Gerçek, Ali Elmacı için katlanılır bir şey değil

Röportaj: Esin Çalışkan

Kendi deyimiyle “çirkini resmettiği” işlerinde iktidar, medya, güç, toplumsal kalıplar, popüler kültür gibi konuları ele alan Ali Elmacı’nın son dönem kâğıt ve tuval işleriyle birlikte üç kısa filmin de yer aldığı kişisel sergisi Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle’yi görmek için son gün 11 Mart Cumartesi. Ocak ayında sergiyi Pilevneli Galeri’de ziyarete açtığı günlerde yaptığımız bu röportaj da aslında bir sanatçı zincirinin ilk halkası.

“6 derece uzak” teorisinden ilham alan bir röportaj turu bu. Seyrine, ulaştığımız sanatçılar bizzat yön verdi. Onların belirlediği diğer sanatçılarla konuşarak adım adım ilerledik. Ali Elmacı ile başlıyoruz, devamı önümüzdeki günlerde bantmag.com’da olacak.

Beni Gölgemden Tanı III / Know me by my shadow III / 160x180cm / Tuyb / 2022
Şiddetin Ne Hoş Ne Güzel Şefkatin IV / Tuval üzerine yağlı boya / 2022
“Eğer inandırıcı değilse o hikâyenin bir gerçekliği olmuyor, benim önceliğim inandırıcı bir atmosfer oluşuyor mu buna bakmak; oluşuyorsa tamam diyorum.”

Seni son zamanlarda en çok neler bir şeyler üretmeye itiyor? Heyecanını diri tutan, üretimlerini ve çalışma pratiklerini etkileyen başlıca düşünceler, motivasyon kaynakları neler? Ne kadarı değişime açık, bunlar üretim sürecinde hangi açılardan ve ne ölçüde değişim gösteriyor? 

Çalışma motivasyonu sağlayan şey bizzat çalışmanın kendisi, başka bir şeye ihtiyacım yok. Atölyeye gitmem yeterli, neyse ki evimle atölyem aynı sokakta. Evimden çıkarak bir dakikalık bir yürüyüşün ardından atölyeme ulaşabiliyorum, böyle bir şansa sahibim. Uzun vaktimi atölyemde geçiririm, sabah duşumu alarak çıkar, kahvaltımı her şeyimi atölyede yaparım. Evde daha rahat yapabileceğim şeyler bile atölyede daha tatlı gelir. Orada çalışırken dinlediğim, izlediğim işler…Tüm bunlar benim için motivasyon kaynağı. Bunların dışında aslında yapacağım çalışmaları çok önceden belirlerim, onun bir kolajı ve kolajın da resmi olur elimde. Ancak kolaj küçücük ekranda olan bir şey, duvarsa kocaman. Ben her ne kadar o kolajı oranlı bir ölçüde yapsam da gerçekliğinde eksik veya fazla gelebiliyor. Şu şöyle olabilirdi diyorum bazen, onlar süreç içinde değişiyor. Rotamı navigasyonuma önceden bildirsem de kervan biraz da yolda düzülüyor diyebilirim.

Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle’ye, izleyiciyle göz göze getirdiğin işlerinin yanı sıra yönettiğin üç kısa metraj film de dâhil. Öncelikle süreç nasıl gelişti, fikir ne zamandır senleydi? Serginin çatısını kuran isim hangi noktada belirdi? 

Sergi iki yıllık bir çalışmanın ürünü aslında, ismini de bu sefer en başta buldum. İkiyüzlülük üzerine bir sergi bu, genel tema olarak. Toplumsal, bireysel, politik ikiyüzlülük. Karamazov Kardeşler’i okuyordum ve orda bir deyimle karşılaştım, üzerine düşününce Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle ismi sergiyi ne kadar da iyi tanımlıyor, dedim. Yine ikiyüzlülük üzerine bir bölümdü, içinde “öyle göründüklerine bakma” ânı vardı. Deyimi hatırlamıyorum ama ondan yola çıkarak bu isim çok iyi dedim, serginin adı böyle belirlenmiş oldu. Filmlere gelince de her biri serginin birbirinden ayrılmaz bir parçası, birlikte kurguladım onları. Film yapma isteğim profesyonel hayatıma geçtiğimden beri vardı diyebilirim, sonunda bu sergiyle birlikte gerçekleşti. Çünkü tüm bunlar geniş bir ekip işi, açıkçası biraz da maddiyat işi, sergiyi yapabilmek için hepsinin bir araya gelmesi gerekiyordu. Murat, ben, Bulut, Elif hep birlikte çalıştık, Pilevneli de fitili ilk ateşleyen kişi. 

Bu sentezin izleme deneyimini büyüten bir tarafı da var seyirci için. Özellikle iktidar pratikleri özelinde izleme kavramı üzerine düşünen bir sanatçı olarak sergini farklı boyutlar ve alanlar arası kurgulamak senin için ne ifade ediyor, daha tekinsiz mi, daha cüretkâr mı, belki her ikisi de?

Daha tekinsiz mi…Buna izleyici karar versin. Ben aslında aynı şeyi yaptım, hep bir şey anlattım. Bir anlatıcıyım ben, sadece medyum değişti. Kimi zaman film oldu, kimi zaman resim, mozaik oldu. Hisleri izleyiciye bırakmak istiyorum ama tabii ki işlerime genel bir tekinsizlik havası hâkim diyebilirim. Daha fazla mı, onu bilmiyorum. Gerçekten bence sadece hareketliler. İzleyicinin algısı daha farklı olabilir ama… Az önce bir arkadaşımla konuştum. En alt katta sergilenen “Bahçeye de Çıkarız” çalışmasını hiç düşünmediğim bir biçimde baba-oğul hikâyesi olarak yorumladı. Çok şaşırdım, nasıl yani dedim ve beni de bir güzel ikna etti. Sonuçta temaya uygun elbette, ben o filmde bir iktidar meselesini ele almıştım. Bizi yerimize saplayan, hareketsiz kılan, bize bir konfor alanı sağlıyor görünen ama o alana da saplantılı biçimde yapıştıran şeyler ne, bu düşüncelerin çevresinde dolanıyordum. İki türlü okumaya açık bir film bu; beterin beterine bir yolculuk da olabilir, bizi mahkûm eden şeylerden kurtulmamızı sağlayacak bir kurtarıcı ile karşılaşmış da olabiliriz gibi düşünüyordum ama baba-oğul hikâyesi sahiden enteresan geldi. Orada da benzer şeyler var belki, babanın iktidarına girmek, onu o koltuktan kaldırmak gibi.

Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle VI /Kiss My Lipps, Dagger My Heart VI /160x200cm, Oil on Canvas, 2021
Beni Kendinden Fazla Sev / 2023 / Fotograf: Fethi Karaduman

Yönetmenlik kısmına gelirsek; formun boyadan, alçıdan bizatihi insana evrilmesi nasıl hissettiriyor, işlerini emanet ettiğin oyuncularla birlikte çalışma deneyiminden biraz bahseder misin?

Oyuncuların bazıları benim arkadaşım, bazıları da yapımcılığını Bulut Reyhanoğlu yaptığından onun ve Elif Dürüst’ün ilişkileri üzerinden tanıştığım kişiler. Süreç çok heyecan vericiydi, ilk film olan Tadına Bakınca Kokusunu da Aldım’ı galerinin orta katını dönüştürerek çektik. Benim figürlerim etrafta dolaşıyordu, böyle dekorun içinde tuhaf, pembe yanaklı, acayip kıyafetli insanlar âdeta normal bir akışın içinde gibi geziyorlardı. Bunu ilk gördüğümde “Çok iyi bir şey bu, biz ne yapıyoruz böyle!” dedim. Bir heyecan, mutluluk ve gülme isteği belirdi. Çünkü saçma yani, hep resimlerimde gördüğüm şeylerin gerçeği ile karşılaştım. Ben bir hikâye anlatıyorum ve oyuncuların bu hikâyeye inanması, motive olması, onu oynaması çok ilginç bir deneyimdi. Sonuçta sorgulama hakları vardı; “pek anlamadım ben, ne oluyor burada” diyebilirlerdi ama profesyonellik herhalde, birden o dünyanın içine girdiler ve o dünyayı gerçekten yaşattılar. Çok heyecan ve mutluluk verici.

Özel koleksiyonlarından bir derleme de sergiye eşlikçi. Bu deneyim sonunda eserlerinin gerçekliğinde bir kayma öngörüyor musun, biri canlanacak olsa önce hangisi ipleri koparır sence? 

Ben gerçeklikten ziyade inandırıcılığın peşindeyim, bence bir şey inandırıcı ise gerçekliği var. Yoksa gerçek, kendi başına anlayamadığımız bir olgu, katlanılır ya da çekici gelmiyor bana. (Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle VI’ya bakıyor) Çok saçma ama çok inandırıcı, o kadar ok yemiş biri öyle şaşkın dans edemez yani. Rengârenk oklar neden saplansın bir insan vücuduna, bakınca böyle bir şey olmaz diyorsun. Diğer yandan çok komik ve olmuş da geliyor. Ne kadar uçacaksak uçalım, eğer inandırıcı değilse o hikâyenin bir gerçekliği olmuyor, benim önceliğim inandırıcı bir atmosfer oluşuyor mu buna bakmak; oluşuyorsa tamam diyorum. İster dursun ister hareket etsin. Birinin diğerini olumsuz etkilemesine imkân yok, olumlu olabilir ama önce resim yapıyordum şimdi film yaptım, evet. Resim yapmasaydım film yapamazdım çünkü işin temelini biliyorum. Hiçbiri de benim için cansız gibi değil açıkçası ama Dua Eden Punk’la bir konuşmak isterdim.

İsyanım Kendime / Ø 100 cm, Mozaik / 2022
Do You Like Surprises? serisinden
Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle IX /Kiss My Lipps, Dagger My Heart IX /160x200cm, Oil on Canvas, 2022
Göremediğin yerlerde bulursun beni IV/ 150x130cm / Kağıt üzeri pan pastel ve kuru boya kalem / 2022

Ali Elmacı’nın bizi yönlendirdiği sanatçı Merve Morkoç (Lakormis) oldu. Merve Morkoç röportajı, önümüzdeki günlerde yayında olacak.