Bir küresel yıkım öyküsü: Eko Eko Eko üzerine

Formu dolduran: Sevda P. Yıldız

Dr. İlkay Nişancı’nın geniş ekibiyle birlikte yürüttüğü yıllar süren araştırmaları ve derlemeleriyle Türkiye’nin ekolojik değerlendirmesini belgeleyen Eko Eko Eko, BluTV’de yayında. “Sen mi kurtaracaksın dünyayı?” sloganıyla yola çıkan belgeselin ilk iki bölümünü 1 Şubat’ta Kadıköy Sineması’ndaki prömiyerinde izledik.

Ne hakkında? 

İklim krizi, kentsel dönüşüm, doğa direnişleri, sürdürülebilirlik, küresel ısınma, artan doğal afetler, çöp yığınları gibi yıllardır duyduğumuz ve ciddiyeti örtbas edilen tüm meseleleri bir çatıda toplayan belgesel, gerek bireysel gerek toplumsal gerekse küresel ölçekteki etkimiz ve yapabileceklerimize dair bilgiler vermeyi planlıyor. 

Zaman ve mekân?

İlk fikirleri 2013’te ortaya atılan projenin tamamlanması tam sekiz sene sürmüş. Bu yolculukta Türkiye’deki 19 enerji santrali ziyaret edilmiş. İçlerinde rüzgâr enerjisi, nükleer, güneş enerjisi, dere tipi hidroelektrik, jeotermal santraller var; ayrıca baraj gölleri ve atık göllerinden görüntülere de rastlıyoruz. Doğaya yapılan ihlalleri belgelemenin yanında tarihi miraslara gösterilen umursamazlığı da belgeleyen ekip; Aşıklı Höyük, Hasankeyf, Titus gibi birçok antik yapıyı projeye dâhil etmiş. 

En çok neyi sevdin?

Bana göre iklim krizi ve kapitalizm, dünyanın birbiriyle kökten ilişkili iki en önemli problemi. Her ne kadar bir ekolojik çöküş belgeseli tanımıyla yansıtılsa da kapitalizmle kurulması gereken bağı, belgeseli izlerken referanslarla sık sık almak önemliydi. Bu referansları sadece bilim insanlarıyla değil, gittiği yörelerdeki yerel halktan yorumlarla da veriyor olması benim için kıymetli olan. Hâlihazırda duyduğumuz her kıyım haberinin önü bu kadar kesiliyorken, maruz kalanın hikâyesini dinleyebiliyor olmak belgeselin değerli yönlerinden biri.

Üçüncü tekil kişi olan anlatıcı Ceren Moray’ın yorumlarını cevaplar nitelikte verilmiş uzman yorumları, kurguyu sevmemi sağladı.

En az neyi sevdin?

Canlandırdığı iki farklı karakterle Ceren Moray hem içimizdeki bireysel eylemlerle krize çözüm bulmaya çalışan çaresizliği hem de haberlerde karşılaştığımız ilgisiz ve pervasız tarafı vermiş. Oyunculuğuna sağlık. Sorulması gereken sorulara tuttuğu ışığa da tamam diyebilirim fakat siyah beyaz ve bu hikâye biçimiyle kurgulanmış olan anlatıcı sahneleri, bence belgesele ait durmayan bir yapıdaydı.

Neler hissettirdi?

Oldukça sert bir konu olan iklim krizi, özellikle Türkiye gibi doğanın önemsenmediği bir ülkede belgelendiğinde, tahmin edilebileceği gibi göğsüme oturan bir fil etkisi yarattı. Tüm salon yer yer gördüklerini kınarken, sadece ağzımı kapayıp gözümü ayıramadan izledim.

Belgesel nasıl yöntemler kullanıyor?

Toplamda 300 saatlik görüntü arasından yapılmış seçkide 26 uzman, konu başlıklarıyla ilgili akla gelen soruları cevaplamaya çalışmış. Ülkenin tamamında, değinmek istedikleri konunun kapsamına girebilecek tüm alanları gezmiş ekip. Burada görülen problemler; alanında uzman bilim insanları, akademisyenler, aktivistler ve gazetecilerle yapılan röportajlardaki değerlendirmelerle yanıtlanıyor.

Neden izleyelim?

Bugüne dek birçok farklı ülkeden, farklı perspektiflerle iklim krizi meselesine bakılmış olsa da Türkiye’nin gerçekliğinin masaya yatırılmış olması kıymetli. Projenin en iyi yanlarından biri de İlkay Nişancı’nın bu sekiz yıllık süreçte birçok farklı ortaklığa imza atabilecekken, projesinin amacına uygun şekilde, etik bir seçim yapmaya çalışmış olması. Öğrencileriyle birlikte çıktığı bu yolculukta yapımcısının da ilk öğrencilerinden biri olması ise bu ekibin adanmışlık konusunda pek sıkıntı çekmediğinin bir göstergesi. Belgesel, kapitalizmin sızdığı her alanda tüm kaynakları sömürdüğü gibi doğayı da talan ettiğini çıplak gözle bakıldığında acıtacak kadar açıkça göze getirmeyi başarmış.