Nolan, ana akım sinema seyircisini -bu şartlarda bile- salonlara çekebilecek prestije sahip birkaç isimden biri şüphesiz. Lakin en önemli maharetlerinden olan izleyiciyi avucunun içine alma konusunda, belki de ilk defa bu kadar zayıf görmekteyiz rejisini.


Tüm gezegeni etkisi altına alan COVID-19 pandemisi nedeniyle durma noktasına gelen sinema endüstrisi, bir süredir bütün umutlarını yeni Christopher Nolan prodüksiyonu Tenet’e bağlamış durumda. İngiliz sinemacının bir kez daha zaman mefhumu üzerine beyin jimnastiği yaptırdığı bu kuantum soğuk savaş filmi, omuzlarında büyük bir sorumluluk taşıyor; zira çeşitli ülkelerdeki sinema salonlarının kurtarıcısı olarak görülmekte. Ezelden beri filmleri sinema perdesinde deneyimlememiz gerektiğinin altını çizen Nolan, ana akım sinema seyircisini -bu şartlarda bile- salonlara çekebilecek prestije sahip birkaç isimden biri şüphesiz. Lakin en önemli maharetlerinden olan izleyiciyi avucunun içine alma konusunda, belki de ilk defa bu kadar zayıf görmekteyiz rejisini.

Bir sahnede isimsiz baş kahramanımız (filmde de Protagonist olarak geçmekte) laboratuvar masasının üzerindeki bir kurşuna yaklaşır ve kurşun tersten düşüyormuşcasına eline konar. Clémence Poésy tarafından canlandırılan bilim insanı Barbara, kafasındaki sorulara yanıt arayan Protagonist’e “Anlamaya çalışma, hisset.” der. Nolan’ın âdeta perdeye odaklı, meraklı bünyelere ilettiği bu replik, Tenet’in özünde yer alan anlayış esasen. Patlamış binaların ters bir uğultu ile kendilerini bir araya getirdiği, parçalanmış arabaların havada takla atarak çiziksiz şekilde indiği bir yapımda fizik kuralları ve mantık aramak absürt bir beklenti olur elbet. Ancak Tenet gibi iddialı bir bilim kurgudan, olan biteni kendi evreni ve kuralları içerisinde mantıklı bir zemine oturtmasını beklemek, pek de haksız bir talep değil sanki.

Nolan neredeyse tüm filmografisinde yaratıcı fikirlerini lineer olmayan bir zaman üzerinden anlatır ve aile, ahlak, sevgi üzerinden verdiği mesajlarla seyirciyi yumuşak karından yakalamayı amaçlar. Bu sefer bir Inception ya da Interstellar’ın aksine, yarattığı dünya hakkında kafası karışık bir film var karşımızda. Tenet kendimizi gösteriye emanet etmemizi, anlam arayışı içine girmeyip bu deneyimin tadını çıkarmamızı istiyor. Hatta kimi zaman olay örgüsündeki boşlukları, karakter motivasyonlarını açıklamayı reddediyor. Ancak bir yandan da ısrarla bir şeyler anlatmak, sırtını aksiyon sekanslarına dayadığı anlarda bile fena hâlde “zeki” olmak istemekte. Dramatik yapıdan ziyade casusluk anlatısıyla ilgilenmesi ve kuramsal temelden yoksun öyküsüyle, Jonathan Nolan’ın eksikliğini büyük oranda hissettiriyor film. Oyuncular, özellikle Elizabeth Debicki ve Kenneth Branagh, karakterlerine üçüncü bir boyut katmaya çalışsalar da; senaryonun yardımcı olduğunu söylemek güç.

Tüm bu hayal kırıklıklarına rağmen, bir Nolan filminden alışık olduğumuz üzere, sinema salonuna gittiğinize pişman etmeyecek görsel ve işitsel bir deneyim sunuyor Tenet. Göz alıcı uluslararası mekânlar, envai çeşit teknolojik oyuncaklar ve devasa bir aksiyon setiyle karşı karşıyayız bir kez daha. Görüntü yönetmeni Hoyte van Hoytema’nın 70 mm ve IMAX kameralarla çektiği aksiyon sahneleri ise tam anlamıyla leziz. Konser baskını ve otobanda araba takibi gibi seyir zevki yüksek, görkemli anlarla; mizansen tasarımındaki maharetlerini bir kere daha gözler önüne seriyor İngiliz yönetmen. Ludwig Göransson imzalı müziklerin de, bir Hans Zimmer standartlarına ulaşamasa da, Nolan evrenine uyumlu şekilde hizmet ettiğini söyleyebiliriz.

Son tahlilde Tenet, bir aksiyon filmi için fazlasıyla donanımlı, ancak Nolan’ın en iyi çalışması olmaktan fersah fersah uzak yapım olarak yerini alıyor sinemalarda. Senaryo matematiğinde kimi sorunlara, muhafazakâr kaygılara, bolca ters köşeye ve gerçekten de beyazperde deneyimlenmesi gereken bir görselliğe sahip. İlk defa beyaz olmayan bir oyuncunun başrolde yer almasıyla da, Nolan filmografisinde ayrı bir yerde durmakta.


Tenet’in nihayet vizyon şansı bulmasının bahanesiyle, hakkında az bilinen kimi detayları derleyerek, Christopher Nolan’ı yakın kadraja alalım dedik:

* Britanya topraklarında büyümüş bir çocuk olarak James Bond’un büyük bir hayranı olduğu, hatta sinema anlayışını bu serinin şekillendirdiği bilinmekte. Casusluk temasını filmlerinde sıkça kullanan yönetmen; sinemada izlediği ilk yapımın Roger Moore’un oynadığı The Spy Who Loved Me (1977), en sevdiği Bond filminin ise On Her Majesty’s Secret Service (1969) olduğunu söylüyor.

* Favori yönetmeni Stanley Kubrick. Birçok röportajında sinema tarihinin en iyi rejisörünün Kubrick olduğunu dile getiriyor. Öyle ki Interstellar’ı, 2001: A Space Odyssey’den ilhamla çektiği söylenmekte. En sevdiği filmlerinden bazılarını ise şöyle sıralıyor: The Black Hole (1979), Blade Runner (1982), Chinatown (1974), The Hitcher (1986), Lawrence of Arabia (1962), On Her Majesty’s Secret Service (1969), Star Wars: Episode IV – A New Hope (1977), The Man Who Would Be King (1975) ve Topkapı (1964).

* İlk uzun metrajlı filmi Following (1998) sadece 6.000 sterline yapıldı ve bir yıl boyunca, çoğunlukla hafta sonları çekildi; zira oyuncu kadrosu tam zamanlı işlerde çalışmaktaydı. Nolan filmi tek başına, herhangi bir ek fon olmadan finanse etti. Following’in ilk gösterimi 1999 Hong Kong Film Festivali’nde yapıldı ve Nolan izleyicilerden bir sonraki filmi için bağışta bulunmalarını isteyerek, Memento (2000) için fon biriktirdi.

Insomnia’nın (2002) ardından gelecek projesini, Jim Carrey’li Howard Hughes biyografisi olarak planlamıştı. Ancak Martin Scorsese’nin de Hughes biyografisi The Aviator’ı (2004) çekeceği ortaya çıkınca, Nolan isteksizce projeden vazgeçti ve Batman uyarlaması için çalışmalara başladı. Çok sonraları, kaleme aldığı senaryo hakkında “şimdiye kadar yazdığım en iyi şeylerden biri” diyecekti.

* Film setlerinde yeşil ekrana minimum düzeyde yer veren Nolan, görsel efekt kullanımının pek taraftarı değil. Öyle ki Kara Şövalye Üçlemesi’nde dahi bu kararının arkasında durmuş. “Tenet’te görsel efektli planların sayısı, muhtemelen çoğu romantik komedi filminden az.” demeciyle, filmde 300’den az sayıda görsel efektin yer aldığını belirtmişti.

* 2005 yapımı Batman Begins’den (2005) beri Michael Caine, kendisinin çektiği tüm yapımlarda, irili ufaklı rollerde yer aldı. Nolan usta aktörün kendisine şans getirdiğine inanıyor. Caine ise onu “yeni David Lean” olarak betimliyor ve artık bittiğini düşündüğü kariyerini dirilttiği için minnettar olduğunu söylüyor.

* James Cameron’la birlikte, dünya çapında 1 milyar dolardan fazla hasılat yapan iki film (The Dark Knight ve The Dark Knight Rises) çeken ikinci yönetmen. Başlangıçta Batman filmlerini, büyük bütçeli yapımlarına fon bulabilmek için kabul ettiğini söylüyor. Uğruna Batman Begins’i çektiği ve yıllarca hayalini kurduğu proje ise Inception’mış (2010).

* Nolan’ın birçok filminin senaryosunda ortak bir öge var: “Ana kahraman, öyküye önemli ölçüde katkıda bulunan bir zihin problemi yaşar.” Insomnia‘da Dedektif Will Dormer uykusuzluk çekiyor, Memento‘da Leonard kısa süreli hafıza kaybına uğruyor, Bruce Wayne bir çocukluk tramvasıyla yaşamakta, Inception’dan Cobb ise karısıyla ilgili halüsinasyonlar görmekte.

  1. Kitlesel tutuklamalar çağında sanat: “Marking Time”

    Görsel sanatlar, dört koldan birden insandışılaştırmaya çalışan bir sisteme karşı çıkmada sözcüklerin tek başına yaratmakta zorlanacağı güçte bir etkiye sahip. Hattın diğer ucunda yazar Nicole R. Fleetwood ve bugün 2 milyonun üzerinde nüfusun parmaklıklar ardında olduğu ABD’deki cezaevi sistemine görsel sanatlar üzerinden bakan yeni kitabı var.

  2. “Bi dakka ben az önce ne izledim?!?” televizyonu: EXP TV

    7/24 dopdolu bir yayına başlayan EXP TV, seyirciyi zamanların ötesinde bir zamana götürme niyetinde. Hiçbir kurumsal güç tarafından yontulmadan, engellenmeden; hiçbir algoritmayla ilişki kurmadan.

  3. Artan kiralar, azalan kapsayıcılık ve sürdürülebilirlik: “No Seat At The Table”

    İstanbul, Ankara, Amsterdam ve Utrecht’teki dört mahalle üzerinden, kentsel dönüşümün yansımalarını kurcalayan bir çizgi roman.

  4. A’dan Z’ye: Ennio Morricone (1928-2020)

    Maestronun anısına.

  5. Kalabalıkların sesi olmaktan bir tık ötede: IDLES ve “ULTRA MONO”

    Üçüncü IDLES albümü için nefesler tutulmuşken, gitarist Mark Bowen’la bir sabah sohbeti.

  6. “Yeni bir paralel gerçeklik”: Wax Poetic, Demet Evgar, Biz10 Murat ve Irmak Altıner’in “Cihangir”i

    Wax Poetic’in 2007 çıkışlı albümü "İstanbul"da yer almış “Cihangir”, kaydedilişinin üzerinden 14 yıl geçtikten sonra Irmak Altıner yönetmenliğinde bir kliple yeniden dirildi. İlhan Erşahin, Demet Evgar, Biz10 Murat ve Irmak Altıner, şarkının ortaya çıktığı zaman ve bugün arasında mekik dokuyan bir muhabbet çevirdi.

  7. Şarkı şarkı: Berke Can Özcan ve “Mountains are Mountains” albümü

    Berke Can Özcan, bugüne kadarki en içsel çalışması “Mountains are Mountains”ı şarkı şarkı anlatıyor.

  8. Christopher Nolan, kuantum, beklentiler: Tenet

    Nolan, ana akım sinema seyircisini -bu şartlarda bile- salonlara çekebilecek prestije sahip birkaç isimden biri şüphesiz. Lakin en önemli maharetlerinden olan izleyiciyi avucunun içine alma konusunda, belki de ilk defa bu kadar zayıf görmekteyiz rejisini.

  9. Bağımsız, zamansız bir şiir arayışı: Ümit Ünal ile “Aşk, Büyü, vs.” üzerine

    Büyükada dekorunda, sınıf perspektifi üzerinden, lezbiyen bir aşkın ve geçmişle hesaplaşmanın öyküsü.

  10. Aklımdakiler: Levan Akin

    "And Then We Danced"in yönetmeni Levan Akin yeni film projesi için senaryo yazım sürecine ve araştırmalarına devam ederken, sinemacılar, sinema yazarları, oyuncular, yönetmenler, performans sanatçıları ve iletişimde olduğu müzisyenlerden kendisine yöneltmek üzere sorular topladık ve bir güzel cevaplattık.

  11. 1977’den bugüne, sinemada kadın yazar biyografileri

    Acımasız iğneli sözler, bol miktarda öğleden sonra kokteyli ve başyapıtını yazmanın eşiğinde olan bir korku yazarı… Yönetmen Josephine Decker'ın son filmi "Shirley"den ilhamla, sinema tarihinden çeşitli yazar / şair biyografileri arasında bir gezinti.

  12. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktörler Aylin Güngö[email protected] Sadi