Dünyadan kaçarken bedene sıkışmak: Kendimi Paketledim
Serkan Çalışkan’ın otobiyografik bir kurgu ile oluşturduğu ve 7 Nisan’da Bant Mag Havuz’da açılacak olan yeni sergisi Kendimi Paketledim , “kimlik, aidiyet, resmiyet, temsiliyet” gibi kavramlardan kaçarken, bu kaçışı kendi bedenine saklanarak gerçekleştirmek üzerine düşünüyor ve günümüz dünyasında olup bitenlere karşı varoluşsal bir felç geçiren herkesin sıkıştığı kutular içinde dönüştüğü halleri arıyor.
biriken kolektifinden tanıdığımız Melis Tezkan ve Okan Urun, eski dostları Serkan Çalışkan ile yeni sergisi üzerine sohbete oturdular. Serginin odak noktası olarak otosansür, atölye ve ritüelleri, akademi ve sanat gibi konulardan dem vurulan bu öz ve samimi diyalog için aşağı doğru buyrun.
Melis: Serkan, biz seni bildik bileli resim yapıyorsun. Uzun zaman oldu. Peki ne zaman başladın? Seni resim yapmaya iten neydi? Ve birincil mecranın resim olduğunu söyleyebilir misin?
Serkan: Uzun zamandır resim yapıyorum ve birincil mecram resim diyebilirim. Resim yapmaya gelince de, sanırım bir tür günlük tutma ihtiyacı ile başladı. Yazmak yerine, çizerek bir şeyleri kaydediyordum. Hep olan bir şeydi diyebilirim.
M: Yaş kaçtı mesela, hatırlıyor musun?
S: Ortaokuldaydım.
Okan: Bana da bir keresinde defter hediye etmiştin. Belli aralıklarla çizimlerin vardı. Her şeyi mi kaydediyordun ve de sana eşlik eden bir figür var mıydı?
S: Her şeyi birebir çizmek gibi değildi aslında bu çizimler. Daha çok kendime notlar gibiydi. Yaşadığım bir olay, duyduğum bir söz. Bazen yanına kelimeler de ekliyordum. Dışarıdan bir göz o defterlere baktığında tam olarak ne düşünür bilmiyorum. Belki bir çöp yığını görebilir ama defterler benim için hâlâ önemli.
M: Sana eşlik eden figürler hep var mıydı peki? Yoksa figürler dışında şeyleri de resmettin mi bazen?
S: Bana eşlik eden figürler var evet. Çoğu zaman o figür benim. Biçimler, renkler veya yazılanlar değişse de, aslında hep kendimi resimliyordum.
O: Hep merak ettiğim bir şey vardır. Atölye nasıl bir yerdir? Ne yapar orada ressam? Alışkanlıkları var mıdır? Sevdiği bir yer midir?
M: Bu soruya bir de çalışma ritüelini ekleyelim. Çalışmaya başlamadan önce “bunu yapmadan bir işe başlayamıyorum” dediğin etaplar var mı?
S: Ben ev-atölye ortak bir alanda yaşıyorum, senin hayal ettiğin gibi egzotik bir ortam değil. Çalışmaya ayırdığım alanda teknik ekipmanlar haricinde hiçbir obje veya başka bir şey olsun istemiyorum. Bununla beraber, atölye olarak kullandığım alan aslında sadece uygulama bölgesi, teknik bir yer. Tüm gün zihnimde dolaşan şeyler, orada uygulanıyor; bazen çöpe gidiyor, bazen dönüşüyor. Bazen çalışmaktan kaçmak istediğimde ev temizliği, “şu son kahveyi de içeyim öyle başlarım” gibi oyalanmalar haricinde bir ritüel yok. Zaten aynı zamanda çalışıyorum ve okul çok yoğun. Kalan zamanı da resme ayırıyorum.
M: Ritüel olarak kendini kesip biçiyor musun, aslında onu merak etmiştim. Resimlerinde kendine karşı biraz acımasızsın, hayatta da bazen öyle sanki. Bu biraz da dışarıdakilere karşı bir tavır mı yoksa?
S: Çok zor bir soru bu Melis. Ama resimlerdeki ben veya diğerleri, gerçek hayattan çok farklı değiller aslında.
M: Sanırım bu kadarı yeterli.
O: Bir de okul var, dediğin yerden devam edeyim ben. Üniversitede öğretim görevlisisin ve en son doktoranı da verdin diye biliyorum. Bu akademik hayat nasıl gidiyor? Etkileşiyor mu işlerinle?
S: Evet, en son Marmara Üniversitesi’nde sanatta yeterlik bitti. Tez aşamasında yaklaşık iki yıl resim yapmadım. İkisi birbirinden çok farklı çünkü. Tez yazarken dünyadaki her şey tezle ilgiliymiş gibi geliyor, sürekli okuyorsun, bağlantılar kuruyorsun. Tez sonrasında, yavaş yavaş normale döndüğümde, resimlere ve düşüncelerime çok şey kattığını fark ettim. Ve benim tezimden ve hocalarımdan bağımsız, genel anlamda Türkiye’de akademik hayat ve sanat çok zıt noktalarda duruyor diye düşünüyorum.
Söyleşinin tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:62’ye ulaşabilirsiniz.