Duygudurum: Paptircem - Büyüklere Ninniler

Yazı: İlayda Güler

Geceleri uyku vakti gelince çoğumuz; belki karanlıktan, belki yalnız kalmaktan korkardık çocukken. Bizi rahatlatacak, güven verecek yumuşacık bir sesten güzel sözler duymak, onunla rüyalara uğurlanmak ne iyi gelirdi. Kulağına ninni fısıldanmış biri hiç unutmaz onun içindeki sevgiyi. Peki büyüyünce ne değişti? Küçükken çok meraklı olduğumuz yetişkinlik kaçımıza beklediğini verdi? Bazen her şey çok karışık değil mi? 

Paptircem’in gözüne uyku girmeyenlere adadığı ilk albümü Büyüklere Ninniler, 23 Şubat itibarıyla dinlemeye açıldı. Prodüksiyonu Kaan Arslan imzalı koleksiyon, Paptircem’in 28 yıllık yaşamına ek, bir dağ evinde geçirilen bir haftanın mahsulü. Küçük bir Sena gördüğümüz harika kapak illüstrasyonu Günseli Sepici’ye ait; şarkılara eşlik eden çocuk kitabı âdeta bir göz şenliği. Sahnedekiler ve seyirciler dâhil olmak üzere herkesin pijamalarıyla arzıendam edeceği lansman konseri ise 14 Mart’ta Dorock XL Fitaş’ta gerçekleşecek. Biletler burada

Paptircem’in deyimiyle kendiyle bir türlü el sıkışamamış herkesin albümü Büyüklere Ninniler’in his haritasını çıkardık.

Sade bir piyano eşliği, yatıştırıcı bir melodi ve büyümüş de büyüklerin hakkını arar olmuş bir kız çocuğunda bulduğumuz o yumuşacık ses… “Uyu bebeğim.” türevi cümlelerin yerini “Niye yazılmaz büyüklere ninniler?” alıyor bu kez. Albümle aynı adı taşıyan bu duru girizgâhın sorusuna, onu takip eden yedi şarkıyla yanıt veriyor Paptircem. 

Vals ritminin vuruşları hızlanıyor, gitarlar iki koldan desteğe geliyor; büyüdükçe hangisini anlayacağımızı şaşırdığımız o his kalabalığı, vokal armonileri suretinde etrafımızı sarıyor. El ele tutuşmuş iki kişi. Farklı zamanlara ait olsalar da aslında ikisi de aynı kişi; birini Paptircem, öbürünü nefis yorumuyla Deniz Tekin seslendiriyor. Çocukluğunuzu bugünkü siz hakkında “Ah başını biri okşasa, kandırıp kandırıp durmasa bir daha.” derken, sizin için güzel dilekler tutarken görseniz ne yapardınız? “Çizelim Biri”, çocuk hâlimizle beraber bir kâğıdın başına oturup, kendimizle en baştan tanışmanın verdiği coşku hakkında bir parça. Geride kalan bütün “ben”lerle birlikte aynı çatıya sığdırabilince kendimizi, bir de bakıyoruz ki “korkularımız bırakmış peşimizi.” Öyleyse boşverelim ıslansın, tutmayalım gözlerimizi.

Güneş açtıran gitar yürüyüşü ve sevimli koro partisyonlarına sırtınızı yaslayın, zira gerçek bir yaşamı, Paptircem’in dedeciğini pek içten, dokunaklı sözlerle hikâye eden; âni bir Teoman dizesiyle gafil avlayıveren “Kaptan”da konumuz derin. Arabanın arka koltuğunda oturmuş, başını dayadığı camın dışındaki ayçiçeklerini izleye izleye radyoda çalan şarkıyı söyleyen, birkaç saat sonra ulaşacağı denizden hiç çıkmadan yüzmenin hayallerini kuran çocuklar anlar onun dilinden; bir de daha o yaştayken, hayatında iz bırakmış bir sevdiğini kaybetmiş olanlar. Özlem insana neler yaptırır? En iyi yanıtlardan biri: Böyle bir şarkı yazdırır mesela. Böyle bir şarkıyla başkalarını da hem acıtıp hem gülümsetebilir ya da. Hepimizin gidenlerden kalan yadigârları var, bazen kimsenin bilmediği. Madem öğrendik, martı sesi duyunca beyaz kayıklı kaptana artık biz de selam ederiz belki.

Yetişkinliğin sınırlarına girip girip çıktığımız, savrulduğumuz; korkusuzca değil, korka korka kaybolduğumuz; rahatlayacağımız konusunda herkesin hemfikir olduğu 30’ları merak ederken, gençliğimizi de koruma isteği duyduğumuz o yaşlara geliyor sıra. “Kaybettim Yirmilerimde”; bir türlü doğrultamadığımız aşklar, arkadaşlıklar, maruz kaldığımız türlü haksızlıkların ardından bakıp, dünyanın hiç de adil bir yer olmadığını anlamakla hasıl olan devasa hayal kırıklığını belgeliyor. Yirmilerin duygusal çatışmasını taşıyan narin arpejler ve hoyrat gitar ritimleriyle devinirken, bir sarmaşık edasındaki vokal armonilerini yeniden hatırlıyor ve başa dönüyoruz: Hani büyümek güzel bir şeydi?

Bir büyük soru daha: İnsanın canı acır acımasına da sonra ne yapar o acı dinsin diye? Kimi aynı yerden acıtır, kimi çekip gitmekte bulur çareyi, kimi de onu üzeni affeder sahiden. Peki kendisini de affeder mi diye soranlara evet diyemeyenlerin şarkısı “Yamadım Yaralarımı”. Belki de her olumsuzlukta kendini suçlamaya nasıl alıştı(rıldı)ğının henüz farkına varmamışların. “Atsa atamaz kendini, satsa satamaz. Bir ömür hırpalar kendini, hiç yol alamaz mı insan? Koşsa duramaz, bir yere ait olamaz. Her gün tüketir ömrünü, bir gün yaşamaz mı insan?” diyor dinlerken insanın göğsünü yakan Paptircem yorumuyla. Karşısında durduğu ayna da ona şöyle söylese: “Oysa buradan ne güzel görünüyor, her şeyi anlamaya çalışıyor, sevgini özenle taşıyorsun. Bana benim gözlerimle bir bakar mısın?” O zaman inanır mıydı, güvenir miydi ona?

Ah bu vokal armonileri, bu kez de bir bulutun içine alıyorlar dinleyeni. Dilan Balkay’ın hem ipek sesi hem de derin nefesler aldıran trompetiyle eşlik ettiği “Gökyüzüne Taşınsam”, bir başka savunmasızlık hâlinin tuşlarına sızmış bir piyanodan yükselen müziğin dinginliğiyle vücut bulmuş. Yarınlar hızla ve birbirinden pek az farkla dün oluverirken saklanan hüzünler, öldürülen hayaller; geride kocaman bir yorgunluk bırakıyor, bazen hareketsiz kılıyor, bazen de şöyle dedirtiyor işte: “Üşür müydüm hiç, gökyüzüne taşınsam? Kimse bulmasa beni, biraz uyusam. Yüzümü bulutlardan yastıklara gömsem. Koyunlar saysam, rüyalar görsem.” Ancak bu da bir hayal ve neyse ki her şeye rağmen hâlâ kurulabiliyor.

Tabii bazısı ne kadar arzu etsek de gerçek olmayabiliyor. Birinin istediği kişi olmadığını kabul etmek mesela, çok üzüyor. Albümle birlikte büyürken, söz bir noktada aşka gelecekti elbet. Ağırbaşlı bir gitar yürüyüşünün peşine takıp, bundan böyle yavaş yavaş birbiri için yabancıya dönüşecek iki sevgilinin galiba yağmurlu bir günde (bir de!) beraber geçirdiği son birkaç saatin hissiyle tanışıyoruz “Uzaktan Bir Tanıdık”ta, üstelik onları hiç tanımadan. Kliple birlikte izlemek etkisini katlıyor, bizden söylemesi. 

Bizi bu arpejler, bu vokal armonileri mahvetti albümü oldu Büyüklere Ninniler. Kapanışı yapan “Yalnızlık Bana Kalan” da benzer hisler ve seslerin uzantısı. “İsterdim sırdaşın, ilk aşkın olmayı. Terk ettiğin değil, aklın kayınca bir başkasına. Alıştım yavaş yavaş her şeye, hâlâ en zoru sevilmeden sana ait olmak.” gibi ölümcül sözlerinden sağ çıkmak pek kolay değil. Sadece kendimize “layık” olmanın yeterliliğini kabul etmek için bazen yalnızlığa da razı olmak gerektiğiyle yüzleşmek ne zor, ne yıkıcı ve bir o kadar da yapıcı. 

Zaten yalnızca büyüklerin kaldırabileceği bu ninniyle, artık veda zamanı. İçine kıvrılıp küçücük olduğumuz battaniyelere, yorganlara, kim bilir kaç defa gözyaşlarımızı akıttığımız o yastıklara sarılıp uykuya dalma zamanı. Uyandığımızda gerçekten ne kadar büyüdüğümüzü bulmak, yolumuzu ona göre çizmek bir ihtimal. Bir ihtimal de o beceremediğimiz vurdumduymazlığın bu albüm gibi nasıl hazineler yaratabildiğini fark etmek ve sonunun bilinmezliğiyle ilgilenmeden yeni hayallere doğru yolculuk etmek. Sandığımızdan daha az yalnız olabilir miyiz, bunu da bir düşünebilir miyiz?