Sınırda bir yuva arayışı: displaced

Yazı: Deniz Dursun - Fotoğraf: Tara Demircioğlu

Proje tasarımını Özge Ayşegül Fişenk’in, proje danışmanlığını ise Ozan Ömer Akgül’ün üstlendiği, Ertürk Erkek’in yönettiği displaced, William Saroyan’ın İnsanlık Komedisi’ndeki bir pasajdan hareketle oluşturulmuş. Ezgi Adanç ve Ertürk Erkek’in performansıyla sahnelenen oyun, 1 Aralık’ta ikinci temsiliyle Karşı Sanat Çalışmaları’ndaydı. 24 Aralık’ta yine Karşı Sanat Çalışmaları’nda izlenebilir.

Konu nedir?

İki göçmenin Rusya ile Norveç arasındaki sınırdan ruhsatsız kullanılabilen tek araç olan bisikletle geçme deneyimleri.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Oyunda mevzu bahis olan Storskog Sınırı, Rusya ile Norveç arasındaki tek yasal kara sınırı. Deniz yolculuğunun ölümcül olabilecek etkilerinden kaçmak isteyen pek çok göçmen, yürüyerek geçmenin yasak olduğu bu sınırdan pedal çevirerek geçiyor. Storskog Sınırı’ndan geçmeye çalışan göçmenlerin önemli bir kısmı Afganistan’dan, Lübnan’dan ve Suriye’den geliyor.

İlk intiba?

İşin, alışkın olduğumuz sahneleme biçimi dışında, esasen sergi alanı olan bir mekânda gerçekleşmesi etkileyici. Performansçıların her hareketinde hem bir sonraki hamlenin ne olacağını tahmin ettim hem de merak duygum kamçılandı.

En çok neyi sevdin?

Performansın gerçek bir sınırdan, gerçek bir sınır geçme deneyiminden ve bu deneyimde kritik bir rolü olan bir araçtan hareketle bu gerçeklikleri yeniden yaratıp bozarak oluşturulmuş olmasını. Bisikletin sanki üçüncü bir kol / bacakmış gibi kuvvetli ve hem zorunlu hem de özgürleştirici bir oyuncak olarak varlığını. Performansa eşlik eden seslerin iki dilde oluşunu ve bunun yerli ve evrensel olanla kurduğu ilişkiyi.

En çok hangi âna yükseldin? 

Performansçıların birbiriyle olan bağlarından / iplerinden çözüldükten sonra kendi bağlarıyla kaldıkları âna.

Ambiyans / ortam / mekân / kurgu / dekor için neler söyleyebilirsin?

Bir bisiklet, bisikletin ışığı, bisiklete bağlı bir bavul, bavulun içinde tuğlalar ve birbirine bağlı iplerle yer yer bisikletin üstünde, yer yer zeminle temas ederek sınırı geçmeye çalışan iki göçmen… Performans, bir sergi mekânında sahneleniyor. Mekân, aslında bir alternatifin peşinde, alışılagelmiş sahneleme biçimlerinin tahakkümü altına girmekten kaçınarak tercih edilmiş. Oyuna, duvara yansıtılmış bir slayt ve performansın ritmiyle de oynayan, Tara Demircioğlu’yla Yeğya Akgün’ün iki ayrı dilde, Ermenice ve İngilizce seslendirdiği bir metin eşlik ediyor. 

Oyun, modunu nasıl etkiledi?

Değindiği meselenin açtığı soru işaretlerine ek olarak, performansın sahnelendiği mekânın da duygu durumumu etkilediğini fark ettim sonradan. İstiklal Caddesi’nin göbeğinde bir bina, binanın içinde bir sergi alanı ve bu alanda bir araya gelmiş farklı farklı insanlar… Hepimiz, geçmişlerimizden getirdiklerimizle oradayız ve aynı anda farklı kabukların altında, hem tanıdık hem yabancı olmayı deneyimliyoruz. Hissettiğim buydu.

Oyunculuk için neler söyleyebilirsin?

Aralarındaki ilişkinin türünü açık etmeden, mesafe ve yakınlık dengesini tutturarak devinmelerini, dış seslerin / etkenlerin onlarda yarattığı hissi yansıtma biçimlerini çok sevdim. 

Kimler sever? 

Seyir esnasında ve sonrasında zihninde açılan patikalarda yürümeyi sevenler, net cevapları olmayan soruların peşine düşenler, insanın evinin neresi olduğunu merak edenler ve bunun eylemsel / bedensel karşılığıyla ilgilenenler.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar 

Performans, dilde ve kültürde egemen olanın coğrafyadaki izlerine ilişkin sunduğu perspektifle hem yerinden edilene hem de cinsiyet meselesine dair tartışmalar açıyor. İnsanın gittiği her yere geldiği yerden, kendinden bir parça götürdüğü fikri kafamda uzun zamandır dolanırken; performanstan sonra buna, yüklerimizin bize yer yer cesaret etme, adım atma gücü verebileceği, yer yer de korku ve endişeye sebep olabileceği fikri eklendi. Aynı zamanda insanın kendisiyle ve ötekiyle kurduğu ilişkiyi de seyrettiğimiz bu iş, eril ve egemen olanın ortaklığını, disiplinlerarası sanat yoluyla bir göç etme hikâyesi üzerinden düşünme imkânı tanıyor.