Evrensel bir dil olarak dans: Disco Boy

Yazı: Biçem Kaya

42. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğimiz, Giacomo Abbruzzese’nin ilk kurgu uzun metrajı olan Disco Boy farklı dünyaları kesiştiriyor, aykırı uçlar arasında yakaladığı benzerlikler üzerinden trajik bir kimlik arayışı öyküsü anlatıyor.

Bu yazı, Disco Boy filmi henüz izlememiş olanlar için kimi sürprizleri bozabilir.

Film, Belaruslu Alexei’nin (Franz Rogowski) illegal bir şekilde Polonya’dan sınırı aşıp, 1800’lü yılların ilk yarısında kurulmuş olan ve varlığını hâlâ sürdüren Fransız Yabancı Lejyonu’na katılma sürecini ve devamındakileri aktarıyor. Çıktığı askerî görevlerden biri onu Nijerya’ya taşıyor. Alexei’nin ya da yeni edindiği Fransız ismiyle Alex’in burada Nijer Deltası Kurtuluş Hareketi’nin (MEND) filmdeki kurgusal lideri Jomo (Morr Ndiaye) ile yollarının kesişmesine tanıklık ediyoruz. MEND ise bilindiği üzere, geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde farklı örgütlerin birlikteliğiyle kurulan, ülkedeki petrol sömürüsüne karşı gerilla savaşı veren, merkezi olmayan bir örgüt.

Hâliyle ekoloji savaşı, kolonyalizm, militarizm türünden konulara vurgu yapan bir hikâye var karşımızda. Farklı dünyaların kesişimi de bu anlamda alakasız olanların bir araya gelişi olarak değil; evrensel ortaklıklar üzerinden anlam buluyor. Bu noktada filmdeki etkileyici dans sahnelerine parantez açmak gerek.

Abbruzzese‘nin 10 yıla yayılan uzun bir zaman diliminde seyirciyle buluşturabildiği filmin çıkış noktası, gece kulübünde tanıştığı, eskiden asker olan bir dansçıyla yaşadığı diyalog. Bu kişi kendi deneyimi üzerinden yönetmene dans etmeye içkin disiplin, mental ve bedensel zorlukların askerlikle olan kimi benzerliklerinden söz etmiş. Evrensel bir dil olarak dans etmek eylemi, karakterleri aynı düzlemde birleştiriyor.

Dil konusuna da bir parantez açalım: Oyuncuların hiçbiri, canlandırdıkları karakterin ana diline hâkim değil. Bu seçimin 10 yıldan uzun bir zamandır Fransa’da yaşayan bir İtalyan olan Abbruzzese’nin bilinçli bir tercihi olduğunu belirtmek gerekli. Çünkü yönetmene göre azınlıklar ikinci bir dili sahiplenebilir, avangart edebiyatı azınlıklara borçlu olmamız da bunun bir göstergesidir.

Yönetmen, belgesel filmleri geçmişinden gelen bir refleksle olsa gerek, karşı saflarda yer alan iki askeri Alex ve Jomo’nun çatışmasını bizlere anlatırken, ne kendisi taraf tutuyor ne de seyirciye taraf tutması için kurgusal nedenler sunuyor. İki karakteri birbirine kırdıran dünyanın, şiddet eylemiyle nasıl yaralandığını aktarıyor. Vahşetin zirve yaptığı sahneler termal kamera görüntüleriyle önümüze getiriliyor. Görme ve algılama biçiminde keskin değişime sebep veren bu görsel tercih, şiddeti farklı boyutuyla gözler önüne sermekte.

Filmin etkileyici sinematografi çalışmasının da altı çizilmeli. Hélène Louvart, farklı coğrafyalar ve mekânlardaki ışığı ve rengi yakalayıp titiz bir çalışma ortaya koymuş. Filmde sabit veya hâkim bir ışık ya da ton yok. Bu görsel çalışmasına dair yaklaşımı sorulduğunda Louvart “Eğer Polonya’daysanız ve bir otobüsün içinde çekim yapılıyorsa ışık ona göre olmalıdır, bir gece kulübündeki çekimlere geldiğinizde ise her şeyi baştan kurgulamanız gerekir.” şeklinde açıklıyor.

Disco Boy, aidiyet konusunun çok farklı katmanlardaki karşılıklarını arıyor, seyirciye sunuyor. Ekolojik hasarın sömürgecilik faaliyetleriyle ilişkisinden söz ettiği ve doğaya açılan yaraları gösterdiği sahneler ise âdeta Edward Burtynsky’nin Antropocene serisinden fırlamış gibi. Bir yanda Abbruzzese’nin belgesel yapımlarından gelme reflekslerin filmdeki etkileyici yankısıyla…