Ebru Yıldız sordu: Avustralyalı müzik fotoğrafçısı Jamie Wdziekonski cevapladı

“Avustralya müzik sahnesi fazlasıyla ilgimi çekiyor. Orada yaşayan ve Sub-lation ismini kullanan Jamie Wdziekonski harika bir fotoğrafçı. Merak ettiklerimi ona sorabilirim.”

Ebru Yıldız

Basit, samimi ve provasız: Sub-lation 

New York’ta yerleşik Türkiyeli fotoğrafçı Ebru Yıldız, uzun yıllardır çektiği konser fotoğrafları ve müzisyen portreleriyle birçok ilham verici yayında yer aldı. Yakın geçmişte Brooklyn’de kendi stüdyosunu kuran ve farklı fanzin ve kitaplar yayımlayan Yıldız, uzun yıllardır dergi ekibi olarak heyecanla takip ettiğimiz bir sanatçı. Kendisinden konu önerisi alırken dünyanın öbür ucundan bir başka etkileyici fotoğrafçıyla tanışık: Jamie Wdziekonski. Melbourne’de yaşayan ve konser fotoğraflarının yanı sıra protesto ve eylemlerden çektiği karelere de hayran olduğumuz Jamie’yle çalışmaları ve ülkesinin müzik sahnesine dair soruları da bizzat Ebru Yıldız sordu.

Röportaj: Ebru Yıldız – Çeviri: Işıl Saykan

“Eğer yazı yazmayı pek beceremiyorsan, görsel belgeleme tarihi kaydetmek için iyi bir yol. Bunun önemli olup olmadığına gelecek olursak, bence bu belgelenenleri gören kişiye bağlı…”

Fotoğrafçılıkla yolunun nasıl kesiştiğinden başlayalım, müzik mi önce geldi fotoğraf mı?

Müziği ve müzikal şeyler üretmeyi oldum olası sevmişimdir. Lise yıllarım boyunca okulun korosunda ve müzikallerinde görev aldım. Ailem, ben büyürken iyi müzikler dinlemezdi. Şimdi düşününce, The Beatles gibi iyi müzikleri dinleyerek büyüyen çocukları kıskanıyorum. Fotoğrafa başlamam ise 10’lu yaşlarımda oldu. Kendi siyah-beyaz fotoğraflarımızı çekme ve basma imkânımız vardı. Fotoğraf benim için kendimi ifade edebildiğim, iyi olduğum tek şey oldu. Bu nedenle de onunla devam ettim.

Sub-lation adı nereden geldi, bize anlatır mısın biraz?

2013’te moda endüstrisine dahil olmayı ciddi bir şekilde yeniden düşünürken müzik fotoğraflamaya başladım. Japonya seyahatimden dönmüştüm ve web sitem (yedeklenmemiş resimlerle birlikte) yayından kaldırılmış ve çoğu fotoğrafım sonsuza kadar kaybolmuştu. Yeni bir web sitesi adı ararken “sublation” kelimesini buldum. Almanca bir kelime olan “Aufheben” kelimesinin kabaca bir çevirisi. Nedeni, birbiri ile çelişen birçok anlamı bir arada tutması. “Ortadan kaldırmak/korumak” aynı zamanda “aşmak/üstün olmak”. O zaman yaşadıklarıma uygun bir tema gibi görünüyordu ve zamanla üstüme yapıştı.

Birçok protestoyu ve müzik gruplarını fotoğraflıyorsun. Bu iki başlıkla ilgili seni heyecanlandıranlar neler? Neden onları belgelemeye ihtiyaç duyduğunu düşünüyorsun? Sence aralarındaki bağlantı nedir?

Bence aralarındaki asıl bağlantı -özellikle genelde fotoğrafladığım gruplarla ilgili olarak- karşı kültürdür. Kikagaku Moyo, The Black Angles ve King Gizzard gibi gruplar beni kendilerine çekiyordu çünkü onlar, yaptıklarıyla kendilerini gerçekleştiriyordu. Sıfırdan başlayınca daha güçlü bir topluluk anlayışı doğuyor. Bunu, 2013’te üç gruba da onların müziklerini, süreçlerini, turnelerini vs. belgeleyebilir miyim diye yaklaştığımda fark ettim. Herkes çok açık olarak destekçi ve hoşgörülü davrandı. Böyle bir şeyi moda dünyasındayken hiç bu seviyede deneyimlememiştim. Ve bu güçlü topluluk anlayışı eylemlerle de elbette ilişkileniyor, bilirsin. Birlikteyken, ayrı olduğumuzdan daha güçlüyüz. İktidardaki insanlar, hepimizin bir diğerine karşı olduğu, minik güvercin deliklerine ayrılmamızı istiyorlar. Heteroseksüel – eşcinsel, siyah – beyaz, sol – sağ… Ama günün sonunda iktidarı ve varlığı elinde tutan o küçük yüzdedeki insanlara karşı savaşan azınlıklarız. Arkadaşlarım bunun hakkında şarkılar söyledi. Eylemlerde onları fotoğrafladım. Sana karşı olanların fikirlerini değiştirmekle ilgili değil bu; kenarda olan, olaylara uzak duranları dahil edebilmekle ilgili.

Görsel belgelemenin neden önemli olduğunu düşünüyorsun?

Eğer yazı yazmayı pek beceremiyorsan, görsel belgeleme tarihi kaydetmek için iyi bir yol. Bunun önemli olup olmadığına gelecek olursak, bence bu belgelenenleri gören kişiye bağlı. Fakat bana soracak olursan, ben sadece günümüzde en çok öneme sahip olduğunu düşündüğüm eylemlerin ve müzik gruplarının fotoğraflarını çekiyorum.

Belli bir tarzın var. Çoğunlukla siyah-beyaz fotoğraflar çekmeyi tercih ediyorsun ve çekimlerinin neredeyse hepsi flaşlı. Renkli çekimlerdense siyah-beyaza yönelmenin sebebini düşündüğün oluyor mu hiç? Neden flaş tercih ediyorsun sence? Bunlar bilinçli seçimler mi? Başladığından beri böyle fotoğraflar mı çekiyorsun yoksa zamanla mı bu şekilde gelişti? Görsel ifadene nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsun?

Kesinlikle bilinçli bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Hatırladığım kadarıyla özellikle King Gizzard’ın bazı fotoğraflarını gördüğümde flaşlı çekimin uygulamak istediğim bir stil olduğunu fark etmiştim. Bir yandan da flaş kullanılamayan zamanlar da oluyor, ama o tür durumlarda da çekim yapabilmek için bir yöntem buldum, daha sonra fotoğraflarımı düzenleyerek yine de canlı görünen sonuçlar elde edebiliyorum.

Ayrıca, bir konserde flaşlı çekim yapacak bir fotoğrafçının da kendini dizginleyebilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben o konuda dikkatliyim, asla abartmak istemem. Hani bazı fotoğrafçılar vardır ya, çakar lamba gibi çalışırlar? Oturup doğru ânı beklersen, grubu ve seyircileri rahatsız etmeden de harika bir fotoğraf çekebilirsin aslında.

2013’ten bu yana tarzımı kesinlikle geliştirdim. Şimdi çektiğim fotoğrafların o zamankilerden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Tarzımın şu an bulunduğu noktadan memnunum.

Peki çekim sürecin ve fotoğrafçılığa yaklaşımın hakkında ne söylemek istersin? 2013’ten bu yana fotoğraf çekiyorsun, o zamandan beri değişen bir şey oldu mu?

2013’ten beri müzik fotoğrafçılığı yapıyorum ama öncesinde birkaç yıl moda çekimleri yaptım. Fotoğraflarım büyük oranda siyah-beyazdı, portfolyomun değişmezi bu. Kendimi profesyonel bir fotoğrafçı olarak görmüyorum. Bir stüdyoyu doğru düzgün nasıl ışıklandıracağımı bilmem mesela, ekipmanla ilgili de pek fikrim yok.

Vizöre bakıp önümde bulunan şekilleri kadrajdakiyle eşleştiriyorum, yaklaşımım bu. Çekimlerimin hazırlık aşaması çok kısa ve sanırım böylesini daha çok seviyorum. İşin basit, samimi ve provasız olması hoşuma gidiyor.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak 
Bant Mag. No:69’a ulaşabilirsiniz.