Maryna Er Gorbach’ın yönettiği Klondike, her ne kadar Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden çok önceleri çekilmiş olsa da aslında 2014’ten beri süregelen bir savaşın bölge halkına olan yansımalarına dair sarsıcı bir seyir tecrübesi. Ukrayna – Rusya sınırında yaşayan ve köyü ayrılıkçı gruplar tarafından kuşatılmış olmasına rağmen evini terk etmeyi reddeden hamile bir karakteri kalbine yerleştiriyor, dünya paramparça olurken yaptığımız seçimler üzerine bir anlatıyı önümüze getiriyor.

Festival rotasındaki Sundance, Berlin ve İstanbul gibi duraklardan ödülle dönen filme dair merak ettiklerimize ışık tutarken, son sekiz yılda Ukrayna’da yaşanan trajedilerin nasıl yorumlanabileceğine dair bir yol haritası çizdi Maryna Er Gorbach.

“Filmlerimi kişisel dürtülerden yola çıkarak çekiyorum. Klondike da çaresizlik duygusu ve bu duygunun yarattığı mağduriyet hissinden filizlendi.”

Klondike, Malezya Havayolları’na ait bir uçağın bir Rus füzesi tarafından Ukrayna’nın Donbas bölgesinde vurulduğu 17 Temmuz 2014 tarihine odaklanıyor. O dönem Ukrayna askeri güçleriyle Rus yanlısı ayrılıkçılar arasında silahlı çatışmalar da gerçekleşiyordu. O dönemi nasıl tecrübe ettiniz?

Sanırım o tarihte mutluluk ve çaresizlik arasında bir yerdeydim. 2014 kışında Bağımsızlık Meydanı’nda gerçekleşen protestolar sonrasında Viktor Yanukoviç’in başında olduğu, Putin’in Ukrayna’daki siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeten Rus yanlısı rejimi toplum olarak devirmeyi başarmıştık. Ukrayna artık tam anlamıyla bağımsız ve önü açık bir ülkeydi, hepimiz umutla dolmuştuk. O dönem anne olduğumdan dolayı mutlu olmak için bir sebebim daha vardı. Öte yandan Donbas’ın işgali ve Kırım’ın ilhakı gibi gelişmelere uluslararası toplum tarafından yeterli tepki verilmiyordu. Bugün küresel ölçekte devreye sokulan ekonomik yaptırımlar, sekiz yıl önce yani Putin ordusu Kırım’a girdiğinde ve koca askeri füzeleri sınırdan geçirip Donbas’a taşıdığında uygulanmalıydı. Zira bölgedeki trajedilerin temelinde oradaki insanların Rusya tarafından silahlandırılması yatıyor. İnsanlar dünyanın her yerinde anlaşmazlığa düşebilir; ABD’de, İngiltere’de ya da Türkiye’de yerel ve uluslararası hadiselere dair fikir ayrılıkları yaşanabilir. Ancak işin içine silahlar girdiğinde boyut değişir. Hele o silahlar başka bir ülkeden getiriliyorsa bu sivil halka karşı işlenen askeri bir suçtur. 17 Temmuz 2014’teki olay da böyleydi. Haberi aldığımızda Odessa’daydık ve şok olduk.

Bu filmi yapmanızın sebeplerinden biri uzun bir sürece yayılan ve yerel bir mesele olarak unutulmaya yüz tutan bir savaşı dış dünyaya hatırlatmak olmalı. Ancak birkaç ay önce savaş kendini çok daha büyük bir ölçekte hatırlattı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sinema her zaman dünyadaki felaketlere dair ne yapabileceği sorusunu sormalı. Filmlerimi kişisel dürtülerden yola çıkarak çekiyorum. Klondike da çaresizlik duygusu ve bu duygunun yarattığı mağduriyet hissinden filizlendi. 17 Temmuz’daki felaketin Avrupa için bir şok teşkil etmediğini idrak ettiğim anı anımsıyorum. Eğer öyle olsaydı adalet sistemi ve mahkemeler devreye girer ve suçluyu açığa çıkarırdı. Oysa sürecin sona ermeyeceği aşikardı. Füzelere sahip olanlar hep haklı, duygulara sahip olanlar hep kurbandır. Bu düşünceyle nasıl başa çıkacağımı düşünürken kendi hislerimi seyirciyle paylaşmaya karar verdim. Seyircilerin de o hisleri tecrübe etmesini istedim. Bu sene başında Sundance’deki gösterim sonrasında izleyicilerden biri Ukrayna’da bir savaş olduğundan haberlerinin dahi olmadığını söyledi. Benim için sarsıcı bir andı çünkü dünyanın olan bitenlere tepkisi işte bu kadar cılızdı. Rus medyasının etkisinde olan uluslararası toplum, 2014’te Ukrayna sınırında yaşananları yerel bir gerilim olarak algıladı. Örneğin siz de az önceki sorunuzda “Rus yanlısı ayrılıkçılar” tabirini kullandınız. Ukrayna’da Rusya’ya katılmak isteyen insanlar olduğu fikri de Rus propagandasının bir parçası. Hayattan hakkını alamayan insanlar her yerde bir başkası olmak, statülerini yükseltmek ister. Maalesef bugün bunun en kestirme yolu bir silah sahibi olmak. 

Geçtiğimiz şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları başladığında Kyiv’de miydiniz? Neler yaşadınız?

Sundance esnasında ve Berlinale öncesinde Kyiv’deydim. İnsanların tepkilerini gözlemleme şansım oldu, bazı komik şeyler de yaşandı. Mesela annemin bir komşusunun diş problemi vardı ve doktora gidip gitmemeye karar veremiyordu. Çünkü doktora giderse ve o esnada savaş başlarsa tedavisi yarım kalabilir ve eskisinden daha fazla ağrı çekebilirdi. İnsanların savaşa yaklaşımı böyle gündelik bir düzlemdeydi. Ama dürüst olmak gerekirse uzmanların ya da Ukrayna halkının ancak çok küçük bir kısmı Rusya’nın şehirlerimizi bombalayabileceğini düşünüyordu. Rus tanklarının ve askeri birliklerinin doğu sınırından girip ilerlemesine, bir kara savaşına hazırlıklıydık ancak bir hava saldırısını ciddi bir tehlike olarak görmüyorduk.

“…savaş karşıtı bir film yapmak aynı zamanda tüm o füzelerden ve militarizmden daha kuvvetli bir şeyi ortaya çıkartmayı gerektiriyor.”

Irka’yı, eşi Tolik ve erkek kardeşi Yaryk’i birer fail ya da kurban olarak çizmekten kaçınıyorsunuz. Bu karakterleri nasıl şekillendirdiniz?

Bence bir tarafta üretmeyi, insani değerleri kucaklamayı ve hayatlarını olabildiğince güzelliklerle dolu bir şekilde yaşamak isteyen insanlar var. Irka, Tolik ve Yaryk de bu tür insanlar. Irka ve Tolik bir bebek bekliyor ve evlerini yeniden inşa etmeye çalışıyor. Tek istedikleri yaşamak, günlük hayata dair basit şeylerden mutlu olmak. Dünyanın her yerinde aynı güdüleri paylaşan kişiler ve aileler mevcut. Diğer tarafta ise güzelliklerden ve erdemlerden tatmin olmayanlar var. Üretemeyen ve ürettiklerinden tatmin almayan kişiler eninde sonunda muhribe dönüşecektir. Bunu şu an Rus propaganda televizyonlarında da görüyoruz; insanların ruhlarını mahvetmeye, insaniyetlerini yok etmeye çalışıyorlar. Filmde yuvasını inşa etmeye çalışan bir aile görüyoruz, bu yuva askerlerin tehdidi altında. Sınırın öte tarafından gelen bu tehdit tüm insani değerleri de yok edecek.

Bir savaş bölgesinin ortasında kalmış karakterlere odaklanan Klondike siyasi ve kişisel ikilemleri iç içe geçiriyor. Savaşın öyküsünü bu şekilde anlatmaya nasıl karar verdiniz?

Irka, kardeşi Yaryk’i yıllardır gözeten ve koruyan tek kişi, onun için bir anne sembolü. Tolik için ise hayatının kadını, yaşamdaki en büyük başarısı. Yaryk ablasının yanında başka bir erkek görmek istemiyor. Tolik ise eşinin hayatındaki tek erkek olmak istiyor. Aralarındaki çatışma insani ilişkiler üzerinden ortaya çıkıyor. Siyasi meseleler ve anlatılar da bazen hâlihazırda ailenin içinde var olan çekişmelerin bir dışavurumu olarak ifade edilebiliyor. Filmin final sahnesine baktığınızda Yaryk ve Tolik’in aslında birbirlerine düşman olmadığını görmek mümkün. İkisinin ortak bir düşmanı var ve esas sorun aralarındaki iletişim. Ailenin içindeki iletişim o kadar kötü ki ortak düşmanlarına karşı beraber hareket etme şansları bulunmuyor.

Irka’nın öncelikli çabası evi bir arada tutmakken erkekler tüm canlı hayatını yok etmeye yönelik eylemlerde bulunuyor. Toplumsal cinsiyetin filmdeki rolü nedir?

Klondike savaş karşıtı bir film olmanın yanı sıra paralı askerler dâhil olmak üzere tüm karakterlerin içgüdülerine odaklanan bir film. Herkes hayatta kalma güdüsüyle hareket ediyor. Irka’nın hamile olması, karnındaki bebeği koruma dürtüsü, kadınlık doğası ve bedeni onu olabildiğince güçlü olmaya itiyor. Irka’yı canlandıracak oyuncuyu (Oksana Cherkashyna) ararken de filmin sonunda tüm dünyadan daha güçlü görünebilecek birini bulmak benim için çok önemliydi. Zira savaş karşıtı bir film yapmak aynı zamanda tüm o füzelerden ve militarizmden daha kuvvetli bir şeyi ortaya çıkartmayı gerektiriyor.

“Bir buçuk saat boyunca bu karakterleri takip eden birinin, şubat ayından beri izlediğihaberlerin arkasındaki gerçekle hissel bir düzlemde bağ kurabileceğini umuyorum.”

Bu film için hazırlık yaparken savaş filmleri izlediniz mi? Eğer izlediyseniz bunlar yönetmen olarak tercihlerinizi ne şekilde etkiledi?

Savaş karşıtı bir film yaparken savaşın kendisini ön plana çıkarmaktan imtina ettim. Savaş, acı ve ölümden ziyade barış ve yaşamdan ilham alan bir yönetmenim. Farklı kültürler, dinler ve bakış açılarına sahip insanlar olarak ortak yanlarımızı keşfedebileceğimize, birbirimizle saygı çerçevesinde iletişim kurabileceğimize inanıyorum. Ancak maalesef dünya her zaman böyle bir yer değil. Ukraynalı kadın yönetmen Kira Muratova’nın bir cümlesi çok sembolik: “Bu dünyaya sıfır veriyorum”. Ben sıfır vermezdim ama elbette savaş ve şiddetin bizzat bir eğlence öğesi olduğu bir dünyada yaşadığımızı da görüyorum. Bu yüzden şiddeti yücelten bir film yapmaktan kaçındım.

İstanbul Film Festivali dışında Berlinale, Sundance ve Seattle gibi festivallerden ödüllerle döndünüz. Nasıl tepkilerle karşılaştınız?

Filme dair ilk yazılarda resmedilen olayların ne kadar şok edici olduğundan bahsedildiğini anımsıyorum. Akabinde Rusya, Ukrayna’ya saldırdı ve biz de filmi dünyanın birçok şehrinde göstermeye başladık. İsviçre’deki Fribourg Festivali’nde izleyiciler arasında dört çocuk annesi bir Ukraynalı mülteci vardı. Kendisi bir senarist ve üniversiteden tanışıyoruz. Gösterime katılacağımı duyunca salona gelmiş. Ukraynalıların sesini duyurmak benim için çok önemli ve tüm gösterimlerde güçlü bir şekilde tam da olmam gerektiğim yerde olduğumu hissettim. Bütün bu insanların düşünce ve hislerine tercüman olabilir, uluslararası toplumun Ukraynalıların yaşadıklarıyla ilişki kurmasına katkıda bulunabilirim. Haberlerle filmlerin arasındaki en önemli fark, filmlerin izleyicilere haberlerin perde arkasında neler olduğuna ışık tutabilmesi. Klondike’ı izleyen biri gördüğü karakterlerin kişisel öykülerini; Irka, Tolik ve Yaryk’in birer istatistikten ibaret olmadığını anımsayabilir. Binlerce kişi hayatını kaybetti, bu akıl almaz bir vahşet ve trajedi. Bu film ise insanları mütevazı bir ailenin arzularına, düşlerine ve kaderine tanıklık ettiriyor. Bir buçuk saat boyunca bu karakterleri takip eden birinin, şubat ayından beri izlediği haberlerin arkasındaki gerçekle hissel bir düzlemde bağ kurabileceğini umuyorum. Başka bir ülkede yaşayan birinin Ukrayna’daki savaşı zaman içerisinde daha az takip etmesi normal. Sürekli Ukrayna’ya dair haberler okumak benim için bile zor ve yaralayıcı bir durum. Haberler bir katarsis sunmayabilir. Filmler tam da bu noktada devreye girip oradaki insanların yardım isteklerini duyurmaya aracı olabilir.

Klondike ölüm ve doğumla bitiyor. Yaşanan tüm bu yıkımın içinden olumlu bir şeyler doğabileceğine dair umut taşıyor musunuz? Geleceğe dair nasıl bir tasavvurunuz var?

Bu sorunun yanıtını gerçekten bilmiyorum. O kadar fazla elem ve keder var ki… İnsanlar ıstırap içinde ve her şey uluslararası toplumun adaletsizliğe nasıl tepki vereceğine bağlanıyor. Bu kadar çok kan akarken geleceğe dair bir cümle kurmak çok zor. Sadece kendi adıma yeterince yaratıcılık ve sağduyu sahibi olmayı, acı çeken insanlar için filmler üretmeye devam edebilecek kadar güçlü durabilmeyi umuyorum. Filmler belki güzellikleri hayatlarımıza geri getirebilir. Maalesef bunun dışında bir cevabım yok.

Deşifre: Eftelya Koyuncu

  1. Zezeah ve ölümün bitmeyen olasılıkları

    Big Baboli Printhouse’un kurucularından Zezeah ile bir ölüm sonrası ölüm tasviri sunan ilk solo sergisi All Will Fall / Hepsi Düşecek’i ve ardındakileri konuştuk.

  2. Süreğen kriz ortamında yayıncılık: Tespitler, hayaller, gerçekler, küçük ölçekler ve dirayet

    Bağımsız yayıncıları “kırıp döken” koşulların bugününe nasıl gelindiğine dair yerinde tespit ve tahliller toplamak, yayıncılığın farklı kollarına emek verenleri dinlemek için yola çıktık.

  3. Editors şimdi de yedi dakikalık kapkaranlık şarkılar yapmak istiyor

    Benjamin John Power takviyesiyle sahalara dönen Editors’ın geçirdiği son dönüşümü, gitarist Justin Lockey ile masaya yatırdık.

  4. A Yüzü B Yüzü: Euphoria & Heartstopper

    Birçok açıdan ortaklaşsalar da seyircilerine bambaşka dünyalardan seslenen, hatta birbirlerinin “antitezi” olarak nitelendirilen iki fenomen dizi.

  5. Sevgili mektuplar, mektuplaşmalar, mektuplarcalar

    Shirley Jackson'dan Allen Ginsberg’e, James Baldwin'den Italo Calvino'ya, mektuplaşma kitaplarının fısıldayan dünyasına dalıyoruz.

  6. Voltran üç kişiyle de oluşur: Lalalar

    Bi’ Cinnete Bakar, sonsuz güven, ortak hisler ve (belki) doom pop. Lalalar’la duygu seline hoş geldiniz.

  7. Bağımsız müzik sahnesinde yeni patikalar, yeni pratikler

    Sirän, Bağımsız Müzik Yapımcıları Derneği, Noirgazer, Sesseda ve Kültür Emeği’ne kulak verin.

  8. Lucasfilm’in imkânsızı mümkün kılan sihirbazları

    Star Wars filmlerinin senaristlerinden Lawrence Kasdan ile Dennis Muren, Phil Tippett ve Janet Lewin’e bağlandık. Serinin çığır açan görsel efektlerini ve Light & Magic belgeselini dinledik.

  9. Müstehcenlik üzerine bir deneme: Kaçık Porno

    Radu Jude ile “zamanın ruhunu provoke eden”, 71. Berlin Film Festivali'nden büyük ödülle dönen, oyunbaz ve hınzır son filmi Babardeala cu bucluc sau porno balamuc üzerine.

  10. Görmüş Geçirmiş Kaptan 88’in yapı taşları

    Boyutlar arası bir kesişim kümesi olan bilinci, zamansızlığı ve melankolisiyle Kaptan 88 ve açtığı kapılar.

  11. Arayüzdeki diri çizgiler: Ryoichi Kurokawa’nın ağırbaşlı medya sanatı

    Ryoichi Kurokawa, imgelerin farklı dinamiklerini konuşmayı mümkün kılan ağırbaşlı medya sanatının ardındakileri anlatıyor.

  12. Egemen kadrajın dışındakiler: Aşağıdakiler de yukarıyı gözetliyor

    Altyazı Fasikül ekibinden Senem Aytaç, Fırat Yücel ve Yetkin Nural’la Aşağıdan Yukarıya’nın yolculuğu, kapsamına aldığı meseleler ve ortaya çıkan üretimlerin zihnimizde canlandırdıkları üzerine bir sohbete koyulduk.

  13. Cem Kaya ile Aşk, Mark ve Ölüm üzerine

    “Gurbetteki insan hasret duyduğu şeyin bir versiyonunu yaratıyor ama bir değişim de var. Benim ilgimi çeken şey de tam olarak bu.” 72. Berlinale’den seyirci ödülüyle ayrılan belgeselini Cem Kaya anlatıyor.

  14. Tahribat zamanları ve normalleştirilenler: Ali Kemal Çınar’dan Geceden Önce

    Söz, Beriya Şevê / Geceden Önce’nin yönetmeni Ali Kemal Çınar’da: “Birtakım dertleri mizahla yumuşatacak hâlim kalmamıştı."

  15. Kolektivizme inanın: Kulağımız sinema topluluklarında

    Standart - ticari dağıtım ağına alternatif bir sinema kültürü geliştirmeyi hedeflemiş, farklı şehirlerde konumlanan toplulukların deneyimleri, görüşleri, çözüm önerileri…

  16. Belirsizliğin gerilimi, mutluluğun çelişkisi: Anadol ve Felicita

    Son Anadol güzelliği Felicita’nın his haritasını çıkardık. Şarkıların perde arkasını da bizzat Gözen Atila anlatıyor.

  17. Aklımdakiler: Mode XL

    Yeni bir Mode XL çağının başladığına işaret eden teklilerin ardından VEYasin ve Besta’ya yeni nesil hip hop sahnesinden sorular var.

  18. Ergenlik yılları: Belle and Sebastian'dan Dave McGowan'a sorduk

    Belle and Sebastian’ın nostalji dalgasına kendimizi kaptırdık. Zaman makinemizi 80’lere gönderiyoruz, 3-2-1…

  19. Bu dünyaya sıfır verenler: Klondike

    Berlin, Sundance ve İstanbul Film Festivalleri’nden ödüllü Klondike’ın Ukraynalı yönetmeni Maryna Er Gorbach ile bir soru - cevap seansı.

  20. Bağımsızda bir umut aramaya devam: Armağan Lale ve Ceylan Özgün Özçelik sohbeti

    Yeni belgeselleri 15+, güncel çalışmaları, Türkiye’deki dijital platformların sürdürülebilir olmayan proje seçim pratikleri ve çok daha fazlasına uzanan bir sohbet!

  21. Bir nevi helalleşme: Nazlı Elif Durlu ve Ziya Demirel sohbeti

    Ela ile Hilmi ve Ali’nin yönetmeni Ziya Demirel’le Zuhal’in yönetmeni Nazlı Elif Durlu, “Kişiyi çektiği filmden tanımak mümkün mü?” sorusuna ve çok daha fazlasına cevap arıyor.

  22. Melis Danişmend’in dört mevsimi: Büyüyemeyenler

    Yıkımların neşeyle buluştuğu kavuşmalara yol alan bu ilk kitap üzerine içten bir sohbet etme ihtiyacı hasıl oldu.

  23. Kendin olamamanın adaletsizliği: Çilingir Sofrası

    “Çilingir Sofrası”nın yönetmeni Ali Kemal Güven ile toksik maskülenliğin bıraktığı izler, başka kuşakların kuiri olmak, rakının dürüstlüğe iten doğası ve daha fazlasını kapsayan bir muhabbet.

  24. Jeyan Kader Gülşen ve Zekiye Kaçak ile Bu Ben Değilim'in yapım süreci

    Cinsel yönelimini gizlemek durumunda kalmış, muhafazakâr aile çevrelerinde heteroseksüel erkek sanılan, hatta aile babası olan gizli gaylerin hikâyesi…

  25. AySay ve su gibi akan sesler

    Nordik, Kürt ve Türk kültürlerine dokunan AySay şarkılarının ardında neler yatıyor?

  26. Hassas bir zamandan Spoon şarkıları

    Yılın ilk yarısının dikkat çeken albümlerinden Lucifer on the Sofa’yı konuşmak üzere, Spoon gitaristi Alex Fischel’a bağlandık.

  27. Zerre olma hissiyatı: Yaratıcıları Koudelka belgeselini anlatıyor

    Magnum Photos üyesi fotoğrafçı Josef Koudelka’ya odaklanan Koudelka - Aynı Nehirden Geçmek belgeselini, yönetmeni Coşkun Aşar ile senarist ve kurgucusu Ayhan Hacıfazlıoğlu’ndan dinledik.

  28. Künye

    ...