Dokunarak, gülerek, severek büyümek: Cissi Efraimsson

Röportaj: İlayda Güler

Bazı ruhların yabancılığı bir türlü bitmez. Ne zaman ait hissetseler, kapının dışında kalırlar. Bir kere gördüklerini görmezden gelemez, yine de sevmekten vazgeçemez onlar. Paranın, hırsın, sahteliğin gölgesinde yapamaz; umudu suyun şıkırtısı, ay ışığının pırıltısı, iki insanın anlaşabilme ihtimalinde bulurlar. Yetenekleriyle dünyanın saçmalığına meydan okur; sezgilerini dinleyerek, kendilerine yeni birer dünya kurarlar. Çocukluklarını, kaçtıkları o yerde korur ve onların meraklı neşesiyle başkalarına ses olurlar; hep yerinde sayan, o “uyumlu” kalabalıklara. Bazı ruhların görevi budur hayatta.

İsveçli görsel sanatçı ve müzisyen Cissi Efraimsson da böyle biri. Küçükken ormanlarda hayali arkadaşlarıyla yürüyerek oynadığı oyunlar, bugün türlü yetişkin dertlerini anlattığı stop motion filmler, resimler, heykeller ve şarkılarda yaşamaya, yüzlere gülümsemeler kondurmaya devam ediyor hâlâ. Cissi ile dokunarak üretmek, peri masalları, komedinin kökleri, yazma pratiğinin sunduğu keşifler, gündelik olanın müziğini duymak ve çok daha fazlası hakkında konuştuk.

Uzaktan bakmıyor; hayatı bizzat temas ederek, kurcalayarak anlayan birine benziyor Cissi. Bilgisayara alerjisi olduğunu söylüyor; müzik grubu Vulkano için VHS’ler basıyor. Acaba nesnelerle, elleriyle kurduğu ilişki geçmişten bu yana nasıl gelişti? Şöyle anlatıyor:

Ekranlarda çalışmaktan nefret ediyorum. İşimi bilgisayarda mümkün olduğunca az zaman geçireceğim şekilde planlamaya çalıştım ama bu bazen kaçınılmaz oluyor. Hâlâ tüm düzenlemeleri bilgisayarda yapmam gerekiyor. Bu da bende hep bir kopukluk hissi bırakıyor. Kendimi doğrudan ellerimle dokunduğum fiziksel malzemelerle ifade ettiğimde ise tam tersini hissediyorum. İşte o zaman dünyaya ve kendime bağlanmış hissediyorum. Beni sakinleştiriyor ve büyülü, yaratıcı bir yere götürüyor.

Pek çok video üretim yolu arasından stop motion’ı seçmiş olması da bununla ilgili elbette. Filmlerinde kullandığı kuklaları sıfırdan vücuda getirip hareket ettirmenin, onlara kibarca dokunarak ifadelerini oluşturmanın yanı sıra çok sevdiği seramik heykel ve resimle meşgul olmak da Cissi için zamanın kaybolmasını sağlıyor. 

Bu özgürlük anlarındaki uğraşları; gerçek hayatı, alışılagelmiş formları, güzellik standartlarını çarpıtan, orijinal bir estetik ortaya çıkarıyor. İşleri insanı ekrana kilitliyor, üretim yaklaşımındaki keşifçilik izleyene de bulaşıyor; Cissi evreninde vakit geçirmek daima çok eğlenceli. Peki sanatını biçimlendiren bu bakışın kökleri nerelere uzanıyor; doğaüstüne olan ilgisi nereden geliyor? Aklında bir yerde sürekli alternatif bir gerçeklik, bir transformasyon kurgulanıyor olması, onun gündelik hayatına nasıl yansıyor?

Cissi’nin hayal gücünü kamçılayan şey, bizzat tabiatın kendisi olmuş. Zira büyürken, annesinin memleketi olan Güney İsveç’in derin ormanlarında epey uzun vakit geçirmiş. Doğada tek başına dolaşıp, düşlerinde yarattığı canlılarla konuştuğundan bahsediyor. Çocukken okuduğu çok sayıda peri masalı da bugün hâlâ mevcut olan folklor ilgisinin tohumunu atmış. Şu sözlerle devam ediyor:

Günlük hayatıma nasıl yansıyor? Faturalarım zamanında ödenmiyor, haha. Öyle değil tabii ama her gün bu paralel dünyada var olarak kendime biraz vakit ayırabildiğim sürece, geri kalan zamanımda gayet normal bir deli gibi iş görebilirim.

The Fountain

Devamlı seyahat ettiği bu fantezi alanının kaynağını bulmuşken konuyu, üretimlerinde sıkça yer verdiği rüyalar, efsaneler, yaratıklara getirerek; İsveç mitolojisi ya da çocukluk evinde, okulda dinlediği masallar arasından onu etkilemiş bir hikâyeyi ve yakın bulduğu bir karakteri öğrenmek istiyorum. Heyecanla yanıtlıyor:

O kadar havalı şeyler var ki! Size vätte’den bahsedeceğim çünkü benim için çok değerli ve belki de pek fazla insan tarafından bilinmiyor. Sadece 20 cm boyunda, gri kıyafetler ve gri yünlü bir şapka giyen küçük, yaşlı bir adam o. Noel Baba’nın ilham aldığı kişi. Çiftçi evinin zemininin altındaki çiftliklerde yalnız yaşar. Onu hiç görmezler ama hayvanlar konusunda destek vermek için oradadır. Hayvanlarla arası çok iyidir. Düzenin korunmasına yardımcı olur. Onunla iyi geçinirlerse, aileye şans getirebilir. Eğer kötü davranırlarsa, büyü yapıp çiftliği mahvedebilir.

Utancın ateşine su serpen gülüşler

Vätte’nin çocukken ve hâlâ onu neden bu kadar iyi hissetirdiğini bilmediğini söyleyip, ardından gülümseyerek bir tahminde bulunuyor Cissi Efraimsson: “Belki birisinin küçük, görünmez bir baba figürü gibi düzeni sağlaması fikri hoşuma gidiyordur.” Gülüşü dümenimizi, Cissi’nin biricik mizah anlayışına doğru kırıyor. Bu kez onun menşeini merak ediyorum. Mesela Bonka Bäver / Bangin’ Beaver’da kız arkadaşla yapılan partner dedikodusunu, Rå Romans / Rawmance’te pirinçle somon arasındaki cinsel gerilimi, My Ex Boyfriend’de sevgilisi heykele dönüşen bir kadının ayrılık deneyimini konu ediyor. Yani Cissi komediyi genelde ilişkilerde, cinsellikte mi buluyor?

Sanırım öyle.” diyerek ekliyor: “Kendime gülmeyi çok seviyorum. Özellikle de aslında oldukça ayrıcalıklı bir hayatım varken ya da bir dramanın içindeyken kendimi kendime acır hâlde yakaladığımda. Bence insanlar aptal, küçük yaratıklar. Neredeyse gerçekten akıllıyız ama o kadar da değil; bu yüzden işleri berbat etmeye devam ediyoruz. Bence bunda mizah var. İşlevli bir ilişkiye sahip olmak zor ve bence komedi, uzaktan bakıp kendimize gülmemize yardımcı oluyor.

Bu üslubun derinlerine inerek, bizzat inşa ettiği kısa film senaryoları üzerinden yazmakla ilgili ne hissettiğini ve yazma işinin, onun ifade alanını nasıl genişlettiğini soruyorum. Yazmayı, özellikle de diyalog üzerinde çalışmayı çok sevdiğini söylüyor. Senaryonun ona, aktarmak istediği hikâyeler için bir resim ya da heykele kıyasla daha detaylı bir anlatım alanı sunduğuna dikkat çekerek açıklıyor: 

İnsanların konuşma ve kendilerini ifade etme biçimleri, kişilikleri hakkında çok şey söyler. Yazmak benim için biraz rol oynamaya benziyor. Kendimi, hakkında yazdığım kişi olarak hayal ediyorum ve o karakter hâline geliyorum.” Bir öyküye dönüşebilecek insan etkileşimlerine karşı hep tetikte olduğunu ve benimle biraz vakit geçirse, büyük ihtimalle bir senaryoda, resimde, şarkıda ya da heykelde belireceğimi söylüyor. Düşüncesi tatlı doğrusu.

Tüm bu üretimlerin yuvasını, ortaya çıktıkları mekânı ve oradaki yaşamı kurcalamadan edemeyerek, çalışma ortamına bir projeksiyon tutmasını; oraya dair alışkanlıklarından, olmazsa olmazlarından biraz bahsetmesini rica ediyorum Cissi’den. Cömert bir karşılıkla bizi dünyasında bir gezintiye çıkarıyor. 

Los Angeles’ta, üç sanatçıyla ortak kullandığı bir stüdyosu var; animasyon yapmak için harika bir yer olduğunu düşünüyor. Orada seramik de yapıyor ancak kendi fırını olmadığı için çamuru pişireceği yere taşıma konusunda her zaman dikkatli olması gerekiyor. Resim içinse çoğunlukla evi tercih ediyor; bitene kadar kapanmanın, kozadan çıkmadan çalışmanın iyi olduğu inancıyla gece geç ya da sabah erken saatlerde resim yapmayı seviyor. 

Fotoğraf: Max Flick

Pratiği konusunda çok titiz biri Cissi Efraimsson. Öyle ki bir detayla sonsuza kadar oturabileceğini söylüyor. Yüksek organizasyon becerisi ve sabır gerektiren animasyonla uğraşırken yaşadığı handikapları şöyle tarif ediyor: “Doğuştan dağınık biriyim ve her şeyi etrafıma yayıyorum, bu yüzden küçük şeyleri düzene sokmak benim için zor; onları sık sık kaybediyorum. Mesela minik bir gözlük gibi; ya onu yeniden yapmam ya da çekim günü başka bir çözüm bulmam gerekiyor.

Hislere gelince… Cissi, çalışabilmek için fazlaca huzurlu olmaya ihtiyaç duyuyor, dikkati kolayca dağılıyor ve stres altında hiç iyi üretemiyor. Bol miktarda kahve ve kola (şekersiz) tüketiyor; animasyon yaparken ekstra kafein almayı seviyor, bunun için genellikle işe başlamadan hemen önce bir Red Bull içiyor. Yüksek sesli müzik dinleyerek, animasyon seansını daha ritmik, daha yoğun kılıyor ve kendi deyimiyle, buna bayılıyor!

Sea Angels

Biraz da işlerindeki temalara değinelim. Cissi’nin resimlerinde, kısa filmlerinde bir yerlerden sular fışkırdığını, bir şeylerin havuza dönüştüğünü ya da nehirlerin aktığını görüyoruz sıklıkla. Sonunda deniz kızlarının, hâliyle suyun başrolde olduğu bir stop motion animasyon çekti: Sea Angels. Silikon, seramik gibi farklı materyallerle hazırladığı kuklaların yapım sürecine deniz kızları için buradan, insanlar için buradan ve Cissi’nin Instagram profilinde biraz aşağı inerek pek çok post üzerinden göz atabilirsiniz. Film hakkındaki detayları merak ediyorum.

Suyu çok ilham verici bulduğuyla başlıyor sözlerine. İçinde birçok gizem ve efsaneyi saklayan, yaşamın kaynağı olan suyla dolu yerlerin çoğunlukla büyülü atmosferler yaratması ya da romantik olmasının etkileyiciliğinden dem vurarak, şu ana kadarki en büyük projesi olan Sea Angels’a dair sıkı bir sunum yapıyor:

Los Angeles’ta bir havuzda yaşayan deniz kızlarını konu alan sekiz dakikalık bir stop motion kısa film. Bir belgesel gibi anlatılıyor; yakın gelecekte, okyanusun çok kirlendiği ve deniz kızlarının karaya taşınıp, kendilerini büyülü olmayan gerçek insansı yaratıklar olarak göstermek zorunda kaldığı bir zamanda geçiyor. Bu, pek çok soruna neden oluyor çünkü insanlar, onlara iyi davranmıyor. Restoranlarda, deniz kızı eti ve yumurtaları popüler hâle geliyor. Protestocular, deniz kızları için insan hakları talep ediyor. Halka açık bir havuz, tuzlu suyla dolduruluyor ve deniz kızları buraya yerleşerek, kendilerine barınak ve yiyecek buluyor. Adı Sea Angels olan havuz, insanlar için bir tema parkına dönüşüyor ve deniz kızları, insan ziyaretçiler için performans sergilemeye başlıyor. Cinsiyetçilik ve azınlıkların araştırılması gibi konuları işleyen bir kara komedi.

Stop motion’ın çoğumuz için hipnotik bir etkisi olduğunu zannediyorum. Bir tür yabancılık üzerinden uyanan merakı, ardındaki büyük emek ve yaratıcılık vasıtasıyla körükleyip, izleyiciyi kendine hızla yaklaştırabilen bir yapı kuran bu türü izlemeyi sevenlere üç filmlik bir seçki önerse, içinde neler olurdu diye soruyorum Cissi’ye. Cevabı: Jan Svankmajer’in Jidlo / Food’u (1992), Tim Burton’ın The Nightmare Before Christmas’ı (1993) ve Wes Anderson’ın Fantastic Mr. Fox’u (2009) oluyor.

Seramik çamuru, sahne ışığı ve patlamış mısır ile şeylerin müziği üzerine

Röportajı hazırlarken bu ânı sabırsızlıkla bekledim zira ikimizin de hayatta en sevdiği şeyden konuştuğumuz yerdeyiz artık: Müzik. Stop motiondan şarkılara doğru adım adım ilerleyelim. Yönetmenliğini Cissi’nin üstlendiği birbirinden harika video kliplere göz atmanızı çok isterim. Hasche’den “The Hanged Man”, Nils Berg Cinemascope’tan “From Above”, Promise And The Monster’dan “Beating Heart” -kişisel favorim, Directors Cut versiyonu daha güzel- ve Vacation Forever’dan “You Gotta Hustle” gibi.

Bunlardan sonuncusu, Viagra Boys’un 2022 çıkışlı son albümü Cave World’de -kapağı da nefistir- yer alan “Troglodyte” parçası için çektiği, hem işitsel hem de görsel olarak punk enerjisiyle yanan klibi. Cissi’nin grupla tanışıklığı eskiye dayanıyor; önce, bu alanda çalışırken müzisyen olmanın avantajlarını yaşayıp yaşamadığını, ardından Viagra Boys ortaklığının arka planındaki fikir alışverişini öğrenelim.

Bu müziği çok sevdiğini ve onu görsel olarak ifade etmek için şarkıdan rahatlıkla ilham alabildiğini paylaşıp, klip üretme konusundaki yaklaşımını açıklıyor: “Müzisyen olmak benim için bir avantaj çünkü sanatçının bakış açısını anlıyorum. Bir video klip yönetmeni olarak müzisyenin aracıyım. Bu yüzden birlikte çalıştığım müzisyenler konusunda çok seçici davranıyorum çünkü ortak bir vizyona sahip olduğumu hissetmediğim birilerinin aracı olmak benim ilgi alanıma girmiyor. Viagra Boys’la arkadaş olduğum ve Stockholm’de aynı müzik ortamından geldiğimiz için ne istediklerini tam olarak biliyordum. Onlar da benim gibi deliler, haha. Yani fikri geliştirme süreci çok kolaydı. Ben sadece yapmak istediklerimi sundum; onlar da ‘Görelim seni!’ dediler. Bu kadar basit olmasını seviyorum. Vizyonlar hizalanıyor.

Viagra Boys, ilkel yaşam formu olarak kodlanmış maymunların sevme ve hissetme becerisine karşın, “gelişmiş” modern insanın savaş meraklısı, korkunç bir toplum oluşturmuş olmasına dair hayal kırıklığı hakkında konuşan “Troglodyte” parçasının klibini, “Meksikalı uzaylıları unutun, Charles Darwin’in evrim teorisini sorgulatan şok edici kanıtlarımız var.” sözleriyle paylaşmıştı. Anlayacağınız, şarkının açık bir hikâyesi var; peki sözler, ruhunu kaybetmiş bir ofis çalışanı, bir karides ordusu ve henüz mağaradan çıkamamış Viagra Boys personalarını buluşturan karakterlere ve mekânlara nasıl dönüştü?  

Müziğin, kulağa geliş biçimine benzer bir ifade yaratmak istedim. Ham, enerjik, serseri, mizah dolu ve biraz da tatlı. Sözleri dinlerken aklıma gelen zorluk, şarkının tamamen karanlık ve şiddetli bir hâle getirilmemesiyle ilgiliydi. Toplu katliam ya da buna benzer bir şeyi canlandırmak istemedim; karideslerin devreye girdiği yer de burası oldu.” diyor Cissi.

Ya Vulkano’nun müziği? Cissi Efraimsson, Rebecka Rolfart ve Lisa Pyk Wirström’ü bir araya getiren trio; akılda kalıcı riffler ve sözlerle inşa edilmiş pop etkili bir punk yapmakta. Çoğunlukla bir konsepte bağlı kalan şarkılarını kimisi Cissi, kimisi de başka yönetmenler tarafından çekilmiş yaratıcı videolarla destekliyorlar; mizahi, tuhaf bir üslupları var. “Princess punk” olarak tanımladıkları bu müziğin, bir prensesin hayatının fonunda çaldığını hayal etmeyi teklif ediyorum Cissi’ye. Nasıl bir karakteri olurdu prensesin? Nasıl düşünürdü, nasıl giyinirdi, neler yapmayı severdi?

Bir kahkaha patlatıp, kullandıkları etikete dair kısa bir açıklama yapıyor önce. Ürettikleri müziğin tınısını anlatmakta hep zorlandıklarına, bir pop grubu olsalar da popun ticari ve gösterişli imajının dışında bir iş yaptıklarına dikkat çekiyor. Tamamen punk rock enerjisindeki konserlerinin, aynı zamanda bir tür performans gösterisi oluşu da işleri iyice karmaşıklaştırmış onlar için. Sonunda Lisa’nın kardeşi “princess punk” başlığıyla çıkagelince, onu sevip kabul etmişler. “Çünkü komik, ham ve tatlıydı; tıpkı bizim gibi.” diyor Cissi.

Hayalimize dönersek, onun için de yanıtı şöyle: “Hmmm, yani bu prenses akşamdan kalma. Çok rahat biri. Bir peri masalı krallığının prensesi ve dünyamızı ziyaret etmek için burada. Punk, partiler ve iyi geçirilen zaman gibi burada sahip olduğumuz eğlenceli şeyleri keşfediyor. Buraya ışıltılı bir peri masalı elbisesiyle geldi ama bir Vulkano konserinde mosh pite dalarken bir kısmı yırtıldı, hem de bira ve terden lekelendi ve bu onun hiç umurunda değil.

İşitsel dünyadan çıkmadan evvel uğrayacağımız bir durak daha var: Dj Snax. Adının ipucu verdiği üzere, Cissi’nin birtakım atıştırmalıkların seslerini kullanarak yarattığı mizansenlerden oluşan bir video serisi bu. Bir süre sonra ona arkadaşı Dj Drinx de katılıyor. İş bölümünü tahmin ettiniz… Dj Snax’in çubuk krakerler, patlamış mısırlar, ısırılmış elmalar; DJ Drinx’inse kutu meyve suları, içki şişeleri ve kadehlerden çıkardığı müziğin mutfağına dair daha çok şey öğrenmek gerek ve Dj Snax’i başka senaryoların içinde de görecek miyiz diye sormak, iştahla. Yeniden Cissi’ye bağlanıyoruz:

Dj Snax ile daha fazla üretmeyi planlıyorum. Bazı yeni şarkılar yapım aşamasında. Bu projeyle sadece videolar çektim ama gelecekte onunla canlı performans da sergilemek istiyorum. Doğru atıştırmalıkları ve içecekleri hazırlayabilmek için genelde başlamadan önce bir tema fikrim oluyor. Kendimi bir yerden başlatmak için bir beat fikrim de oluyor çoğunlukla. Bir kez başladığımda gerisi çok sezgisel ve eğlenceli. Atıştırmalıkların titreşimine ve tadına bayılıyorum; gerçekten iyi vakit geçiriyorum. Beş yaşımdan beri davul çalıyorum, bu yüzden ritim bana çok doğal geliyor.” diyor. 

Bu persona onun için cümbüşlü bir kaçış alanı zira DJ Snax olarak performans sergilediğinde, ona dönüştüğünü söylüyor Cissi. Yani Dj Snax Cissi’ye, Cissi olduğunda olmadığı bir şey olma fırsatı veriyor. Ona çekilmesinin bir sebebi daha var; kendisinden duyun: “Dj Snax benden çok daha havalı, haha.” Bu karın acıktıran konu, olası Dj Snax senaryolarından birinin, Cissi’nin en bilinen seramik parçası olan Dinner Party’nin sofrasına da ulaşabilme ihtimalini düşündürüyor bana ama belli ki onun yeri şimdilik sergiler. Bugüne dek çeşitli grup sergilerinde yer alan bu nadide parça, muhtemelen başka yerlerde tekrar gösterilecek.

Dinner Party. Fotoğraf: Kelsey Hart

Hikâyenin sonuna yaklaşırken anlaşılıyor ki çok çeşitli mecralarda ürettiği her an çocuksu merakını daima canlı tuttuğu, oyun oynamayı, hayal etmeyi çok sevdiği, Cissi’ye dair apaçık bir özellik. Öte yandan ancak bir yetişkin özeni ve detaycılığıyla yapılabilecek, büyük sorumluluklar almayı gerektiren bir işi var. Öyleyse büyümekle arası nasıl? Büyüme deneyimi, onun üretimlerinde kendini nasıl gösteriyor? 

Uzun süre çocuk kalacak kadar şanslı olduğundan ve kendini hâlâ oldukça çocuksu hissettiğinden bahsediyor önce. “Ama dünyamız yetişkin olmaktan kaçınalım diye inşa edilmedi; bu yüzden gönülsüzce büyümek zorunda kaldım. Hâlâ herkesin iyi olduğu ve paranın olmadığı bir dünyanın hayalini kuruyorum. Açıkçası pek öyle görünmüyor; dolayısıyla sanatımı gerçek dünyadan kaçmak ve huzurlu bir yer yaratmak için kullanıyorum ben de.” diye sürdürüyor sözlerini. Umudu, işlerinden zevk alanların da gerçekliğe biraz ara verebilmesi ya da ona dair yeni bir bakış açısı kazanabileceklerini hissetmesi.