Yönetmenleriyle Eat Your Catfish üzerine

Röportaj: Zeynep Naz Günsal

Kırılma noktasındaki bir ailenin son derece mahrem ve alaycı portresi olarak tanımlanan Eat Your Catfish; ALS hastası olması nedeniyle hayatına felçli olarak devam eden, 24 saat bakıma muhtaç Kathryn’in bakış açısından çekilmiş bir belgesel. Sürece daha fazla dayanamayan eşi Saïd ve annesinin bakımıyla akademik yükümlülükleri arasında bocalayan Noah ile tanıştırıyor bizleri. 930 saatlik görüntünün kurgulanmasıyla ortaya çıkan ve hiçbir ekip olmadan çekilen yapım, karakterlerinin içinde bulunduğu durumu dramatize etmezken mizaha alan açabiliyor ve nihayetinde aile bağlarına dair dokunaklı bir anlatı inşa etmeyi başarıyor.

Eat Your Catfish, dünya prömiyerini Amsterdam Belgesel Film Festivali’nde (IDFA) yapmasının ardından 41. İstanbul Film Festivali’nden En İyi Belgesel ödülüyle ayrılmış, kimi başka festival duraklarını da arşınladıktan sonra yaz aylarında vizyona girmişti. An itibarıyla MUBI kataloğunda. Vesilesiyle yönetmenler Senem Tüzen, Adam Isenberg ve -aynı zamanda filmin karakterlerinden olan- Noah Amir Arjomand’ın kapısını çaldık; aklımızdakilere cevap aradık. Filmin ruhunu nasıl ortaya çıkardıklarına, “görüntülerle senaryo yazmaya” benzettikleri kurgu sürecine, ev içi bakım emeğini sırtlanmış aileleri onurlandırma çabalarına ve dahasına temas eden bir sohbet oldu.

Yollarınız Noah Amir Arjomand ile nasıl kesişti? Başlangıçta ne gibi motivasyonlar sizi birleştirdi?

Senem Tüzen: Adam’ın yönetmenliğini, benim yapımcılığını ve kurguculuğunu yaptığım A Life Without Words isimli, Nikaragua’da geçen, engelli bir abla – kardeşin hikâyesini anlattığımız bir belgesel filmimiz var. Bu belgesel 2012’de, New York Margaret Mead Film Festivali’nde En İyi Film ödülü aldı. Ben gösterime gidememiştim, Noah filmden sonra çok etkilenip Adam ile tanışmaya karar vermiş. Daha sonra Türkiye’ye tez çalışması için geldiğinde; evde çektiği, annesi, babası ve kendi arasında geçen pilot çekimleri Adam’a gösterdi. Çekimlerdeki duygu çok güçlüydü. Birebir malzemeyi hatırlamıyorum ama misal olarak, sadece gözlerini ve güçlükle başını hareket ettirebilen ALS hastası Kathryn, gece yarısı acılar içinde uyanıyor. Baba ve oğul yorgun ve sinirliler; Tobii isimli konuşma sentezleyici aracılığıyla, neresinin ağrıdığını ve ne yapılması gerektiğini anlatmak istiyor. Ama gözleriyle önündeki ekrana yazması bir hayli zaman aldığı için sabırlar tükeniyor. Kathryn hızlı ve kısa yazmaya çalışırken yanlış anlaşılıyor. Noah ile Saïd tartışırken o zamana kadar bastırılmış kırgınlıklar ve öfkeler fışkırmaya başlıyor. Evin temelleri çatır çatır çatırdıyor. İnanılmaz mahrem bir kavganın içinde buluyoruz kendimizi. Ama her şeye rağmen inatla, sabırla, Kathryn’i yeniden yazması için yüreklendiriyorlar. Mahcup, duygusal ve fiziksel olarak yıpranmış bir hâlde yapılması gerekenleri yapıp, Kathryn’i acı çekmeyeceği uygun bir pozisyona getirmeyi başarıp, üzerlerinde değişik bir kabulleniş, bir sebat hâli yatağa geri dönüyorlar. Buradaki duygu benim anladığım, hissettiğim “çekirdek aile” üzerine çok şey söylüyordu. Adam ve Noah da duygu sömürüsü yapmayan, çok katmanlı bir anlatıma sahip bir film yapmak istiyordu. Temel duygumuz örtüşünce beraber çalışmaya başladık. Adam, New York’a gitti. Çekimlerin teknik altyapısını kurdular. Ben başlangıçta daha çok danışman gibiydim. Ama sonuçta çekimler ve kurgu, toplam sekiz sene sürdü. İlk birkaç yıldan sonra, öngördüğümden çok farklı bir şekilde filmin içindeydim.

Kameranın tekerlekli sandalyeye monte edilmiş olması izleyene doğrudan Kathryn’in deneyimini yaşatması, bizi onun yerine koymasının yanı sıra; gerçek bir aile evinin sınırları içerisinde de pratik bir seçim olmuştur muhtemelen. Kameranın esasında Kathryn’in bakışı olarak konumlandığı bu dil, yapım sürecinin hangi noktasında oluştu?

Noah Amir Arjomand: Kamerayı annemin tekerlekli sandalyesine monte etme kararı, yapım sürecinde ilk seçenekti. Hatta projemizin uzun metraj belgesel mi deneysel bir video enstalasyon mı olacağını bilmeden önce geniş açı bir objektifle Kathryn’in bakışını göstermek istediğimizden emindik. Annem sürekli aynı sandalyede oturduğu için ailemi rahatsız edecek, bizi gayri tabii bir şekilde davrandıracak bir film ekibinin dairemize girmesini istemedik ve böylece gördüğünüz bütün görüntüleri hayatın kendi doğallığı içinde ele geçirebildik. Bir de kamerayı o konuma yerleştirerek seyircilere Kathryn’in günlük hayatındaki sınırlılığı ve klostrofobiyi hissettirmeyi amaçladık.

Eat Your Catfish, hiçbir noktada aşırı duygusallığa yer vermiyor aslında. Hem yapımın hem de Kathryn’in söylemlerinde daimi bir gerçekçilik hissi var. Bir yandan da ironik ve özgönderimsel bir tavır görüyoruz: Kathryn, filmin “sıkıcı” olacağını, belki de August: Osage County’deki Julia Roberts gibi “Balığını ye!” diye bağırıp duran bir karakter gibi algılanacağını söylüyor. Dramatik olmayan bir duruş önceliğiniz miydi?

N.A.A.: Ailemin yaşadıkları hem sıkıcı hem dramatikti. Annemin pek değişmeyen bir günlük rutini vardı, çok nadiren dairemizden dışarıya çıkıyordu. Ona bakarken de aynı yardımcı işleri tekrar tekrar yapardık, aynı ufak tefek sorunlarını tekrar tekrar halletmeye çalışırdık. Bu süre zarfında aramızdaki gerilimler arttı, anne – babamın evliliği soğuk savaşa dönüştü. Bir de hiçbirimiz yeterince uyuyamadığımız için hepimiz sürekli sinirliydik.

Bu gerçekliği yansıtan bir film yapmak istedik. Belgeselimiz dramatik unsurlar içeriyor ama söylendiği gibi aşırı duygusallığa düşmek istemedik. Julia Roberts’ın oynadığı August Osage County gibi aile ilişkileriyle ilgilenen birçok duygusal, abartılı film var. O beklenen formülden kaçınıp süssüz, gerçekçi bir anlatım ile aslında daha etkileyici bir film yapabilmeyi ümit ettik. 

Bu ailenin ve benzer durumdaki ailelerin izlerken kendilerini bulacağı bir film yapmak, ev içi bakım emeğini sırtlanmış sıradan ailelerin mücadelelerini onurlandırmak bizim için önemliydi.” -Adam Isenberg

Noah hem aile üyelerinden biri olarak hem de kamera arkasında bulunarak yapım kapsamında birbiriyle çatışabilecek rollerde var oluyor. Kathryn’e yardım ettiği zamanlarda belgeselin öznelerinden biri olmakla beraber, filmin kameramanı ve görüntü yönetmeni aynı zamanda. Çok hassas bir konumu var. Sizler her ne kadar onun bulunduğu koşullarda bulunmasanız da duygusal anlamda böylesine yoğun bir materyalle epey uzun zaman geçirdiniz. Süreci nasıl idare ettiniz?

Adam Isenberg: Filmde duygusal olarak yoğun pek çok sahne var ancak ham görüntü genellikle öyle değildi. İki zorluk vardı: Tüm materyali gözden geçirip en enteresan ve faydalı anları seçmek, sonra bunları ortak bir anlamla hikâyeleştirmek. Bu zorlu bir maraton, o yüzden Senem’le gerçekten sırayla koştuk ve her ikimizin de ara vermesi gereken zamanlar oldu. Hepsini izlerken ve kurgularken sanki o aile ile yaşıyormuş gibiydik. Ama evdeki bir hayalet gibi, hep tek taraflı aynadan bakıyorduk. Bu fırsatın verilmesi her zaman bir onur gibi geldi ancak bazen oldukça zordu. İlk cutlar gerçekten oldukça acımasızdı, ailenin ve durumun sert bir portresini çiziyorduk. Ama sonra bir duvara çarptığımızı hatırlıyorum, duygusal olarak tükenmiştik ve görüntülere o kadar alışmıştık ki artık bizi hiçbir şey fazla şok etmiyordu ve komik durumları bulmaya başladık. Komik görünen ve özellikle Kathryn’in mizah anlayışına uyan şeyleri özel bir dosyada toplamaya açtık. Filmin hikâyesi ve Kathryn’nın durumu o kadar ağır ki onun kişiliğindeki doğal mizahı rehber olarak almaya karar verdik. Böylece seyirciler (ve biz!) nefes alabiliriz; birbirimizle daha kolay, daha yakın bir iletişim kurabiliriz gibi hissettik.

Kurgu süreci başlamadan önce anlatıya dair zihninizde belirli bir hedef var mıydı? Yoksa verileri izledikçe yapı organik bir biçimde mi şekillendi? 900 saati aşkın görüntüleri ele alırken nasıl bir yaklaşımla hareket ettiniz?

S.T.: Kurgu süreci başlamadan önce ortada bir senaryo yoktu. Anlatmak istediğimiz temayı ve duyguyu biliyorduk tabii ama net bir çatı kurmamıştık. Yıllara yayılan bir süreçte kurguladıkça film değişti. Bir yandan tüm bu malzemeyi birbirine bağlayan ortak ruhu ortaya çıkarmaya çalışıyor, diğer yandan da bu ruhu taşıyacak hikâyeyi kurmaya çalışıyorduk. Tabii bizim hayatımızda yaşadığımız değişimlerin de etkisi oluyor, malzemeye bakış açımız değiştikçe aynı sahneyi farklı bir şekilde kurgulama ihtiyacı duyuyorduk. Zamanında Tarkovsky’ye sormuşlar, “Sizin için ideal film nedir?” diye. O da aralıksız, bir saniye bile atlamadan bir insanın doğumundan ölümüne çekilmiş bir yaşamı film yapmak isterdim demiş. Bizim elimizde işte bu ideale yakın bir malzeme vardı. Ailenin geçirdiği aşağı yukarı bir buçuk yılın, hemen hemen aralıksız, objektif kaydı üzerinden; Kathryn’in veda etmekte olduğu ama kopamadığı yaşamının anlamını, ruhunu ortaya çıkarmaya çalıştık. Ve tabii onun aracılığıyla aile olma hâlinin duygusunu. Görüntülerle senaryo yazmak gibiydi. Kurgu sırasında, “Buraya şöyle bir sahne lazım.” diyorduk mesela. Aradığımızı ön seçimi yapılmış malzemede bulamıyorduk ve 900 küsür saatlik görüntüye tekrar dalmamız gerekiyordu. Çünkü neredeyse yorumsuz ve aralıksız çekilmiş bir yaşam bloğu elimizdeydi. Yok yoktu. Eğer buradan hepimizin “Evet, işte bu.” diyeceğimiz, hem Kathryn’in hem bizim tatmin olacağımız bir film çıkaramıyorsak suç bizdeydi. Filmi ne zaman kızının düğününü bekleyen Kathryn’in, New York’taki bir yılını kendi bakış açısından bize anlatısı olarak kurguladık; film kendini buldu.

Kathryn’in The Theory of Everything izlediği kısım çok etkili bir andı. O esnada vakıf olamadığımız düşünceleriyle Kathryn ve onu böyle bir tasviri izlerken gözlemleyen hemşiresi… ALS’nin ve diğer motor nöron hastalıkların şimdiye dek medyada işlenme, aktarılma biçimleri hakkında düşünmeye de sevk eden bir sahne. Az önce de değindiğimiz gibi  Eat Your Catfish adını, August: Osage County’deki bir sahneden almakta. Yine bir hastalık merkezinde, bir ailenin tasviri olmasından ötürü; referanslar üzerinden vurgulanan bir bağ var gibi. Belgeselde bu gibi başka yapımlarla kurulan ilişkiye dair ne söyleyebilirsiniz?

A.I.: Noah ve ailesi bizi bu çok mahrem alana davet ettiğinde (çekimler sırasında Senem ve ben hiç orada olmadık, düzenli olarak Noah’dan görüntüleri aldık), bizim için gündelik meşgalenin altında yatan gerçek dinamikleri, olanların nedenini anlamak çok önemliydi. Başlangıçta onları böyle bir film yapmayı istemeye iten şeyin ne olduğu hakkında çok konuştuk. Beni etkileyen bir şey, Noah’nın ALS hakkında başka birçok film izlediklerini ama kendilerini kötü hissetmelerine neden olduklarını söylemesiydi. İncelemeye başladıktan sonra bu filmlerin genellikle, içinde bulundukları koşullara rağmen dikkate değer bir şey başaran kahraman bir figüre odaklandığını öğrenmek beni şaşırtmadı. Engellilik genellikle bu şekilde tasvir ediliyor. Bu, Noah ve ailesinin perdede gördükleri gerçeklikle kendilerinkini karşılaştırıldıklarında, kendilerini kötü hissetmelerine neden oluyordu. Çünkü onlar için bırak bir albüm yapmayı ya da bir STK kurmayı, normal bir günü atlatmak neredeyse dayanılmaz bir zorluktu. Elimizdeki görüntülerin içine daha çok girdikçe, felç veya diğer ciddi fiziksel engellilik biçimleriyle ilgili pek çok film izlemiş olmama rağmen, günlük mücadelelerin ayrıntılarını ve bunun sağlıklı ilişkileri bile nasıl yıprattığını anlatan pek bir şey izlemediğimi farkettim. Elbette bu konuda ilham verici hikâyelere de yer olduğunu düşünüyorum ancak bu ailenin ve benzer durumdaki ailelerin izlerken kendilerini bulacağı bir film yapmak, ev içi bakım emeğini sırtlanmış sıradan ailelerin mücadelelerini onurlandırmak bizim için önemliydi. Yani evet, filmdeki Hollywood prodüksiyonlarına göndermeler bu yüzden son kurguya girdi.

Noah’nın babası Saïd, tıpkı diğer aile üyeleri gibi çoğumuzun tahayyül edemeyeceği boyutta bir kriz deneyimlerken, hikâyedeki antagonist boşluğunu dolduruyor ister istemez. Ekrana yansıtılma biçimi hususunda -başta oğlu Noah’ya olmak üzere- ekibe bir şikâyeti olmuş muydu?

S.T.: Eat Your Catfish‘in dünya prömiyerini Amsterdam IDFA Belgesel Film Festivali’nde yaptık. Gösterim sonrası sorulan ilk sorulardan biri bu oldu. Saïd, filmi ilk defa ünlü Tuschinski Sineması’nda izleyebilmek için beklemeye karar vermişti. Noah, Adam ve ben, hepimiz, biraz merak biraz endişe içinde Saïd’in filmi nasıl bulacağını merak ediyorduk. Noah seyirciden gelen soruya cevaben, kendisinin de henüz bilmediğini, salonda olan babasının cevap verebileceğini söyledi. Spot ışıklar birden Saïd’e döndü. Saïd salonun balkonunda doğruldu ve teatral bir sessizliğin ardından, “kameranın neden onu en şişman hâliyle gösterip durduğunu” sordu. Tabii salon kahkahalara boğuldu. Filmde kişilerin bu nevi şahsına münhasır karakterleştirmeleri için çok uğraştık. Bu acıyı çeken insanların varoluş üsluplarını kendi mizahıyla, kontrastlarıyla ne kadar ortaya çıkarabilirsek o kadar biricik, hayatın dolaysız gözlemine yakın bir film oluşturabiliriz diye düşündük. Daha sonra akşam Saïd’le birlikte yemek yerken sorularımla, ondan daha ciddi bir cevap almaya gayret ettim. Bana Kathryn ile geçirdikleri o sürecin gerçekten de otantik bir şekilde resmedilmiş olduğunu söyledi. Bu aslına uygunluğu dramatik bir anlatı içinde, sanatsal bir form olarak yakalayabilmiş olmamız beni mutlu etti. Nur içinde yatsın, Kathryn’e ve elbette Saïd ile Noah’ya bu vesile ile tekrar teşekkür ediyorum.