Stand-up, içsellik, sanatsal tatmin: Emre Günsal ve Özge Özel sohbeti

İki stand-up komedyeni, Emre Günsal ve Özge Özel, birinin İstanbul’dan diğerinin Dubai’den bağlandığı bir Zoom seansında Bant Mag. için buluştu. Sohbetleri; komedinin sanatsal tatminle ilişkisi, sosyal medya kullanım biçimleri, ortasında kaybolunan şakalar ve dahası ekseninde ilerliyor.

Emre Günsal, “Emre Günsal Bir Saat Ayakta Durup Konuşuyor” ve “Şakalar”dan sonra tamamladığı üçüncü tek kişilik uzun gösterisi “İyi Deneme” ile 1 Şubat Çarşamba akşamı Bant Mag. Havuz / Bina’da. Detaylar burada.

“Gülenler ve gülmeyenler olarak ayrılmıyor artık seyirci benim için. ‘Gülenler ve anlamaya çalışanlar’ olarak kodladım onları ve hoşuma gitmeye başladı açıkçası.” -Özge Özel 

Emre Günsal: İki stand-upçının bir araya gelip stand-up’ın ne kadar önemli bir şey olduğundan başka bir şey konuşmadığı olmadı herhalde şimdiye kadar. Ama şu anda Dubai’de bir gösteri için bulunan bir komedyenle konuşuyor olmak da güzel benim için. Nasılsın ve bu konuda bir şeyler söylemek ister misin?

Özge Özel: Evet, isterim. Biliyor musun, hâlâ process ediyorum buradaki hislerimi ama şu an ben Dubai’deyim. Ve Dubai’nin Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğunu gelmeden önce öğrendim. Ben burası kocaman bir Suudi Arabistan zannediyordum. Kocaman bir Arabistan’dayım zannediyordum.

E.G.: Aklımdan şey esprisi geçiyordu, işte önce Cristiano Ronaldo sonra sen gibi ama o da ayrı.

Ö.Ö.: O da Katar’daymış.

E.G.: Katar mıymış? Pardon.

Ö.Ö.: Belki de değildir, bilmiyorum ki gerçekten. Küçük bir ırkçılık mı sayılır?

E.G.: Evet ama sanki bir şekilde de ne bileyim, Koreli birine Çinli demek kadar da kötü hissettirmiyor yani. 

Ö.Ö.: Yani o da bana o kadar kötü hissettirmiyor açıkçası.

E.G.: Evet evet. 

Ö.Ö.: Anlayamıyorum yapacak bir şey yok gibi bir yerde. Sen nasılsın peki?

E.G.: İyi ya ben gayet iyiyim. Eşim Bursa’ya gitti hafta sonu için ben de evde tek başımayım. Eşimle izleyemediğim filmleri izleyerek geçirdiğim bir hafta sonu olacak benim için diye düşünüyorum. Yani böyle onun benimle izlemek istemediği aksiyon filmlerini falan izlerim. Dün dokuz saatlik bir belgesel buldum. Çin’de şu anda ölmekte olan bir sanayi bölgesi hakkında. Çinli bir adamın çektiği bir belgesel, inanılmaz iç karartıcı. 1934’te açılmış, açıldığı zaman 13 bin kişiyi çalıştıran bir bakır döküm fabrikasında son kalan 50 kişi falan… 60 sene sonra fabrika kapanmak üzere. Herkes sürekli öksürüyor. 30 sene önce çekilmiş bir belgesel, hepsi şu anda ölüdür. Onun ilk üç saatini falan izledim güzeldi. 

Ö.Ö.: Ben de tam onu soracaktım. Kaçıncı dakikaya kadar ilgini çekmeyi başardı, diye. Üç saat baya uzun bir süre bu arada.

E.G.: Ya onu bitireceğim diye düşünüyorum çünkü bir şekilde o kadar kasvetli ki bazen. Hayalet şehir gibi bir yer. Hâlâ çalışan bir fabrika ama 13 bin kişilik kapasitede 50 kişi falan var. Yarısı da sarhoş, alkolik bir şekilde. Hepsi her an ölebilir gibi hiçbir güvenlik önlemi alınmamış. Bilmiyorum çok enteresandı izlemesi.

Ö.Ö: Başka dünyalara merakın beni her zaman olduğumdan yaşlı hissettiriyor, ne yalan söyleyeyim. 

E.G.: Onun dışında stand-up konuşmak da yani ne bileyim…

Ö.Ö.: Bir işi yapmaya başladıkça yani yapış sıklığın arttıkça, o konu hakkında daha az konuşmak istiyorsun gibi geliyor bana. Şu an öyle bir şey yaşıyorum mesela. 

E.G.: Bir insan kaç kere şu soruya samimiyetle cevap verebilir ki: “Şaka yazma süreci senin için nasıl işliyor?” Oturup yazıyorsun abi, o kadar.

Ö.Ö.: “Peki gerçekten bu sektörde kadın olmanın zorlukları ne?” Bu sektörde kadın olmanın tek zorluğu gerçekten reglinin ilk günü sahne varsa çıkmak zorunda olmak. Bu da galiba çalışan tüm kadınlar için geçerli bir sebep zaten yani.

E.G.: Bu aralar şeyi düşünüyorum… Sen stand-up yaparken aradığın sanatsal tatminin ne kadarını bulabiliyorsun? Yani işinin seni tatmin eden kısmıyla insanları çeken kısmını ne kadar buluşturabiliyorsun? O konuda ne kadar eksik kalıyor gibi hissediyorsun?

Ö.Ö.: Çok güzel bir soru. Ya tam olarak içime sindiğini ve full tatmin olduğumu söyleyemem. Ama full tatmin olduğum yere ulaşmak için iyi bir yolda olduğumu düşünüyorum. Yani ilk başladığım zaman sanki bunu kendi kendime yazarken ilk üç sahnede hAlletmiş olmam ve geri kalan bütün gösterileri o ikisinin buluştuğu yerde yüzde 100 yapmam gerekiyor gibi bir beklenti vardı benim kafamda. Ya da bir şekilde öyle mi öğrenmişim, bilmiyorum. Onun öyle olması için çok uzun zaman ve emek gerektiğini artık kabullendim. O konuda yetersiz hissetmeyi de biraz bıraktım yeni yeni açıkçası. Bir yandan da hiçbir zaman kendime yetemeyeceğimi de biliyorum. Senin için de öyledir büyük ihtimalle. Şu an sen üçüncü gösterini yapıyorsun. Başladığından beri ve hep bir sonraki daha iyi olur diye ilerlemeye başlıyorsun. Bir de şu var; sanatsal tatminden daha başka şeyler kafamı kurcalamaya başladı sahneye çıkarken. Mesela materyalle olan bağlantımı ben içsel bir yerden kurduğum zaman… Ben bunları anlatmak istiyorum, bunları anlattığımda kendimi iyi hissediyorum. Daha komik olabilir mi? Olabiliyorsa çalışırım. Ya da bunu yeterince komik buluyorum. Ama geri kalan şeyler daha çok ilgimi çekmeye başladı; insan ilişkileri, organizasyonla olan ilişkiler, o geri kalan şeyler, sosyal beceri diyeyim artık hadi. Biraz oralar kafamı açmaya başladı bu ara. 

E.G.: Sana gelen seyirci stand-up seyircisi olmayı bırakıp Özge Özel seyircisi ya da Emre Günsal seyircisi oldukları zaman, böyle bir şeyin bir tık daha değeri oluyor gibi. Bu sefer gerçekten senin istediğin şekilde yapıyor olmanın da bir karşılığı o zaman oluyor sanki. Uzun süre benim tek kişilik gösterilerde mesela 25 bilet satılıyordu diyelim; 50 kişilik salonda 25 bilet satılıyor ama gösteriler çok iyi geçiyor. Çünkü hakikaten İstanbul’daki 30 Emre Günsal hayranının 25’i geliyor. O zaman işte stand-up’ı istediğin şeklinde yaşayabiliyorsun. Mesela en son Instagram’a benim bir reels’ımı koyduk, o baya izlendi. Ondan beri bütün gösterilerde bütün biletler satılıyor ama o kadar da gülmüyorlar. Hani gülüyorlar ama son iki gösterimde bir seyirciyle beraber aşmam gereken bir engeli hissettim. “Bu benim alışık olduğum her stand-up gibi geçmiyor, bir gariplik mi var” hissi. İşte bir şekilde her büyüdüğünde, kitlen de tekrar değişiyor. Ya şeye benziyor; bir hit Tweet attığında 500 takipçi geliyor ama aslında sana oradan gelecek gerçek takipçi sayısı 280 falan. Sadece sonraki üç ay içinde attığın Tweetlerde onlar ikişer üçer gitmeye başlıyor. Tutabileceğinden daha çok insan çekiyorsun ve sonra o gelenlerin gitmesi de biraz acılı bir süreç oluyor. 

Ö.Ö.: Ama arada güzel bir his var benim için. Yeni gelen seyircinin mesela sadece full anlattığın şeylere ya da senin dediğin gibi fanın, seni tanıyan seyirciler olmadığı için ilk defa gelen insanlar olduğu için biraz böyle soru işaretleriyle gelmesi durumu artık hoşuma gitmeye başladı. Çünkü kendinin nasıl birisi olduğunu bildiğin zaman sahne personan olarak da kendin, sosyal hayatın, kişiliğin olarak da o insanlara “Beni tanımanız için size bir saat veriyorum.” demek ve kararı onlara bırakmak bana iyi geliyor. Gülmeseler bile. Tam olarak bahsettiğin şeyi de daha yeni yaşadık işte. Yeni açılmış bir sahnede gösteri yaptım. Başka sahnelerde çok daha fazla seyirci gelebiliyorken; orası hem yeni açıldığı için hem tanıtımı çok yapılmadığı için, az kişi bildiği için falan sadece o sahnenin etrafındaki insanlar ve sadece tanıyanlar geldi. 20-25 kişi falan vardı, çok güzel bir gösteri oldu. Diğer tarafta çok fazla insanın olduğu ve birazının gülmediği bir gösteri oldu. Ama gülenler ve gülmeyenler olarak ayrılmıyor artık seyirci benim için. “Gülenler ve anlamaya çalışanlar” olarak kodladım onları ve hoşuma gitmeye başladı açıkçası. 

E.G.: En son tek kişilikte çok utandım. Bir yerde bir şakanın ortasında böyle bir kayboldum, tamam mı? Yani şakayı anlatırken yarı yolda şakadan, kendi anlatımımdan falan sıkıldım. 

Ö.Ö.: Çok kötü bir his o ya.

E.G.: Bir seyirci şey dedi artık, benim o tavrımdan yorulmuş gibi, “Ya tamam komiksin. Espriyi yap” dedi. Alkış başlattı ondan sonra. Alkışladılar. Yer yer insanların bazı anlayışlarla geldiğini unutabiliyorsun. Özellikle daha çok Instagram yorumlarını okuduğun zaman. 

Ö.Ö.: Instagram yorumları bir çöplüktür gerçekten. Ne kadar az okunursa o kadar iyidir. Ama sahneye çıktığındaki heyecanın ve eğlencen duruyor. Her hâlükarda sıfırdan başlıyor. Bazen şakanın kendisinden veya kendinden sıkılıyorsun, evet. Hani böyle bir derin nefes alır gibi her gün yeniden başlıyor süreç. O da hâlâ bu konuyla ilgili çok hayranlık duyduğum bir his yani. 

E.G.: Şeyi ilk defa yaşadım ve o gün geleceğini hiç beklemiyordum… Bir tek kişiliğe çıktım. İlk başında böyle bir laf arasında Konya, Mevlana bir şey dedim ve böyle bir 10 kişi falan güldü ona. İçimden “Aa, acaba bilmiyorlar mı konuyu?” dedim. Benimle ilgili bunu bilmeyen var mı, dedim. İki sene önce benim başıma böyle bir olay gelmişti. 50 kişi falan vardı salonda, 35’i el kaldırdı. Hiçbirinin haberi yokmuş. Hepsi o kız istemeli yazıdan gelmişler. “Ha o zaman size bir açıklama yapmam lazım” diye ilk 10 dakikada onu anlattım. Önce bir kısa üstünden geçeyim diye düşündüm sonra kısa üstünden geçmeye çalışırken ağzımdan Atatürk lafı çıktı. Öyle olunca seyircide talep eden bir bakış oldu. “Atatürk’e hakaret deyip bunu açıklamadan devam edebileceğini mi düşünüyorsun hı?” gibi bir bakış. Sonra o şekilde anlatmam gerekti ve aştık sonra onu. Hakikaten de iyi oldu da gösteriye çok ayrı bir boyut kattı yani bir yanda 30 kişi orada “Kız isteme çocuğun stand-up’ına geldik” demişken bir yanda Mevlana’ya gay dedim diye evime polis geldi deyince milletin gözü böyle bir açıldı yani gösteri de bir acayip oldu. 

Ö.Ö.: Çok özür dilerim lafını böldüm ama şunu merak ediyorum. Mesela bu yoğun bir süreçti ya o zaman; senin linçin, içeri girmen çıkman neyse artık… Hepsi kocaman ve çok majör bir şeydi ve insanların bunu bilmiyor oluşuna içten içe gücendiğin oldu mu?

E.G.: Yoo gücenmek değil ya. 

Ö.Ö.: Ya da ne bileyim bilmiyorlarmış ve şimdi senin geride bıraktığın o süreci ve artık anlatmadığın o iki güzel şakayı -ki çok az anlattın bence keşke yine anlatabilsen dediğim bir noktadaydım- bir şekilde sana anlattırmak zorunda kalmışlar. 

E.G.: Şu anda öyle bir şeye ihtiyacım yok ama yarın öbür gün olacak olsa, böyle konularda kendine yeni bir sayfa açmanın aslında çok kolay bir şey olduğunu gösterdi bana gibi hissediyorum. İyi şeyleri de kötü şeyleri de herkesin ne kadar hızlı unuttuğu. Kötü bir durum değil bence. 

Ö.Ö.: Evet zaten gücenmekten kastım daha çok böyle kalbi kırıklık… Çok doğru ifade edemedim orayı ama karmaşık bir his olabileceğini düşündüm sadece. 

E.G.: Tabii tabii, hiç beklemiyordum öyle bir şey olacağını. Hiç benim gösterime “Bu çocuk Mevlana’ya gay dedi diye hapse girmiş”ten başka bir sebepten bir daha gelineceğini düşünmemiştim. O iyi oldu.  

Ö.Ö.: Bu çok güzel bir şey.

E.G.: Peki stand-up’ı ilk sevmeye başladığın zamana göre sence daha mı az stand-up izliyorsundur, tüketiyorsundur?

Ö.Ö.: Evet, kesinlikle.

E.G.: Ben neredeyse hiç stand up izlemiyorum artık. Beş-altı sene boyunca diğer her şeyden çok, filmden çok, podcastten çok, albümden çok hep stand-up izlediğim, dinlediğim bir zaman vardı. Belki de onun yaratıcı kısmından belki de tamamen geçtikten sonra artık öyle olması gerekiyordur. 

Ö.Ö.: Arada bir şey oluyor işte o gün kendimi kötü hissediyorum ve İKİ gün sonra sahne var; kendimi sahtekâr gibi hissettiğim bir an oluyor. Şu an hiç iyi hissetmiyorum ama çıkıp insanlara çok neşeliymişim gibi ve her şey çok yolundaymış gibi, işte bir sene önce yazdığım bu şeyi şu anki hâlimi sıfır aktararak performe edeceğim diye kendimi yalancı gibi hissettiğim bir an oluyor. Ki baktığın zaman aslında oyunculuk da böyle bir şey. Ben tiyatro eğitimi de aldım. Çakışmaması gerekiyor aslında bu iki bilginin ama orada ne kadar çok kendimi filtresiz hissediyorsam, şu an olduğum gibi bir yeri beslemiş demek ki zaman içinde. Çabaladığım kısım bu olmamasına rağmen sahneye çıkmak çok zor oluyor. İşte o zaman bir-iki tane şey izliyorum sevdiğim komedyenlerden. Anlattıklarını dinlemesem bile sahnedeki hâllerini, tavırlarını, seyirciyle olan oradaki o neşelerini ve hayat enerjilerini hatırlamak için, “Sen de böyle hissediyordun”u kendime hatırlatmak için izlediğim oluyor. Artık biraz böyle moralim bozulduğunda izlediğim bir şeye dönüştü.

“Gerçekten yaptığın şeye eser olarak bakmayı bırakıp içerik olarak bakmaya başlamayı becerebilmen gerekiyor. […] İçerik dışında hiçbir şey yok. Her şey içerik.” -Emre Günsal

E.G.: Böyle Instagram’da sürekli önüne düşen Amerikalı stand-upçıların, hani senin normalde tanımadığın ama işte orada çok popüler olanların hiçbiri komik değil. Hepsi hayatımda gördüğüm en profesyonel komedyenler. İşte sahnedeki duruşları o kadar oturmuş ki! Hepsi konuya giriş, akıcı anlatım, taklit yapma; her şeyi aynı profesyonellikle yapıyor ama hiçbirinin içinde komik bir ruh yok.

Ö.Ö.: Kesinlikle onu ben de hissediyorum. Artık yadsınamaz bir parçası ya seyirciyle iletişim, bu sadece “interaktif” dedikleri şey değil ama bir hackler geldiğinde ya da ortamda gerçekten bir anda spontane komik bir şey olduğunda onu çevirebilme becerisi de artık bunun içerisinde var. Olmak zorunda gibi bir durum oldu. Öyle şeyleri izlemek de hoşuma gidiyor.

E.G.: Evet, normal şaka videosundan ziyade hepsi seyirciye güzel bir laf sokma videosu yüklüyor. Taylor Tomlinson’u biliyorsundur. Onu ben baya seviyorum, baya komik de. Onun Instagram’da 1 milyon takipçiye ulaşma muhabbetini gördün mü? 

Ö.Ö.: Görmedim

E.G.: 960 bin mi ne takipçisi var, geçen sene kasım aralık gibi oluyor bu. Taylor Tamlinson banyo aynasında güzel bir fotoğrafını paylaşmış, ikinci slaytta da sosyal medya menajeriyle bir grup chat’i var, menajeri diyor ki: “Seni yeni yıldan önce 1 milyona ulaştırmamız lazım ,öyle bir fotoğrafın var mı?” Yazdan bir iki fotoğrafın varsa öyle bir şey at diyor. Kız da iki stand-up reels’ının arasına banyo aynasında çektiği güzel bir fotoğrafını koymuş.Yanında da da bu konuşma ile… Caption’a da “Sosyal medya menajerim benim 1 milyon takipçim olmasını çok istiyor.” yazmış. Bu benim Keşfet’ime düştü ve üç gün sonra 1 milyon olduğunu gördüm. Sosyal medya oyununu, öyle bir ikiyüzlülüğü farkında olarak oynadığın zaman bir samimiyet katıyor.

Ö.Ö.: Öteki türlü yapınca zaten çok eğreti duruyor. 

E.G.: Benim olayım şu mesela: Algoritma surat seviyor.

Ö.Ö.: Aynen algoritma surat seviyor, bu da benim suratım yani… Peki senin sosyal medyayla ilişkin nasıl etkilendi? Çünkü sen stand-up’a başladığın zaman reels diye bir şey yoktu zaten, sadece organik seyirci gibi bir şey vardı.

E.G.: Hiç yoktu. YouTube’a video yüklemek vardı. Sonra ben onu da bitirdim biliyorsun.

Ö.Ö.: Çok temiz, çok klas bitirdin bir de.

E.G.: Ya bilmiyorum, kişisel olarak komedyenlik sosyal medyayla ilişkime ne yaptı… Kendime hep şey diyorum “Bir hafta sonra tek kişilik olmasa şu an Instagram’ı silerdim.”, “İki hafta sonraki gösteriye reklam yapmak gerekmese şu an Instagram’ı silerdim.” Yani “Aa sosyal medya çok kötü bir şey bırakmak lazım gibi” değil; ben çok kopuyorum yani Twitter, Instagram ayrı ayrı günde üç-dört saatimi alıyordur. Bunu yapmamak istiyorum ama yaptığım işten dolayı sürekli kendimi promo etme zorunluluğum olduğu için onu silemiyorum. Stand-up başarısıyla ilgili en çok istediğim şey, böyle şeyleri benim yerime halledebilecek birine para verebileceğim bir yere ulaşmak.

Ö.Ö.: Ama onda bile o kadar fazla etkileşim olmuyor biliyor musun? İşte Taylor Tomlinson örneğinde olduğu gibi senin ağzından senin paylaştığın bir şeyi görmek istiyorlar. Öteki türlü iş hesabı gibi bir şey oluyor. Bir katalog gibi oluyor o zaman ve insanların ilgisini çekmiyor

E.G.: Profesyonel olmayı becermem gerekiyor herhalde. Hakikaten Instagram’ın bana yaradığı yere kadar kullanıp sonrasında bıraksam da olur da, işte ne bileyim. Story atmaya gelince diğer herkesin storylerini izliyorum.

Ö.Ö.: Hepimiz öyleyiz bu arada, yatıp kalkıp herhalde telefonuna TikTok indirmediğine şükretmen gerekiyor.

E.G.: Evet, biir tek oraya düşmedim. 

Ö.Ö.: TikTok’a düşsen gerçekten uykusuz geceler seni bekleyebilirdi. Ben de çok geç indirdim TikTok’u. Nasıl olsa orada yeterince komik bir şey olduğu zaman birisi storysine de koyuyor ya da Twitter’a da koyuyor falan gibi bir yerden. Neyse indirdim ama uygulamaların olduğu sayfada yok. Aratmam gerekiyor, en uzak yere koydum telefonda gerçekten. Sonra bir dizi izledim gece yatmadan önce, Türk dizisi işte birazcık kafam açılır öyle arkada dönsün falan diye. Dizi de çok gergin çıktı, aşırı ama böyle adamın kızına tecavüz ediyorlar o adamın aracılığıyla birisini vurduruyor ama aslında o adam değil miymiş falan… Böyle gecenin 2’sinde ben götümün içine kaçtım. Bütün kaslarım gerildi ve asla uyuyamadım. Dedim ki “Tam şu anda benim almam gereken şey telefonumda var”. TikTok’u açtım ve gevşeyene kadar izleyip uyumayı planlıyorum. O da herhalde bir-iki saatimi alır işte gece 3-4 gibi uyurum sabah da 10’da kalkarım çiçek gibi güne devam ederim falan gibi. En son sabah ezanını duydum.

E.G.: Yaa işte tabii…

Ö.Ö.: Güneş doğdu ben hâlâ izliyordum! Böyle güzel bir şey gördüğünde birilerine de gönderiyorsun ya bir baktım birisini spamlemişim sabaha kadar video atmışım arka arkaya duruyor hepsi. Çok ilginç bir deneyimdi benim için. Açıkçası mahvetti ertesi günümü, TikTok yedi ve 35 yaşındayım tabii ki uykusuz kaldım. 

E.G.: TikTok’um yok ama işte oradan alıp birinin Twitter’a attığı bir şeylerden, hani when you bilmem ne postlarından falan takip ediyorum. “Sen eskiden kitaplar okurdun, uzun filmler izlerdin artık kafan sadece 15 saniyelik TikTokları kaldırıyor.” O da güzel, o hissin bile content’e dönüşmesi güzel.

Ö.Ö.: Her şeyi content’e çevirebiliyorsun her yerde. Bu biraz benim ayarlarımı bozuyor. Artık mesela anlatmak istediğim herhangi bir şeyi sahne için şakaya mı çevirmeliyim, podcaste bölüm mü yapmalıyım, reels mi çekmem gerekiyor, ne yapmam gerektiğine dair düşünüyorum. Ve karar veremediğim için günün sonunda hiçbir şey yazmadan o günü bitiriyorum gibi bir şey oluyor. Tam adapte olamadım o konuya açıkçası. Böyle bir bilgi verdim sana da durduk yere.

E.G.: Beni de düşündüren bir bilgi. Bir şekilde hep “Şunu demek çok mu kendini beğenmiş kaçacak” diye korkmaktan böyle şeyleri genel de söyleyemiyorum da herhalde. Gerçekten yaptığın şeye eser olarak bakmayı bırakıp içerik olarak bakmaya başlamayı becerebilmen gerekiyor. Çünkü bizden başka kimsenin öyle bakmadığı bir yere geldik. İçerik dışında hiçbir şey yok. Her şey içerik. Parazit mesela film olan, o da içerik artık. Sanatınla duygusal bağını koparabilmen gerekiyor.

Ö.Ö.: Çok zor.

E.G.: Tabii ki zor da bilmiyorum.

Ö.Ö.: Senin bu işten sanatım diye bahsetmen çok hoşuma gidiyor bu arada, her seferinde içimde bir yeri okşuyor. 

E.G.: Sanatımız ya. Zoom 10 dakika sonra 15 dolar isteyeceğim diye uyarı veriyor. 

Ö.Ö.: Bir yarım saat daha da konuşurdum.


E.G.: Valla senin sesini duymak da çok iyi oldu. Ben çok teşekkür ederim meşguldün, yurt dışındaydın ,kanunen bunu yapmana izin yoktu Zoom’a girmene Dubai’de.

Ö.Ö.: Evet bunu tamamen tesadüfi bir şekilde öğrendik. Buraya geldik ve geldikten sonra herkes eşini dostunu, geldim buradayım güvendeyim diye aramak istedi bağlanamadık önce. Bağlanıyor ama görüntü ses iletilmiyor kesinlikle bunu nasıl yaptılar bilmiyorum. Sonra akşam gösteriden önce birisi söyledi burada WhatsApp’tan arama yapmak yasak. Takibini yapamadıkları, dinleyemedikleri, göremedikleri için yasaklanmış. Masadaki diğer kişi de hem o var hem de buradaki GSM operatörlerinin para kazanması için internetten bedava aramaların da önünü kestiler dedi. Çift taraflı böyle bir blokaj var. Ama şu an bilgisayardan VPN’siz bağlandım. Uzaktan çalışanlar nasıl Zoom yapıyor, böyle bir şey olabilir mi yani. Allahtan bilgisayarda bir şey çıkmadı. Ben de şu an yanlış bir şey yapıyorsam da yarın ülkeme dönüyorum arasınlar bulsunlar. 

E.G.: O zaman bana katıldığın için çok teşekkür ederim. Bant Mag.’a da bu söyleşi fırsatı için teşekkür edeyim; öyle bir şey istemediler ama ben etmiş olayım.

Ö.Ö.: Çarşamba günü Bina’daki gösteride görüşüyor olacağız.

E.G.: Harika çok güzel, kendine iyi bak.

Ö.Ö.: Sen de.

Deşifre: İklim Özergün