Bu yılki Fantastic Fest’in göz dolduran Türkiye teması ve seçkisinin sorumlu kişisi, festival programlama direktörü Evrim Ersoy, festivale dair merak ettiklerimizi yanıtladı.
Bu yıl festival ekibine katılmadan önce Avrupa’nın en büyük film arşivi ve kitap dükkânı olan The Cinema Bookshop’un menajer asistanlığı yapan Ersoy, Londra Duke Mitchell Film Club’ın kurucusu olmasının yanısıra Los Angeles, Beyonda Fest ve Boston Underground Film Festival’ın da programlama direktörlüğü yaptı.
“Silence of the Lambs filminin Hint versiyonunda Hannibal Lecter’ın Clarice Sterling’le dans ettiği rüyayı görmeden yaşamış sayılmazsınız!”
Fantastic Fest ekibine bu sene katıldın. Anlaşılan festivalin bu yılki programının Türkiye teması senin işin! Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Fantastic Fest buluşmaları festivalden epey önce başladı. Geçtiğimiz yıl şubat ayında, programlama ekibinin Remix, Remake, Rip-Off’u izleme şansı yakaladığı ve filme bayıldığı Berlinale’den hemen sonra. Bu sene festivale nasıl bir tema/konsept uygulayabileceğimizi düşünürken Türkiye fikri doğal bir şekilde ortaya çıktı ve herkes tarafından çok sevildi. Ne de olsa bir hayli derin, eğlenceli ve hemen hemen Türkiye dışında pek bilinmeyen bir sinemadan bahsediyoruz. Görsellere, posterlere baktıktan sonra bu kararı vermek hiç de zor olmadı. Sinemanın bu caddesinden göz alıcı ve eşsiz bir şey yaratabileceğimizi biliyorduk.
Türkiye’de büyük bütçeli Amerikan yapımı fantastik filmler için ucuz yeniden çekimler yapmak 1950’li yıllardan 1980’lerin sonlarına kadar büyük bir akımdı. Türkiye E.T.’si Badi ve The Exorcist’in yerli yapımı Şeytan gibi örnekler kendi estetikleri, diyalogları ve özyargılayıcı mizahlarıyla birer kült hâline geldiler. Bu tür imitasyonu yerelleştirmeyle karıştıran bir yaratım süreci hakkında ne düşünüyorsun?
Türkiye sinemasındaki bu süreci korkunç şekilde saygıdeğer buluyorum. Muhtemelen imitasyon kısmı biraz basit gözükebilir ama burada neredeyse hiçbir kaynağı olmadan ulusal bir popüler sinema yaratmaya çalışan birkaç kişinin emeklerinden bahsediyoruz. Film stoğu yok, finansman yok, kısıtlı imkânlar, vergi kaçırmalar ve daha fazlası, o dönemde film çekmeyi karanlıkta film çekmeye eşdeğer kılıyor. Benim inancıma göre ülkeler, popüler sinemada kendi dillerine yeteneklerini ve ekonomilerini geliştirmek adına çok ihtiyaç duyuyor. Türkiye bunu eşsiz bir şekilde yaptı ve hâlâ bu dönemden filmler dünyanın dört bir yanındaki izleyiciler tarafından heyecanla izleniyor.
Yapımcıların yerel bir ürün yaratmak için denediği düşük kalite ve çekici metotlar, filmlerin hâlâ bu kadar etkileyici olmasını sağlıyor. Birebir kopyalar, bu filmler gibi etki bırakmazdı. Bir yandan Türkiye, bunu yapan tek ülke değil. Endonezya, Hindistan ve Çin gibi ülkeler de benzer şeyler yapıyorlar, özellikle belirli janr sinemalarında. Silence of the Lambs filminin Hint versiyonunda Hannibal Lecter’ın Clarice Sterling’le dans ettiği rüyayı görmeden yaşamış sayılmazsınız!
Dediğim gibi Türkiye sinemasından bazı kendine has şekillerde eşsiz olan filmler var… Türk yapımı Star Trek’ten Dracula İstanbul’da’ya kadar… Peki programa hangi filmleri dahil edeceğinize nasıl karar verdiniz?
Önemli olan bir faktör, filmlerin içerdiği eğlence katmanıydı. Söz konusu dönemin en bilinen filmlerini göstermek istedik ki, Türkiye sinemasının 70’ler ve 80’lerdeki görsel gelişimini ve yüksek dozdaki eğlence faktörünü temsil edebilen üç filmi seçtik. Bir başka kilit nokta da konuklardı. Filmleri, konuklar alarak daha doğru şekilde anlamlandırmayı istedik, böylece katılımcılar tarihten, işlerin ilerleyişinden ve daha fazlasından haberdar olabilecekti. İnsanları Türkiye’nin kısa ve öz tarihinin içine çekmek için birkaç filmi dışarda bırakmamız gerekti.
Bu seneki festivalde izlediğiniz filmler arasında hangileri favorileriniz?
Bu seneki 80 filmin hepsini düşününce gerçekten zor bir soru bu! Bu festivalin bir parçası olmanın en güzel getirilerinden biri, çok sevdiğimiz filmleri programa dahil edebiliyor olmamız. Eğer birkaç tane film söylemem gerekiyorsa, February’nin ruh parçalayan melankolisi, Anomalisa’nın dahice kurgulanmış duygusal uçları, Son Of Saul’un nefes kesen görsel başarısı ve The Devil’s Candy’nin usta işi kurgusuna değinebilirim.
Önümüzdeki yıl da Fantastic Fest ekibinin başında olacak mısınız? Yine programda Türkiye’den bazı tatlar beklemeli miyiz?
Fantastic Fest için Programlama Direktörlüğü yapmaya önümüzdeki yıl da devam edeceğim ve kesinlikle Türkiye’den daha çok filme yer verebilmeyi istiyorum. Festival ekibinin, daha gayretli çalışma ve araştırmayla, dünyanın dört bir köşesinden ilginç eklentiler ve keşiflerle janr sinemasının ne olduğuna dair anlayışımızı genişleteceğini umuyorum!