Haruki Murakami, 2008 tarihli What I Talk About When I Talk About Running kitabında 25 yılı aşkın bir zamana yayılan koşu hayatı üzerine yazdıklarını derlemişti. Uzun mesafe koşucusu olan Murakami’nin bu kitabı esasen 2005’teki New York maratonuna hazırlık sürecindeki dört aylık süreyi kapsıyor. Farklı patikalarda, Murakami’nin zihninin derinliklerinde yankılananlara eşlik ediyoruz. Girişte alıntıladığı çarpıcı koşu mantrası şöyle gidiyor: “Acı kaçınılmazdır. Acı çekmek ise isteğe bağlıdır.”

Kişinin kendi yaşamını şekillendirebilmesi üzerine değerli mesajlar veriyor kitap. Murakami, kişisel deneyim ve gözlemleri eşliğinde, düzenli koşmanın fiziksel etkilerinden ziyade karakter ve psikoloji üzerindeki etkilerinden bahsediyor. Usta kalemiyle ruh hâlindeki değişimleri resmediyor. Hatta iyi bir yazar olmasını, her gün koşmasına bağlıyor:

“Yazarlığa dair bildiğim şeylerin büyük kısmını her gün koşuya çıkmam sayesinde öğrendim. Bunlar pratik, fiziksel dersler. Kendimi ne kadar zorlayabilirim? Dinlenmenin ne kadarı uygun, ne kadarı çok fazla? Bir şeyi ileri taşırken nasıl yeterli ve istikrarlı bir şekilde tutabilirim? Dış dünyanın ne kadar farkında olmalıyım? İç dünyama ne kadar odaklanmalıyım? Yeteneklerime dair ne kadar kendime güvenmeliyim? Ne zaman kendimden şüphe etmeliyim? Bir yazara evrildiğim süreçte aynı zamanda bir uzun mesafe koşucusu olmasaydım, eserlerimin büyük oranda farklı olacağını biliyorum.” 

Koşma hâlinin özgürleştirici etkisini farklı ifade biçimleriyle kesiştiren bir başka figür de geçtiğimiz aylarda Twitter feed’imde gezinirken karşıma çıktı. Yemyeşil bir patikada, kulaklıklarıyla nefes nefese koşan biri, dinlediği müziği eş zamanlı olarak yorumluyor; sıra dışı albüm değerlendirmeleri yapıyordu. Bu kişinin adı Jimmy Watkins. Kendisi eski milli atlet, şampiyon, punk şarkıcısı ve müzik tutkunu. Kurucularından biri olduğu Running Punks’la birlikte Cardiff’te punk seven koşucuları buluşturan, daha sonra organizasyonun kapsamını genişletmeye başlayan Watkins, bir süredir sosyal medyada paylaştığı Running Review serisiyle bir müzik eleştirmenine de dönüştü.

Kendi dönüşüm sürecinin bir ürünü olan Running Punks, zevk veren albüm kritikleri ve koşma deneyiminin bünyede yarattıkları üzerine merak ettiklerimizi Jimmy Watkins’e sorduk.

“Bence koşarken albüm değerlendirmesi yapmak, beyninin rasyonel kısmını soyarak ortadan kaldırıyor. Beynin hayat ya da insanların senin hakkında ne düşündüğü konusunda endişelenen kısmını. Bu deneyim o kısmı tıraşlıyor ve kendini bir kurt ya da ceylan gibi hissetmeni sağlıyor. Nasıl hareket ettiğini düşünmeden hareket ediyorsun.” 

Running Punks’ın ortaya çıkmasına sebep olan kişisel deneyimlerinden başlayalım. Milli bir atlet ve bir şampiyon olduğun kariyerini, rock’n’roll tutkunun peşinden gitmek üzere 2006’da ardında bıraktın. Bu iki ayrı ilgi alanını yeni bir formatta bir araya getirebileceğine kendini nasıl ikna ettin?

Bu biraz ilginç çünkü aslında o ikisini bir araya getirmeyi istemiyordum. Müziğin beni dönüştürdüğü kişiden uzaklaşmak için yeniden koşmaya başlamıştım. Saati tersine çevirip, fiziksel ve zihinsel olarak bir atlet olduğum zamanlara dönmek istedim. Gruplarda çok fazla zaman geçirmediğim dönemlere. Daha sağlıklı bir hâle gelip daha az içmeye başlayınca, zihnimin daha berraklaşması ve müziğe karşı yeni bir tutku geliştirmem beni çok şaşırtmıştı. Müzik bir anlam kazanmaya ve umut vermeye başladı. Notaların rastgele kaosunun içinde hayat ve cevaplar bulmuştum. Bu çok canlandırıcıydı! İki dünya çok güzel bir şekilde bütünleşti ve Running Punks doğmuş oldu.

Müzik ve koşmaya dair ilk anıların neler?

İkisiyle de ilgili ilk anılarım kokularla ilişkili. Hatırladığım ilk müzik anım 4-5 yaşlarındayken annem evde temizlik yaparken babamın David Bowie plaklarını dinlemesi. Ne zaman Bowie dinlesem, burnuma temiz ev kokusu geliyor. Koşuyla ilgili hatırladığım ilk şey de yağmur altında okuldan eve koşmam. Şimdilerde koşmak bana yağmur kokusunu hatırlatıyor. Hava güneşliyken bile! Sanırım koşmak, gökyüzünü koklamak anlamına geliyor benim için. Özgürlüğün ve sınırsız ihtimallerin kokusu. Aynı zamanda uçmanın da kokusu!

Müzikli ya da müziksiz koşarken nasıl bir ruh hâli içinde oluyorsun?

Müzik dinleyerek koştuğumda düşüncelerim bir girdaba dönüşerek beynimde uçuşuyor. Sanki müzik o düşüncelere yolculuk edebilecekleri bir araç oluyor ve böylelikle ağzımdan kaçabiliyorlar. Müzik düşüncelerime belli bir şekil veriyor. Düşündüklerime bakarak, kendim ve içinde koştuğum dünya hakkında bir şeyler öğrenebiliyorum. Müziksiz koştuğum zaman yemek ve para gibi dünyevi şeyleri düşünüyorum. Tabii ki her zaman bu tür şeyler düşünmüyorum. Beşinci kilometre civarında o düşünceler kayboluyor ve tamamen rahatlamış bir şekilde beni çevreleyen gökyüzüyle bir oluyorum. Hâlâ yağmur altında okuldan eve koşan o küçük çocuk olduğumu hatırlıyorum.

“Müzikte alkol ve uyuşturucular var, koşunun da kendine özgü bağımlılıkları. İkisine de gerçek, canlı şeylermiş gibi saygı göstermen gerek, çünkü öyleler.”

Sanırım profesyonel bir atlet olmanın ve bir punk grubunda çalmanın ortak noktası ikisinin de özgürleştirici olması. Koşmak ve müzik arasında nasıl benzerlikler görüyorsun?

En büyük benzerlikleri, ikisine de sana gerçek geldikleri şekilde yaklaşabilmen ve onları o şekilde benimseyebilmen. İkisi de hayatını daha iyi bir şeye dönüştürüyor. Dikkatli olmazsan ve kendine dürüst davranmazsan, ikisi de hayatını farklı şekillerde parçalayabilir. Müzikte alkol ve uyuşturucular var, koşunun da kendine özgü bağımlılıkları. İkisine de gerçek, canlı şeylermiş gibi saygı göstermen gerek, çünkü öyleler. İkisi de çok fazla enerjini tüketiyor ve gerçek yaşam gücün hâlini alıyor! İkisi de birer tanrı ve birçok tanrı gibi onlar da ruhun karşılığında sana dünyaları vaat ediyor.

Koşmak bireysel bir disiplin. Ben bir koşucu değilim ama birçok insan koşmanın terapötik bir yanı olduğunu; kendini ve düşüncelerini dinlediğini anlatıyor. Koşarken başka bir şeye odaklanmayı nasıl başarıyorsun?

Bir anlamda müziğe odaklanarak gerçekten kendime odaklanabiliyorum. Müziğin bana nasıl hissettirdiğine kendimi kaptırmış oluyorum. Başka kişilerin düşünce ve enerjilerinin, kumun üstünden geçen bir rüzgâr gibi tepemden geçmesine izin veriyorum. Onların yaratıcılığı, hayal gücümde benzersiz bir doku bırakıyor ve ben de onları Running Review’da kelimelere aktarıyorum. Bence koşarken ne kadar hızlı olduğun ya da bacaklarının ne kadar yorulduğundan ziyade etrafındaki dünyaya sanat sayesinde nasıl tepkiler verdiğini düşünmek çok daha önemli. Koşmak ve müzik dinlemek, gündelik hayatta bulamayacağın bir özgürlük sunuyor. Araba kullanırken müzik dinlediğinde yine önündeki yola ve çevrendeki trafiğe odaklanıyorsun. Evde müzik dinliyorsan, tencerenin çıkardığı seslerden dikkatin dağılabilir ya da oturma odandaki rutubetin masraf çıkaracak olmasından endişe duyabilirsin. Ama koşarken hiçbir şey dikkatini dağıtmaz. Müziğin seni havalandırması ve içinde neler olduğunu fark etmeni sağlaması gibi güçlü bir deneyim. 

Düzenli bir koşucu olmak için kendi dayanıklılığını ve fiziksel sınırlarını iyi bilmen gerekir. Punk’ın biraz daha kendini serbest bırakmakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Tam gaz albümleri koşarken değerlendirmeye çalışmak senin için nasıl bir meydan okuma?

Ne yaptığımız anlamadan kendimi ittirmeme izin verdiği kesin. Bence koşarken albüm değerlendirmesi yapmak, beyninin rasyonel kısmını soyarak ortadan kaldırıyor. Beynin hayat ya da insanların senin hakkında ne düşündüğü konusunda endişelenen kısmını. Bu deneyim o kısmı tıraşlıyor ve kendini bir kurt ya da ceylan gibi hissetmeni sağlıyor. Nasıl hareket ettiğini düşünmeden hareket ediyorsun. Bana nerede biteceğini bilmeden her koşuya başlamam konusunda yardımcı oluyor. Koşunun müzik bittiği zaman biteceğini, müziğin de doğru zamanda biteceğini biliyorum. Bence bu önemli çünkü aklının yarısıyla koşunun ne zaman biteceğini düşünerek koşmaya başlamak çok kolay. Müziğe göre koştuğun zaman gerçek bir bitiş söz konusu olmuyor; bu biraz daha tamamlanmaya benziyor. Serüven bitince adımlar da bitiyor. Bu harika bir his. Koşmaya, sonraki görevlerine geçebilmek için aradan çıkarman gereken başka bir görev gibi yaklaşmaktan çok daha doğal. 

“Benim için Running Punk olmak, mükemmel olmadığını ve hiçbir zaman mükemmel olamayacağını bilmek anlamına geliyor.”

Videolarında koştuğun patika harika görünüyor. Koşmak için ideal ortamda neler arıyorsun? Performansını nasıl etkiliyor?

Teşekkürler, bu benim yerel rotam. Evimden üç kilometreden az mesafede. Aradığım şeyler çok fazla su birikintisi, ağaçlar ve tepeler. Eğer rotamda tepeler varsa daha çok çabalamam gerektiğini ve daha çok çabalarsam da müziğin daha derinine inebileceğimi biliyorum. En nefes kesen manzaraları genelde bir tepeye doğru koşarken buluyorum. Koşuların da yokuş aşağı bitmesini seviyorum çünkü bu sayede biraz rahatlayıp albüm süresince neler hissettiğimi özetleyebiliyorum. Yani özetle, düşünmek için yokuş yukarı; dönüp her şeye bakmak için de yokuş aşağı.

Running Review serisi, arkadaşlarından rutinine eşlik edecek albüm önerileri istemenle başladı. Bu deneyimi kaydetmeye ve paylaşmaya nasıl karar verdin?

Bir diğer Running Punk olan Rhodri’nin fikriydi bu. Bunun video kaydını almam gerektiğini söyledi ve benim de aklıma yattı. Şimdi çok eğlenceli bir şeye dönüştü ve daha önce kimsenin bunu yapmamış olmasına inanamıyorum. Running Review’u ben keşfettim. 21. yüzyılda keşfedecek çok fazla şey kalmadı ve en önemli olanını ben buldum!

Albüm değerlendirmelerinde “Şu an eşofmanlarımı çıkarmak istiyorum” ya da “Bu şarkıyı dinledikçe soğuk bir bira açma isteği geliyor” gibi harika tanımlamalar var. Alışılmış albüm kritiklerine nazaran çok eğlenceli bir yaklaşım. Running Review öncesinde, hayatının herhangi bir döneminde müzik hakkında yazılar yazmış mıydın?

Hayır, yazmadım. Müzik yazarlığı yapmayı düşündüm ama yazacaklarımın müziğe yeterince adaletli yaklaşmayacağını düşündüm hep. Ben dinleme deneyimini çok fazla seviyorum çünkü. Bu mantıklı bir şeyler ifade ediyor mu onu bile bilmiyorum. Yeni müzik dinlerken her zaman hareketlenen birisiyim, kâğıt üstünde hareketlenmek zor.

Kendini “daha çok albüm dinlemeyi seven” birisi olarak tanımlıyorsun. Miksteypler yerine albümlerin tamamını dinleyerek koşmayı tercih ediyorsun. Koşulara eşlikçi olarak favori albümlerin hangileri?

Herhangi bir Kendrick Lamar albümüyle koşmayı çok seviyorum. Sanırım favorim o. The Vega Bodegas’la kaydettiğim kendi albümümü de koşarken sıklıkla dinliyorum. Şarkı söyleyişime ya da gitar çalışıma bayıldığımdan değil, koşarken bana eşlik etmesini sevdiğim bir müzik olduğundan. Yeniden forma girmeye karar verdiğim süreçte en sık dinlediğim şeyler de Right Hand Left Hand, USA Nails ve Spotify’daki Turkish Psychedelic Folk çalma listesiydi. Gerçekten!

Running Punks sadece Cardiff’te değil; sosyal medya aracılığıyla tüm dünyada genişleyen bir topluluğa evrildi. Bu organizasyonun yaratım sürecinden biraz bahseder misin? Running Punks bir kolektif olarak neyi amaçlıyor?

Running Punks doğal ve şaşırtıcı bir şekilde yayıldı. Rhodri ve ben bu hareketi başlattığımızda, bu kendimiz için yapmak istediğimiz bir şeydi. Başarısının ardında internette bugünlerde tek endişesinin iyi olmak ve doğru şeyi yapmak olduğu başka bir şey bulmanın kolay olmaması var bence. Running Punks’a hangi açıdan bakarsan bak, toplumun her şeyden önce geldiğini; tüm enerjisinin de dürüst ve şefkâtli bir kaynaktan türediğini görürsün. İnsanlar internette gerçeklik görmek için deliriyor ve Running Punks’ta buna rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Running Punks’ın dünyanın dört bir yanında ilham kaynağı olarak genişlemesini umuyoruz. Her sabah uyandığımda ne kadar fazla hayata dokunduğumuz konusunda hayrete düşüyorum. Büyülü bir şey.

Web sitenizdeki “Punk of the Month” sekmesinde diğer koşuculara sorduğun bir soruyu sana sormak istiyorum: Running Punk olmak senin için ne ifade ediyor?

Benim için Running Punk olmak, mükemmel olmadığını ve hiçbir zaman mükemmel olamayacağını bilmek anlamına geliyor. Bunu kâbul etmek ve elinden gelenin en iyisi olabileceğine karar vermekle alakalı. Aynı zamanda diğer insanların senin hakkında ne düşündüğünü ya da neler söylediklerini umursamamakla alakalı. Güvenli hissetmek ve doğru insanlar tarafından desteklenmekle alakalı. Sevgiyle alakalı.

  1. Manga kültüründe bir dönüm noktası: Moto Hagio

    Shōjo mangalarının kurucu annesi Moto Hagio’nun hikâyesi, kadınların erkek egemen bir disiplinde var olabilme, toplumun onlar için biçtiği kalıplardan sıyrılabilme mücadelesini temsil ediyor.

  2. Koşarak özgürleşmek, koşarak punk dinlemek ve mükemmel olmamak: Running Punks

    Murakami 2008 tarihli kitabında iyi bir yazar olmasının her gün koşmasıyla neden bağlantılı olduğunu anlatmıştı. Bu özgürleştirici eyleme dair söyleyecekleri olan bir başka figür de koşarken punk albümü değerlendirmeleri yapan Jimmy Watkins.

  3. Özel olan özel değil, özel olan politiktir: “Her hanede bir Emine Hanım var”

    Yıllarca depoda duran eski fotoğraf albümünün yeniden başına oturmak, karikatürist Aslı Alpar'a uzun süredir atmayı arzu ettiği adımı attırdı. 2011 yılında kaybettiği anneannesi Emine Hanım'ın hayatını değersizleştirenlere inat, onun hikâyesini yaşatmak için kalemine sarıldı.

  4. Kayra ve Ege Avcı’yla “Bütün Ayazların Ortasında”

    Ege Avcı: “Hiçbir dinleyici şarkı sözlerinin yüzde yüz ne anlattığını bilmek istemez. Hele bunu sanatçı dışında birinden duymak asla istemez. O yüzden ben yalnızca işaret ettim, göstermedim.”

  5. Elvedalar ve ah, merhabalar: Tsar B’den “Unpaintable”

    Gergin ve vahşi geçirdiğini söylediği son iki yılından “Unpaintable” isimli bir EP çıkaran Tsar B ile yeni parçaları, dans tutkusu ve müzikle kurduğu ilişki üzerine.

  6. Güven bağları yeniden kurulurken: Future Islands

    Solist Sam Herring’den yeni albüm “As Long As You Are”ı ve başarıyla gelen zorlayıcı psikolojiden arkadaşlıklarına tutunarak nasıl çıktıklarını bir Zoom sohbetinde dinledik.

  7. Nova Norda, Birkan Nasuhoğlu, Canozan ve Sedef Sebüktekin’in ekosistemi: “Şarkıların Ev Hali”

    Eylül ayında Sapanca’da bir eve kapanan dörtlü, 2021’in ilk günlerinde Universal Müzik Türkiye’den yayımlanacak ortak albümlerini nasıl bir ortamda ve ruh hâlinde yarattıklarını anlatıyor.

  8. Şarkı şarkı: Y Bülbül ve “Fever” albümü

    Ölümle hesaplaşma, cırcır böceği oratoryosu, teremin çalan Teoman ve “Fever”.

  9. Feza psikolojisi başka şeye benzemez, uzayda çığlığını kimse işitmez

    Hayatta kalma mücadelesindekiler, insan ırkını kurtarmakla yükümlüler, fezayı bahane edenler, uzay yarışının ortasındakiler, bilmeceleri çözmesi gerekenler… Üç astronot adayını merkezine alan bir ofis komedisi olan “Moonbase 8”den hareketle, fezada tanıştığımız karakterler ve bu zorlu mesleğin benzersiz yükleri.

  10. Chicago Film Festivali’nden 2020 Keşifleri

    Yunanistan’ı bu seneki Oscar yarışında temsil edecek olan “Apples”, İstanbul Film Festivali’nin Filmekimi Galaları bölümüne de konuk olan “Sweat” ve takip ettiğimiz 56. Uluslararası Chicago Film Festivali’nden diğer keşifler.

  11. İnsanın kör noktası: “Nasipse Adayız”ı Ercan Kesal’dan dinledik

    Pazarlıklar, politik stratejiler, iktidar savaşları, imaj operasyonları, anket çalışmaları, bitmek bilmeyen koşuşturmacalar, göze girme çabaları, oy ve ilişki peşinde delice bir uğraş…

  12. Kaçınılmaz olarak fantastik, “Ah Gözel İstanbul”

    Alışıldık nostaljik İstanbul belgesellerine kıyasla şehri "bir tür hayal perdesi/bellek oyunu" içinden resmeden yönetmen Zeynep Dadak ile “Ah Gözel İstanbul"u konuştuk. Şehre dair klişe perspektifleri gözden geçirtmesi dileğiyle.

  13. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktörler Aylin Güngö[email protected] Sadi