Emel Çölgeçen’in iştahla tekrar izlediği 3 film #rastgele

Son olarak Macar yazar Ferenc Karainthy’nin Fatma Çiğdem Aydın çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Tuna Kıvrımı oyununda rol alan Emel Çölgeçen, Rastgele köşemiz için iştahla tekrar izlediği 3 filmi yazdı.

Görünmeyen bir düşmanla evden çıkmayarak savaşırken herkes gibi ben de içimde kendimle uzun bir yolculuğa çıktım… Çıkamadığım sokaklara pencereden bakarak içimde koştum, zıpladım, dans ettim, durdum, baktım, izledim, dinledim…  Eski normal günlere özlemle anılarımla sıcacık bir yorgan misali sarıp sarmaladım kendimi. Ben insanı tüm çıplaklığı ile kahramanlaştırmadan anlatan hikâyeleri severim. Yalın, çıplak, zayıf, güçlü her hâli ile gerçekliği anlatan hikâyeleri…  Şimdi hayatımda beni oldukça etkileyen ve pandemide yeniden iştahla izlediğim üç filmi önereceğim sizlere.

All That Jazz, 1979

Daha çocuğum, 1980’ler sonu, evde televizyonu açmışım, TRT ve bu film başladı. Ölümün Beş Safhası… Bir Broadway yönetmeninin son filmini hazırlama sürecini anlatan film aynı zamanda yönetmenin hayatının da son yolculuğunu anlatıyor. Yavaş yavaş ölüme doğru yürürken tüm hayat hikâyesini de bu filme serpiştiriyor. Broadway ışıklarının, müziklerinin etkileyici ve rengârenk dünyası nasıl olur da bu kadar karanlık bir his yaratabilir. Çocuktum ama koltuğa mıhlanmıştım sanki. Sonra filmi defalarca izledim. Sanırım seçtiğim meslek tam da bu filmle şekillenmeye başlamıştı kafamda. 

The Bridges of Madison County, 1995

Hiç unutmuyorum o günü. Annemle sinemada bu filme gitmiştik. Neyle karşılaşacağımı bilmediğimi hatırlıyorum, çok da istekli değil miydim acaba? Ama film öyle bir çarpmıştı ki beni. The Godfather: Part III’deki Al Pacino’nun o merdivenlerde kızı vurulduğunda attığı sessiz çığlığı gibi bir film bu film. Neredeyse tek mekânda geçen bu filmin yeri bende ayrıdır. Filmden çıkınca annemin yanında yürürken onun neler hissetmiş olabileceğini düşünmüştüm. Ona bakmıştım ama yüzünde hislerini görememiştim. Ama eminim onun da yüreğinde fırtınalar kopmuştu.

Dogville, 2003

Belki bir tiyatro sahnesi gibi kurgulandığından, belki insanı tüm çıplaklığı ile anlattığından içimdeki yeri bambaşka bu filmin. Siyah bir zemin üzerinde anlatılan bu filmde duvarların olmaması etkiledi beni en çok. Bir tarafta yemek pişerken hemen yanında yaşanan trajedi. Hayat da öyle değil mi? İnsan da tam olarak öyle değil mi? 

Yazı: Emel Çölgeçen