dedikodusuna doydum. Yarışma filmlerinin çekiştirildiği sohbetlerin önemli bir kısmında konu, Türkiye ortak yapımı Mustang‘e de geldi sıkça. Filmin Quinzaine’in favorisi gösterilmediği bir ortam yok zaten. Yabancılar büyük kopuyor filme.

carol

Gelelim Carol‘a… Screen Daily’nin yıldı tablosunda 4 üzerinden 3.5 ortalama ile kendine en yakın filmleri bile geçmiş olan Carol, Todd Haynes’in her zamanki kocaman sinemasını iliklere kadar işleten, seyir zevki yüksek bir drama. Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın ekran uyumu muazzam ve özellikle Mara bu yıl ödüle doyar diye düşünüyorum.

Yer yer formül koksa da damakta bıraktığı tat yine Douglas Sirk kıvamında olan Carol‘ın gelecek yılın Oscar’larına en iyi film, yönetmen, uyarlama senaryo, kadın oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, görüntü yönetimi, sanat yönetimi, kostüm ve orijinal müzik gibi kategorilerde aday olması kesin bana sorarsanız. Tam bir Oscar kumaşı. Jüri üyelerinden Xavier Dolan’ın bu film için bastırabileceğini düşünmek de umarım seksist bir fikir değildir, zira öyle düşünüyorum.

sic

Denis Villeneuve’nün Emily Blunt, Benicio del Toro ve Josh Brolin’li aksiyon bombası Sicario ise yarışmanın geri kalan filmlerinin -özellikle de pek fena olanlarının- ağırlığı arasında, ana akım sinemayla flörtü nedeniyle nefes aldıran bir seyirlik. Villeneuve’ün parlak rejisi özellikle son yarım saat içerisinde doruk noktasına çıkarken, başroldeki Emily Blunt’ın nefis performansı da filmin yanına kar kalıyor. Yine de şansı pek yüksek sayılmaz. Bir ihtimal yönetmen ödülü çıkar Villeneuve’ye ki son derece yerinde bir karar olur bu da.

Yarışmanın Jia Zhangke imzalı iddialı filmlerinden Mountains May Depart ise maalesef iddiasını filmin ortalarına kadar sürdürebildi benim için. Ekran formatının ele aldığı üç hikaye içerisinde değişmesi dışında pek de ilginç bir numarası olmayan film, ağdalı bir melodram.

image2 (1)

Akşamki prömiyerlerin ilki Jacques Audiard imzalı Dheepan‘a, festival sürprizi Şebnem’le koştura koştura yetiştik ve film boyu duygudan duyguya koştuk. Yer yer makyaj akıtan bir film olduğunu gözlemledim Şebnem üzerinden. Benim için de ilk bir saatinde Audiard’ın neden böyle bir hikaye anlatmayı seçtiğiyle ilgili akıl yürütme maratonuydu film. İlerledikçe, Audiard’ın muazzam ustalığı kendini göstermeye başladıysa da filmin totalinde favori anımın muazzam açılış jeneriği olduğunu gizleyemeyeceğim. Tüm dünyayı dolaşıp bolca yabancı film ödülü toplayacak ve çok sayıda festival gezecek bir seyirci dostu film olarak Dheepan‘ın erkek ve kadın oyuncu ödülleri için de şansı büyük.

teh assassin

Günün son filmi, juri üyelerinden Sophie Marceau’nun muazzam bir sarı elbiseyle tüm film ekibinin önüne geçerek kırmızı halının tozunu attırdığı The Assassin‘di. Hou Hsiao-Hsien’in uzun zamandır beklediğimiz filmi, yarışmanın bu yılki sığlığı içerisinde izleyiciye ay gibi parlayan, bambaşka bir alan açıp, nihayet bu yıla orijinal bir ses getirdi. Yoğun ve karmaşık kültürel referanslarını çözmenin biraz zor olduğu filmin, son derece basit hikayesine, incelikli bir görüntü yönetimi ve etkileyici mizansenlerle yaklaşması The Assassin‘in seyrini özel kılmaya yetti.

image3 (1)

Festivalde yarın neler izleyeceğiz? 

Son üç yarışma filminden Cronic ve Valley of Love‘ın prömiyeri, The Little Prince‘in özel gösteriminin gerçekleşeceği bugünden sonra geriye yalnızca yarışmanın son filmi Macbeth kalıyor. Yarın itibari ile ak koyun kara koyun belli olacak yani. Umarım Macbeth epey iyidir. Çok iyi bir filme büyük ihtiyaç var!