Cannes izlenimleri: Kuru Otlar Üstüne

Yazı: Melikşah Altuntaş

Nuri Bilge Ceylan’ın beş yıl aranın ardından Cannes Ana Yarışma’sına dönüş filmi Kuru Otlar Üstüne, doğunun ücra bir kasabasında mecburi hizmetteki resim öğretmeni Samet’in (Deniz Celiloğlu) okuldaki öğrencilerden biriyle kurduğu bağ üzerinden gergin bir anlatı olarak başlayıp, Samet’in edebiyat öğretmeni arkadaşı Kenan (Musab Ekinci) ile İngilizce öğretmeni Nuray’ın (Merve Dizdar) resme girmesiyle bambaşka bir iktidar mücadelesi ve bir narsistin manipülasyonuyla evrilen üçlü bir aksa kavuşuyor. Ardından hemen her Nuri Bilge Ceylan filmi gibi katmanlanıp açılarak, dünya üzerindeki yalnızlık ve çaresizliğimizin sinir bozucu manzarasını seyre çıkararak ilerliyor. 

Yönetmenin uzun yıllardır senaryo partneri ve hayat arkadaşı olan Ebru Ceylan ve bir önceki filmi Ahlat Ağacı’nda çalışmaya başladığı Akın Aksu ile senaryo koltuğunu bir kez daha paylaştığı Kuru Otlar Üstüne’nin; Cannes’daki prömiyer günü Ceylan’ın “öğretmenim” diye de hitap ettiği Aksu’nun varlığından epey güç aldığı hissediliyor. Zira Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak’ındaki Mahmut’tan, İklimler’deki İsa’ya, Kış Uykusundaki Aydın’a kadar birçok karakteriyle benzerlik taşıyan Samet’i; NBC sinemasının tam da merkezine oturabilecek sinir bozuculukta bir karakter. Yine film boyunca tüm çarpıklığı da düşünce yapısı da önceki filmlerdeki gibi deşifre edilip, seyirciyi bıyık altından güldüren bir tarzda ortaya saçılıyor. Fakat bu kez senaryoda başka bir Nuri Bilge Ceylan filminde görmediğimiz kadar cesur teknik seçimler ve oyuncaklı bir yapı da tercih edilmiş. Bu türde yeniliklere bir de yerli sinema tarihimizin en iyi yazılmış kadın karakterlerinden Nuray’ın varlığı da eklenince Kuru Otlar Üstüne, Ceylan’ın en kapsayıcı anlatısına dönüşüyor. 

Sonda söyleyeceğimi başta söylemek isterim: Kuru Otlar Üstüne, Nuri Bilge Ceylan’dan bu zamana dek izlediğimiz en cesur, en şaşırtıcı ve en provokatif film. Sinemasının gücünün nelerden köklendiğini, beyazperdede insanın doğasını ve davranış özelliklerini bir tartışma alanına çevirebilmenin önemini ve edebiyatla kurduğu yakın bağın nelere muktedir olduğunu ortaya tüm çıplaklığıyla döken bir olgunluk dönemi eseri.

Ceylan’ın filmini, ona ilk büyük Cannes zaferini de getiren Uzak’ın açılış planının neredeyse aynısıyla açması ve Uzak’tan bu yana artık klişeleşmiş bir yerli sanat sineması eleştirisine dönüşmüş olan “Bozkırda, taşrada, karda, çamurda bir yerden bir yere uzun uzun yürüyen adamlar” cümlesiyle hemen ilk saniyede hesaplaşması tesadüf değil. Kuru Otlar Üstüne ilerledikçe Nuri Bilge Ceylan, izleyicisiyle ve kendi sinemasına getirilen eleştirilerle yüzleşmeye ve kendi cevaplarını sıralamaya devam ediyor. 

Hiçbir zaman etliye sütlüye karışmamakla, yeterince politik tavır göstermemekle suçlanan bir yönetmenin; iki başrolünü bir masada, politik eylemsizlik ve örgütlü mücadele çatışması üzerinden karşı karşıya getirip uzun uzun tartıştırması, en klişe savunulardan, en dolaylısına kadar tüm donelerin masaya konması ve NBC’nin kendi sinemasındaki ortak erkek bakışıyla özdeşleştirilebilecek ana karakterine dünyanın sevimsiz ve korkunç bir yer olduğu gerçeğinin tüm politik tavırlardan bağımsız şekilde yeterince sıkıcı olduğunu söyletmesi de filmin, Ceylan’la yapılan bir röportaj hissini katmerleyen anlardan. 

Nuri Bilge Ceylan, taşra sıkıntısı çeken adam kıskacına alınmış yerli sanat sineması klişesini de kariyerinde bu döneme kadar görmediğimiz kadar güçlü bir kadın karakter yaratıp, bu karakteri diğer erkekleri cinsel özgürlüğü ve varoluş biçimiyle paralize eden bir yerde konumlandırarak tersyüz ediyor. Filmin en çarpıcı ve şok edici anlarından birinde erkeğin iktidarını yıkarken bile bunun ancak o erkeğin kendi gerçeğinin dışına çıkmasıyla mümkün olabileceğini göstermesi (şaşırtıcı bir sürpriz olduğundan sahnenin antolojik detayını veremiyorum), Ceylan’ın bu filmle hesaplaşmaya giriştiği bir diğer mesela olan toksik maskülenitenin kırılganlığına da işaret ediyor. 

İnsanın sevilme arzusunun, yeni ve taze olanın saçtığı enerjiye duyduğu açlığın, sınırsız ve sonsuz bencilliğinin çeşitli durumlar üzerinden geldiği noktaları öyle dürüst ve dolaysız bir yerden tartışmaya açıyor ki izleyici koltuğunda bu kışkırtma karşısında soğukkanlılığı korumak güçleşiyor. Tam da bu noktada filmin cesareti devreye giriyor bana sorarsanız. Öyle zorlu konuları ele alıyor ki bir taraf belirleyip orada durmak konusunda sıkıntı çekiyoruz. Ancak narsistik özellikler gösteren kahramanımızın radarına yer yer girmemek de elde değil. Film de özellikle son yarım saatteki bazı riskli seçimlerle bu iki keskin uçlu çekim alanına karşı koruduğu mesafeyi öyle belirsiz bir hâle getirme cüreti gösteriyor ki yapılabilecek okumaların sınırlarının genişleyip, filmin kendisinin bir tartışma malzemesine dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.

Kuru Otlar Üstüne’nin henüz yalnızca sinopsisinin yayımlandığı günden beri sosyal medyada başlayan tartışmalar, gün yüzüne dahi çıkmamış bir filmin tacizci aklamakla suçlanması noktalarına kadar varmıştı. Filmin gösterimiyle birlikte bu tartışmaların dineceğini ve filmin esas odağına ulaşabileceğini düşünmekle beraber, Kuru Otlar Üstüne’nin insanı kışkırtan ve üzerine tartışmaya zorlayan yapısının bambaşka tartışmaların fitilini ateşleyeceği aşikâr.

Türkiye’nin içinden geçtiği seçim sürecinin politik uzantılarının da karakterler tarafından kimi zaman deri altından, kimi zaman açıkça, kimi zaman da bazı politik aktörlerin ismine yapılan atıflarla duyurulması; Kuru Otlar Üstüne’yi bugünde izlemenin hazzını artıran faktörlerden. En büyük hazlardan birini de yine nefis bir gerçeklikle kurulmuş oyunlarına şahit olduğumuz tüm oyuncu kadrosunun ikna edici performanslarından alıyoruz. Başrolünden tek sahnelik performanslara kadar herkes kusursuza yakın bir oyun verirken, özellikle Merve Dizdar’ın kaygılandırıcı derecedeki gerçek oyunu ve genç bir yetenek olarak parıl parıl parlayan Ece Bağcı’nin Sevim performansı ayrı bir parantezi hak ediyor.