Osmanlı mizahının öncüsü Çıngıraklı Tatar bu sefer hafızalardan silinmeyecek
Yazı: Esin Çalışkan
Çıngıraklı Tatar adını ilk kez duyduğumda, ne kendisinin 19. yüzyıl Osmanlı dönemi içinde (tam olarak 5 Nisan – 18 Temmuz 1873 yılları arasında) yayımlanan bir mizah dergisi olduğunu ne de yaratıcısının; hayal gücünün aklınıza gelebilecek her kıvrımını zorlayan, karşılaştığı her eleştiriyi, gözdağını ve taşlamayı göğsünde yumuşatan amma velakin hakkı iade edilmemiş tarih yazınını bugün görse, en nihayetinde parmak çekecek Kayserili bir Rum çıkacağını tahmin etmezdim. Teodor Kasap’tan bahsediyorum.
Kasap’ın hayatını anlatma çabası; kimi arşiv eksiklikleri, Osmanlı’nın kolektif hafızası içinde kaybolmuş, silinmiş belgeler-yüzler ve Kasap’ın sahip olduğu azınlık sınıfı kimliği ile birleşince bir hayli güç aslında. Neyse ki Kasım 2022’de istos yayın’dan çıkan ve benim de kendisi ile tanışmama vesile olan aynı adlı Çıngıraklı Tatar: Bütün Sayılar çalışması hızır gibi yetişti. Seval Şahin, Alp Eren Topal ve Stefo Benlisoy tarafından hazırlanan bu kitap, malum derginin 29 adet sayısını ve her sayıda yer alan Konstantinos Orphanidis’e ait karikatürleri aslına sadık kalan hâliyle içeriyor.

Kim bu Teodor Kasap?
Önce “Çıngır çıngır ben geldim / Çıngıraklım hoş geldin.” nidaları ile derginin sayfalarını dolduran bu kendine has zatın kim olduğu bilgisiyle girişmeli işe. Kayseri’nin tanınmış esnaflarından manifaturacı bir aileye doğan Kasap; 1846 yılında Kostantiniyye, İstambol ya da İstanbul, adına ne derseniz deyin, hepsi keşmekeşte birleşen bu şehrin göbeğine mütemadiyen ayak basıyor. Öyle ki ilk olarak derginin numero 14’ünde yer almaya başlayan “Amerikalı seyyahın İstanbul’da meşhudâtı” bölümünden bir kuplede, Beyoğlu’nda Cadde-i Kebir üzerinde (şimdiki İstiklal Caddesi) konuşlanmış, Osmanlı başkentinin ilk otellerinden Hotel de Bizans’a gelen Mon Katanya imzalı seyyah; “Herkes birer türlü kıyafete girmişler ki görmeyince tarifi mümkün değildir, zannım Türklerin karnavalı Nisan’da oluyor” diyor. Elbette bir sonraki mektupta şu nükteli tekzip geçiyor: “İlk geldiğim gün ahalinin kıyafetlerine karnaval zannedip sana da öyle bildirmiştim, meğer bu zannım hilaf olup, burası daima bu hâldeymiş.” İstanbul’un hoş geldini kimselere benzemiyor.


Bazı karşılaşmalar ve tarihin cilveleri
Bu sırada bazı hayatlar, nasıl dümeni 180 derece kırmış gemi misali bir uçtan öbür uca dönebiliyorsa, Titanik’e reva görülmeyen bu alternatif gerçeklik Kasap’ın başına geliyor. Yaklaşık 10 yıl kalacağı ve Alexandre Dumas’nın katipliğini yapacağı Paris çıkarması, Kapalıçarşı’da Astarcılar Han’da kurulmuş bir dükkânda çıraklık ederken başlıyor. Çünkü namıdiğer Thèodore Cassape’in “siz isteyin, kapınızda bitivereyim” şeklinde yazdığı mektup, Dumas’da bir şekilde karşılık buluyor. Bu izahı Dumas’nın bizzat kendi hatıratına iliştirdiğini, dolayısıyla en güçlü ihtimal olduğunu söylüyor istos yayın ekibi, titiz bir çalışmanın sonucu dergi sayılarından önce yer verdikleri Kasap’ın terceme-i hâlinde.
Giriş bölümünde yer alan derleme, Ece Ayhan’ın Kınar Hanımın Denizleri’nde geçen “üç yıllar var ki minyatürlere mahkûm / Teodor’un o eski balık dövmeleri” mısraları ile açılıyor. Kasap’ın hayatına dair tesirli cümlelerin ve bu içten vârisliğin ardındaki en önemli kaynaklar, kitabın yayım sürecinde tarihçi Madeleine Elfenbein’in Chicago’da Yeni Osmanlılar üzerine sunduğu doktora tezi ve yine istos tarafından yayımlanan Oyunlar çalışmasına eklenen biyografi.
Ezcümle Dumas – Kasap ortaklığına geri dönersek; Rue d’Assas’daki bir pansiyonda konaklama masraflarının dahi Dumas tarafından karşılanması ile Kasap’ın âdeta dil kilidi açılıyor ve üç-beş akşam yemeğinden sonra kendisinin sadece yıllanmış şaraplarına değil, sohbetlerine de sular seller gibi eşlik ediyor. Birkaç yıl sonra bir borcu yerine getirircesine Dumas’nın tercümanı sıfatıyla, özgürlük savunucusu Giuseppe Garibaldi ile İtalya’ya bağımsızlık kazandırmak üzere sefere çıkan geminin de mürettebatı oluyor. Buraya kadar her şey yolunda gözükebilir ama Kayseri doğumlu, Rum kökenli, Osmanlı topraklarına sevdalı bu eşsiz ruha bir şeyler yetmiyor. Diyar diyar gezmesinin ardından yeterli politik bilinci ve kültürel birikimi edinerek peşi sıra İstanbul’a dönüyor Kasap. Önce Yunan felsefesine ve Sinoplu filozofa atıfla çok dilli Diyojen dergisini, ait olduğu her kesimin bir şekilde fazla “muhalif” bulduğu Diyojen kapatılınca ise bu yazıya konu Çıngıraklı Tatar’ı kuruyor. Gördüğü baskıların ardından ironiden örülmüş kıyafetini baştan aşağı giyen, sarkazm tanrılarına da zarifçe minnetlerini sunan Hayal dergisi onu takip ediyor.
Teodor Kasap’ın üretimleri bu kadarla sınırlı değil elbet; tiyatro uyarlamalarından iktidara yönelttiği eleştiri yazılarına, bir karikatür dolayısıyla yargılandığı ve Avrupa’ya kaçtığı sırada çıkardığı İstikbal gazetesinden Monte Cristo Kontu’nun ilk çevrimine uzanan kayıtlar, hayatının olsa olsa birkaç izdüşümü sadece. Numero 26’da dediği üzere, “şeytan onunu da kabul eder, çıngıraklı on birine de çıngırak takarken” geriye kalan birkaç lakırtıdan ibaret.


Çıngıraklar takılsın, şenlik başlasın
“İşbu gazete haftada iki defa neşr olunur. İdarehane ve matbaası Galata Yeni Cami civarında Medrese Sokağı’nda numero 15. Abonesi bir veya elli üç numerosundan itibar olunur. Posta ücreti verilmemiş olan mektuplar kabul olunmaz.“
(Derginin tüm sayılarında yer alan, Çıngıraklı Tatar başlığının iki yanına eklenmiş okuyucuya yönelik bilgilerden biri de bu. Matbaa, numero 25’ten itibaren Zindankapı’sına taşınıyor; bu durumun ertesinde yaşanan idari sorunların da derginin kapanmasında etkili olması mümkün görünüyor.)
Çıngıraklı Tatar’ın ilk sayısına çıngırakların ne eğlenceli şeyler olduğunu belirterek başlayan Kasap, bu satırlarda bir güzel keyifleniyor ve sokacağı çomakları alelade söylüyor; “[çıngırakları] üçüncü sayfada göreceğiniz zeyât-acibenin her birerlerine derece-i istihkâklarına göre icap ettikçe birer ikişer tane takacağım.” Bu cümleler derginin ilk karikatürüne yerinde bir nişan: soytarıyı andıran Tatar kostümü içindeki Kasap ile İstanbul’un geri kalan gazetelerinin isimlerini taşıyan başka kaytan bıyıklı beyler karşı karşıya ve kırbacıyla korku salan Tatar her anlamda şatafatlı, zarif ve iddialı. Üstelik yayın boyunca fişeklemekten çekinmeyeceği dönemin “millet gazetesi” unvanıyla çıkan Basiret’e de ilk çıkarmasını yapıyor.
Genelde tüm sayılar Tatar efendiye okuyucuları tarafından yazılan kimi tebrik kimi serzeniş dolu “varaka” bölümlerini içeriyor. Bu soruları tabiri caizse insanına göre bir muamele ile savuştururken ince zekâsının tohumlarını da bir bir ekiyor Tatar. “Çıngırak sadâsından hasıl olacak faydalar”, “Bismarck ve Thiers beyninde bir muhâvere” ve Unkapanı’ndan Eyüp’e varan sökülmüş sokak taşlarını konu ettiği “tramvayın dalları budakları” yazıları derginin henüz sadece ilk sayılarında yer alan heyecan verici duraklardan birkaçı. Eleştiri okları ne hikmetse kısa sürede kendisini bulunca ise numero 7’de laflarını üstüne alınan her kesimi sıfır ödünle şöyle tiye alıyor:
-Bir herifin bir gemisi var imiş.
-Hayır olmadı şimdi Şirket-i Hayriye diyecek ki, ‘ha bu banadır, çünkü efendim benim vapurlarım yok mu’?
-Ama şirket dememiş herif demiş..
-Ne beis var, ondan bir şey çıkmaz.
Derginin asıl nüansı olan karikatürler; varlığının yüzyıllar öncesine uzandığını görünce insanı bir miktar şaşırtan çocuktan al haberi fihristleri, nazireler, mektuplar, reçeteler, fıkralar ve latifeler ile birlikte sunulunca ağızlarda dengi olmayan bir tat kalıyor. Tatar, çıngıraklı tanımının altına sığındığı her an kimliğinden ve başkalarının kendisine yakıştırdığı yaftalardan azat oluyor sanki. Ayıpları ve yalanları savunuyor, kadınların döneme dair kabullerini yıkıyor, savunmasızlığın koruyucu pelerininden aldığı güçle her türlü ayrımcılıktan azade ve epey çarpıcı bir dünya yaratıyor. Kulaklar onun çıngıraklarının sesiyle dolarken aldığı suallerin iadesini olduğu gibi verdiği, “kıyamet mi kopar” sandığı, “münasebetsizlik” ettiği ve “insan bazen kalın kafalılara da ihtiyaç duyar” dediği yegâne sahneler, kitabın panoramik bir fotoğrafına dönüşüyor. Bu sefer hafızalardan silinmemek üzere.

istos yayın yanıtlıyor: “Kasap; mesajını, şakasını, üslubunu aracısız iletebiliyor.”
Çıngıraklı Tatar’ın günümüz basımının hazırlanma sürecine dair merakımızı gidermek ve Teodor Kasap’la daha yakından tanışmak için istos yayın’dan kitabın editörlerine bağlandık; yeri gelmişken yolda olan çalışmalara dair de kimi ipuçları aldık.
Teodor Kasap’ın yaşam öyküsünü tarihin tozlu rafları arasından çıkarmanın bile ne kadar meşakkatli olduğu görülüyor. Hâl böyleyken Çıngıraklı Tatar’ın hikayesi için sizi heyecanlandıran ve kitabın ortaya çıkmasına vesile olan ilk an neydi? Pandemiye de denk geldiğini anladığımız yaklaşık iki yıllık hazırlık sürecinde nelerle karşılaştınız ve nihayetinde bu kitap yayımlandı?
Teodor Kasap ismi “ilk mizah dergisi Diyojen” kalıbıyla çokça anılmasına rağmen hem serüvenli hayatı hem Osmanlı siyaset, basın, tiyatro ve mizah tarihi açısından önemi ve böylece yazdıkları ve yaşadıkları çok az bilinen bir figür. Elbette bizlerden önce de araştırmacılar Kasap üzerine çalıştı. Bu çalışmalar bir yandan bir yol haritası sunarken bir yandan da bizi çıkmaz sokaklara sokuyordu. Bir Teodor Kasap külliyatı yayımlama bağlamında mevcut araştırmaları derinleştirmek gerekti ve Çıngıraklı Tatar’ın önsözü olarak okurla buluşturduğumuz şimdilik en derli toplu biyografiye ulaştık. Ama Kasap’ın sürprizleri bitmiyor. Literatürde adı üzerinde bile muamma olan, ömrünün sonunda Yıldız Kütüphanesi’nde çalışırken yazdığı, hiç yayımlanmamış bir Kasap polisiyesini yakın zamanda İmren Gece Özbey keşfetti ve istos için yayıma hazırlıyor. Meşhur mizah dergilerinin diğer dillerde eşzamanlı çıkan edisyonlarında da hazineler bizleri beklemekte…
Çıngıraklı Tatar aslında bahsettiğimiz Teodor Kasap külliyatının ikinci kitabı, girizgâhı 2019 senesinde Oyunlar’la yapmıştık; bu yıl içinde Hayal’in yayımıyla sürdürmeyi planlıyoruz. Sonrasında ise Diyojen ve İstikbal gazetesi sırada. Osmanlıcadan okuma, notlama, tasarım –burada tıpkı Çıngıraklı Tatar gibi diğer gazeteleri de özgün tasarımına sadık kalarak Latin alfabeli Türkçede yayımlayacağımızı vurgulayalım– kâğıt ve finans krizleri gibi zorluklarının dışında Çıngıraklı’nın hazırlığı sırasında yakalandığımız ve çalışma ritmimizi tekrar bulmamızı epey zorlaştıran pandemi gibi büyük vakalar yaşanmasa dahi önümüzde uzun bir yol var.
Kasap’ın kendine has dünyası sadece dönemin politik olaylarından değil, yurtdışında geçirdiği uzun süreden ve başka diller ile girdiği etkileşimlerden de etkilenmiş görünüyor. Yazın türünün hemen her dalına konan Kasap’ın ve kitabın kendi dilini yaratma konusunda nasıl bir çizgi güttünüz, en çok hangi bölüm eşsiz ve öngörülemezdi?
Unutulmaması gerekiyor ki Kasap’ın anadili Türkçe ve döneminin Türkçe gazetelerinin ağdalı ve cafcaflı nesrine karşı ve sadece mizah gazetelerinde değil, daha sonraki İstikbal gibi ciddi yayıncılık teşebbüslerinde de gündelik konuşma diline alabildiğine yakın üslubunu muhafaza ediyor. Böylece yazılı Türkçeye, Osmanlıcaya yeterince hâkim olmayanlar arasında da geniş bir okuyucu kitlesine hitap edebiliyor. Hatta Hayal’de, Karagöz ile Hacivat diyalogu şeklinde kaleme aldığı uzun metinlerde bu konuşma dili daha da rafine hale geliyor. Dolayısıyla bugünün okuru için özel bir sadeleştirmeye ihtiyaç duymuyor, onlara dildaşı olarak seslenebiliyor; mesajını, şakasını, üslubunu aracısız iletebiliyor. Ancak elbette bizden başka bir dünyada yaşıyor (ne yazık ki), çağları aşan siyasi, toplumsal eleştirileri olduğu kadar anlaşılması güç, uzmanlık isteyen referansları, tartışmaları, tabiri hoş görün “takıntıları” var. Burada Kasap’ın iflah olmaz bir polemikçi, hicivci olduğu da hatırlanmalı. Döneminin basınıyla, gazetecileriyle politik olduğu kadar kültürel ve hatta Türkçenin hatalı kullanımı, anlatım bozuklukları üzerinden çekişmesini inatla sürdürüyor. Bu da bizi ister istemez paralel kaynaklardan mevzuyu anlamaya, anılan vakayı çözmeye, figürleri bulmaya, bazen de tahmin etmeye götürüyor ki bu karşılaşmaların tamamı eşsiz ve öngörülemez. Üstelik İstanbul’da o dönem konuşulan diller de işin içine giriyor. Bütün bir sahneyi, gündelik hayatı canlandırmanız gerekiyor, dahası karikatürler diye bir katman var; tüm görsel temsilleri, referansları, detayları da çözmeniz gerek.
