Kuzey Afrika’nın yeraltı müzik sahnesinde şifa seremonileri: Contemporary Ceremonies
Röportaj: Yetkin Nural
Fransız fotoğrafçı Celine Meunier’in Kuzey Afrika ülkelerindeki yeraltı müzik sahnesini, bu sahnede kendi arayışlarını ve sorgulamalarını müziksel üretimleri üzerinden gerçekleştiren müzisyenleri fotoğrafladığı serisi Contemporary Ceremonies, bize yabancı olduğu kadar benzerlikler de yakalayabileceğimiz bir alt kültüre pencere açıyor.
*Bu röportaj Ağustos-Eylül 2018 tarihli Bant Mag. No:64‘te yayımlanmıştı.
Hem kendi ülkelerinin kültüründeki tüm detayları ve farklılıkları tektipleşmeye sürükleyen “Arap” algısının hegemonyasına hem de Batı’nın tüm bölgeye yönelik oryantalist bakış açısına bir başkaldırı olarak gelişen bu müzik sahnesi, kimileri için yeni yerel müzik türleri arayışına, kimileri içinse tüm Kuzey Afrika ülkelerinde karşımıza çıkan şifa seremonilerinin müzisyen ve dans eden kitle arasında yeniden yaratıldığı, yerel enstrümanların elektronik seslerle birleştiği bir ortama işaret eden bu alt kültüre dair merak ettiklerimizi Meunier’den dinledik.
“Doğunun herhangi bir yere kıyasla daha heyecan verici olduğunu düşünmüyorum.”
Contemporary Ceremonies isimli serini tanımlarken fotoğrafladığın yeraltı sahnesine farklı müzisyen ve grupların getirdiği farklı yaklaşımların çok katmanlı bir alt kültür oluşturduğunu belirtiyorsun. Bu sahnedeki farklı yaklaşımları ne şekilde gözlemliyorsun?
Bu seri üzerine birkaç yıldır çalıştığım için zaman içinde sanatçılarla sıkı bağlar kurdum ve bazılarıyla çalışmayı sürdürdüm. Bu nedenle tarzlarının gelişim sürecini gözlemelemek adına ayrıcalıklı bir konuma sahip oldum. Yaptıkları seçimlere ön koltuktan tanıklık ediyorum ve bu durum bence projenin şekillenmesine de katkı sunuyor. Çünkü bu sayede yaptığım gözlemlerin global çerçevesini kavramanın yanı sıra sanatçıların ayrı ayrı geliştirdiği mesajları da ayrıntılı bir şekilde algılayabiliyorum.
Zaten fotoğraflarda göstermek istediğim de tam olarak bu. Onlarla çok vakit geçirdiğim için konserlere gittiğimde neyi neden yaptıklarını biliyor oluyorum. Dolayısıyla sahnelediklerini çekmenin ötesinde kafamda şekillenen başka fikirler de oluyor. Sık sık birlikte takıldığımız için benim fotoğraf çekmem onlar için konserin bir parçası oluyor. Bu da işimi çok kolaylaştırıyor.
Senin doğrudan erişiminin olmadığı bir kimliğe yöneltilmiş, kendine yönelik tarihsel ve kültürel bir sorgulamaya sahip olan bu alt kültürü belgeleyen bir fotoğrafçı olarak kendini nasıl konumlandırıyorsun?
Bu seri üzerine çalışmaya başladığımdan beri bu sık sık düşündüğüm bir konu. Kafa yordukları fikirlerin evrensel bir boyutu olmasına rağmen üretimleri kendi kültürlerine odaklanıyor. Bu durumla ilişki kurabilmemin sebebi, anaakım olmayan kimliklerin neredeyse yok sayıldığı ve toplumsal cinsiyet temelli mesellelerin yeterince önemsenmediği, merkezî ve oldukça patriyarkal bir ülkeden gelmem. Ama senin de belirttiğin gibi tarihsel ve kültürel anlamda ciddi bir sorgulama söz konusu. Bir Avrupa vatandaşı olduğum için özellikle kolonileşmenin bugünkü dünya dengelerine etkisini göz ardı etmek mümkün değil.
Entellektüel bakış açısından baktığımızda biraz sorunlu bir durum çünkü fotoğrafın özü ava dayanır ve tarihsel olarak bir egemenlik kurma aracıdır. Yine de ortaya koyduğum işin bir tür doğu fantezisi ürettiğini düşünmüyorum. Bir gözlemci-fotoğrafçı rolünü benimsemek yerine fotoğraflarımı benim onları belgelememi isteyen sanatçılara ve işlerine dair bildiklerim etrafında şekillendirmeye çalışıyorum. Onlar da benimle aktif bir iş birliği içindeler. Ayrıca doğunun herhangi bir yere kıyasla daha heyecan verici olduğunu düşünmüyorum.
Serinin gösterdiği konser mekânları ve bu mekânlardaki insanlar adına çok doğal bir görsel karakteri var. Farklı konseptlere göre estetik kararların nasıl şekilleniyor?
Karanlık kulüplerde filmle çekim yapmanın oldukça zorlayıcı olduğunu söylemeliyim! Bu seri sayesinde teknik açılardan fotoğrafçılıkla daha ciddi bir ilişki kurdum. Fotoğraf dilmleri, makineleri ve lenslerle birçok farklı şey denemem gerekti. Bir amacım olmasının ötesinde, “benim” olduğunu söyleyebileceğim bir estetik yaratmayı ve iyi görünmesini de istiyordum. Bir noktada içime sinen bir teknik keşfettim ve ona bağlı kaldım. Böylece anlatmak istediğim hikâyeyi özgürce derinleştirip onu görsel olarak ifade edebildim.
Teknik yaklaşımından biraz bahsedebilir misin?
Bu projede kullandığım ekipmanlar birden çok teknik unsur tarafından belirlendi. Fotoğrafçılık, teknik anlamda ışığı kaydetmekle ilgilidir. Ancak bu projede ben karanlıkta çalışmak durumundayım. Bu nedenle de en fazla ışığı yakalayabilmemi sağlayacak ekipmanı bulmam gerekliydi. Her ne kadar orta format bir kamera kullanmak istediysem de (artık lütfen bir marka ekstra keskin özelliğe sahip lensleri olan bir orta format geliştirsin!) şu anda kullandığım 35 milimetre en iyi sonuç veren oldu.
Ama genel anlamda her türlü fotoğraf makinesiyle elle tutulur bir iş çıkarabileceğime inanıyorum. İyi resimler çekmek için asla pahalı ekipmanlar kullamanız şart değil. İş daha ziyade amaçlarınız ve elinizin altındaki ekipmanı kullanma konusunda kendinizi geliştirmenizle ilgili.
Fotoğraflarının çoğundan doğal, içgüdüsel ve dokunulmamış bir his geçiyor. Fotoğrafçılık anlayışında editleme ve deneyselcilik ne kadar yer tutuyor?
Bu projede editleme yapmıyorum. Yapsam oldukça zor olurdu çünkü bu fotoğrafları çekme ve film yıkama sürecim editlemeyi çetrefilli kılıyor. Bu anlamda şanslı bir fotoğrafçıyım. Yalnızca hangi fotoğrafların seriye gireceğine hangilerinin girmeyeceğine karar veriyorum.
Bir süreliğine İstanbul’da yaşadığını biliyoruz ve o dönem fotoğrafçılığı daha ciddi ele almaya karar vermene tekabül etmiş. İstanbul seni ve fotoğrafçılığa olan yaklaşımını etkiledi mi?
Bir seneliğine İstanbul’da yaşadım ve çok daha uzun bir süre oraya gidip geldim. Çok sevdiğim bir şehir. Kişisel fotoğrafçılık hafızamın ilk oluşmaya başladığı yer. İlk filmli makineme İstanbul’a taşındığımda sahip olmuştum. Sürekli yeni fikirler ürettiğim bir dönemdi. Her gün yeni bir şeyler öğreniyor, keşfediyor ve yeni bir şeylerden etkileniyordum. Yeni insanlarla tanışıyordum ve her an yeni şeyler çekme fırsatı buluyordum. O zamanlar fotoğrafçılık hakkında çok şey bilmiyordum ve fotoğraf makinesini gerçek anlamda tanımıyordum. Tasasızdım ve eğlenmeye çalışıyordum. O zamanlardan beri fotoğraf çekerken tutunduğum bir his var; her ne kadar eskisine göre çok daha planlı çeksem de baktığımda havai fişek görmüş gibi bir duygu veriyorsa o fotoğrafta özel bir şeyler olduğunu anlıyorum.
Senin tarzını etkilemiş olan fotoğrafçılardan, sanatçılardan ve stillerden bazı örnekler paylaşabilir misin?
Bu seriyle birlikte belgesel fotoğrafçılığına yeni açılardan yaklaşmaya başladım. Bu noktada Nan Goldin ve Larry Clark’ın adını vermeliyim. Bruce Davidson’ın işlerinden ve genel anlamda foto muhabirlerin bilgiyi aktarım biçimlerinden de fazlasıyla etkileniyorum. Bu alanda James Natchwey’in işlerini çok beğeniyorum. Son olarak, Philip-Lorca diCorcia’nın farklı fotoğrafçılık yaklaşımlarını bir arada kullanmasıyla çok özel bir yeri var. Böylece tek tip bir fotoğrafçılık yaklaşımına bağlı kalmak zorunda olmadığınızı anlıyor ve daha girift yapıya sahip fikirlerin yer bulduğu yeni olasılıklara açılabiliyorsunuz. Eğer manzara fotoğrafçılığına ilgi duyuyorsanız Özkan Önal’ın işlerine mutlaka bakın!
Başka neler üzerinde çalışıyorsun? Hayata geçirmeyi planladığın, üzerinde çalıştığın başka projeler ya da seriler var mı?
Şu anda bu seriyi kitaplaştırmak üzerine çalışmaktayım. Aklım onda. Bir yandan da anaglif bir seri tamamlamak üzereyim. Amaç, farklı bakış açıları üzerine derinlemesine düşünmek ve farklı kültürlerin onlara nasıl baktığımıza göre ne şekillerde değiştiğini irdelemek. Bir de endometriyosiz hastalığı üzerine bir seriye başlıyorum. Ama onun hakkında konuşmak için henüz biraz erken.