Soluk bir anı: Copenhagen Does Not Exist
Yazı: Zelal Buldan
Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan Copenhagen Does Not Exist / København findes ikke, Türkiye izleyicisi ile 42. İstanbul Film Festivali’nde, Uluslararası Yarışma kategorisinde buluştu. Martin Skovjerg’in yönettiği filmin başrollerini Vilmer Trier Brøgger ile Angela Bundalovic paylaşıyor. Baba karakterini ise en son Triangle of Sadness’ta Dimitry rolünde izlediğimiz Zlatko Burić canlandırıyor.
Filmin senaryosu The Worst Person in the World senaristi olarak da tanıdığımız Eskil Vogt’a ait. Yönetmen Martin Skovjerg, filmi şu sözlerle tanımlıyor: “Radikal ve trajik bir aşk öyküsü. Aşkın özgürleştirici potansiyeli ve yıkıcı gücü hakkında şiirsel, canlı, çağdaş bir hikâye.”
Bu yazı, Copenhagen Does Not Exist filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.
Konu nedir?
Ida ismindeki genç kadın bir gün ortadan kaybolur. Ida’nın babası bir iz ararken kızının erkek arkadaşı Viktor ile anlaşma yapar. Para teklif ettiği Viktor’u eve kapatıp kızı hakkında bildiği her şeyi anlatmasını ister ve bu anları kamera ile kaydeder. Viktor’un hatırladıkları ve anlattıkları ile iki âşığın kendilerinden başka kimseyi almadıkları dünyalarında Ida’yı ararız.
İlk intiba
Copenhagen Does Not Exist, “unutmak” üzerine izleyiciyi düşündürerek başlıyor; bir insanın yüzünü unutmak. Daha önce hiç var olmamışçasına hafızadan silinen suratları hatırlatıyor. Ortak bir dert ile başlayarak ilk dakikadan kucak açıyor Viktor’un hafızasında gezineceklere… Bütün bu soluklaşan anıların ortasında bir cümlenin altı çiziliyor. Her şey, herkes hafızadan silinebiliyor; fakat biriyle tanıştığın an hayatının değiştiğini unutmuyorsun.
Viktor’un Ida ile tanıştığı ve hayatının değiştiği âna gidiyoruz. Hatırlamamak üzerine yapılan girişten sonra Viktor’un hatırladıklarının yeterliliğine hiçbir zaman güvenemeden dolaşıyoruz anıların arasında. İzleyeceğimiz anıların sırasını ise Ida’nın babasının soruları belirliyor.
“Kızımla özel bir gününü anlat” diye soruyor baba. “Özel bir günümüz yok. Günlerin birbirine benzemesini severdik.” diye cevaplıyor Viktor.
Hep beraber, birbirine benzer günlerin içinde Ida’nın izini aramaya çıkıyoruz.
Karakterlere dair
Şimdiki zamanda hiç görmediğimiz kayıp kız Ida’yı Viktor’un hafızasının bizi içeri kabul ettiği ve Ida’nın babasının anlattığı kadarıyla tanıyoruz. Sadece başkalarından dinlediğimiz bu karakter hakkında net konuşma hakkımız elimizden alınıyor böylece. Viktor’dan dinlediğimiz Ida ile babadan dinlediğimiz Ida farklı oluyor. Babası Ida’nın topalladığını söylerken, Viktor’dan izlediğimiz Ida’da böyle bir duruma rastlamıyoruz. Yine Viktor’un Ida ile tanışma ânını olduğundan farklı hatırladığının sinyallerini alıyoruz. Viktor’un hafızasına olan güvenimizi kaybederken, Ida’ya olan ilgimiz artıyor.
Viktor’u dinlemek ve izlemek de en az Ida’yı aramak kadar merak uyandırıcı. Çalışmayan, kimse ile görüşmeyen Viktor; Ida’nın da kendisi dışında herkesten ve her şeyden uzak yaşamasını istiyor. Ida’nın fiziksel kaybından önceki ruhsal kayboluşuna Viktor’un sebep olduğunu görüyoruz. Bunun bir özgürlük mü yoksa tutsaklık mı olduğuna dair soru işaretlerimizi Viktor’da arıyoruz.
Nasıl hissettirdi?
“Sana hiç âşık olmadım. Bu kelimelerin hislerimi tanımlamasını istemiyorum.” diyor anılardan birinde Ida, Viktor’a…
Bir süre sonra bu filmin de karakterleri hafızadan silinip gidecek. Her geçen gün bir sahne eksik hatırlanacak. Aynı oyuncuları başka yerde görene kadar suratları unutulacak. Filmi izlerken hafızaya kazınan bazı cümleler bile bu yazıya aktarılana kadar unutuldu. Sadece bazı sahneler kaldı hafızada. Bana göre önemli, sana göre önemsiz… Sana göre belirgin, bana göre soluk.